"Bir selam ile selamlandığınızda, siz ondan daha güzeliyle selam verin ya da aynıyla karşılık verin. Şüphesiz Allah her şeyin üzerinde koruyucudur." (4/Nisa, 86.)
Dinin gündelik hayatımızdaki güzel tezahürlerinden biri selamlaşmadır. Bu, Müslümanların tarih boyunca Sünnet'i gündelik hayatlarında canlı bir şekilde devam ettirdiklerinin göstergelerinden biridir. Selam, "selam veren" ile "selam alan" arasında üstü kapalı akit meydana gelmesini sağlar. Selam verdiğimiz kişiye, zımnen "senin malın, canın ve ırzın emniyettedir, benden sana zarar gelmez" demiş oluruz.
"Selam" kelimesinin zengin anlam katları vardır: "Merhaba" demek yanında "barış, kurtuluş, güvenlik ve esenlik" anlamlarına gelir. Bütün bu anlam düzeyleri yanında "İslam"ı, yani Allah'a teslimiyet demek olan "Müslüman olma"yı da ifade etmektedir.
Kadim din ve kültürlerin kendilerine özgü "selamlaşma" tarzları vardır. Eski Araplar "tahiyyet"ten türeme birbirlerine "Hayyake Allah" derlerdi. Tahiyyet, hem varlık, mal-mülk sahibi olmayı, hem uzun ömür sürmeyi ifade eder. Bu güzel bir temenni olmakla beraber yeterli değildir. Çünkü her zaman mal-mülk sahibi olmak veya uzun ömür sürmek "hayırlı" olmayabilir. Malın nereden ve nasıl kazanıldığı, kimlerin lehine ve aleyhine edinildiği, nasıl harcandığı; ömrün nasıl yaşandığı önemlidir. İslamiyet, Arapların "selamlaşma" babında birbirlerine yaptığı bu tür temennileri "selam"la değiştirdi. Çünkü işaret edildiği üzere "selam" "İslam"la aynı kökten gelen bir kelime olarak tahiyyetle ifade edilen güzel temennileri manevi ve meşru zemine oturtarak sürdürmektedir. "Her selam tahiyyettir, ama her tahiyyet selam değildir."
"Selam" Allah'ın güzel isimlerinden (Esmaü'l-Hüsna) biridir. Birbirimize selam verdiğimizde hakikatte Allah'ın bir isminin aramızda tecelli etmesini sağlamaya çalışır, İlahi Rahmet'e ruhen ve zihnen iştirak etmiş oluruz.
Peygamber Efendimiz (sas) "Selamı yayınız!" buyurur: "Canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız!" (Müslim, İman 93-94; Tirmizî, Et'ime 45, Kıyamet 56; İbni Mace, Mukaddime 9, Edeb 11) Selam vermek sünnet, selamı almak farzdır. Yürüyen oturana, küçük büyüğe, binek üstünde olan yürüyene, sayıca az olanlar çok olanlara selam verir.
Selamın yayılması demek toplumsal barış talebinin ifade edilmesi demektir. Nasıl zikrin kalbin üzerinde bir etkisi varsa, selam da bir zikirdir ve insanın kalbi ve davranışı üzerinde etkisi vardır. Hadis metninde "yayılma"yı ifade eden kelime "ifşa"dır, bir tür insanın içindeki barış, esenlik, huzur ve Allah'a teslimiyetin dışa, açığa vurulması, kardeşini de bundan hisse sahibi kılmasıdır. Eğer toplumda insanlar iyi dileklerde bulunurlarsa; canlarının, mallarının ve ırzlarının güvende olduğunu deklare ederlerse aralarında güven tesis edilir, husumet olmaz. Selam, gözünü selamın yaygın olduğu bir sosyal çevrede açan kişiyi barış, esenlik, sevgi ve güvenlik zemininde sosyalleştirir; kişilerin birbirini tanımasını ve tanışmasını sağlar.
Müminlerin cennete girişleriyle ilgili eşsiz manzara şöyle anlatılır: "Onlar, Adn cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden ve soylarından 'salih davranışlarda' bulunanlar da (girer.) Melekler onlara her bir kapıdan girip (şöyle derler:)"Sabrettiğinize karşılık selâm size. (Dünya) Yurdun(un) sonu ne güzel." (13/Ra'd, 23-24) Onlar cennette "esenlik dileği ve selamla" (25/Furkan, 75) karşılanacak ve "oraya esenlikle ve güvenlikle" gireceklerdir. (15/Hicr, 46) Bu açıdan "daha güzeli veya en azından misliyle karşılık verme"yi emreden ayetin öncesine (sibak) bakıldığında (4/Nisa, 84-85), haklı ve meşru sebeplerle savaşa girmiş bulunan Müslümanların, eğer kendilerine düşmanları tarafından "barış teklifi" gelecek olursa, Kur'an, barışa yanaşmalarını önermektedir. Çünkü aslolan "barış", arızi olan "savaş"tır.
Kaynak: Zaman