Eslaf ‘Nefis çocuk gibidir, sütten kesersen kesilir’ demişlerdir. Şehvet ise dizginlerini bıraktığında vesvese gibi arttıkça artar, yayıldıkça yayılır. Demek ki nefsin dizginlerini iyi tutmak, sınırlarından taşmasına izin vermemek gerekir. Şehvet türleri çoktur. El cununu funun/ delilik elvan elvan dedikleri gibi şehvette aynıdır. Bu meyanda bütün hırslar ölürken iktidar hırsı ölmez demişlerdir. Bunu hırs-i piri ile tanımlıyorlar. Demek ki bir vadide arzuların önüne geçseniz öbür vadide patlak verebiliyor. Bu anlamda her mesleğin veya her uzvun bir şehveti var. Bazen haddi vustayı yani itidal noktasını aşmaya da şehvete kapılmak denilebiliyor. Belki de yine göz, kulak vesairenin zinasından bahsedilmesi de bundandır.
Saddam döneminde Irak’ta kimyasal veya kitle imha silahların varlığına dair ısmarlama bir rapor hazırlatan Tony Blair bunu beğenmeyince Basın Danışmanı Alastair’e bunu biraz daha çekici ( Arapça tabiriyle şehvetli) cazip hale getirmelerini istemiştir. Hatta daha ötesine geçerek Irak kökenli İbrahim Al Marashi’nin makalesinden kes yapıştır yöntemiyle bir rapor ürettiler. Demek ki rapor şehveti de olabiliyormuş! Son yıllarda doğru bir ifade ve tabirle haber şehvetinden sık bahsedilmeye başlanmıştır. Bu muzır merak sınırları da zorlamaktadır. İlk önce bu tabirle Ertuğrul Özkök’ün yazılarından birisinde karşılaşmış olabilirim. Bu tabir üzerinden kendince gazeteciler milletinden veya bazı yaptıklarından yaka silkiyor olmalıydı. Hatta bazen haber şehvetiyle maksadı aştıklarını da ima ediyordu. Lakin bu kimseyle sınırlı olmayan umumi bir bela. İşte bu çekiciliğin cazibesine kapılmak birçok sektör veya detay üretmiştir. Bunlardan birisi paparazziler olsa gerek. Milleti veya sosyeteyi anahtar deliğinden gözetlemek, dikizlemek anlamına gelebilir. Demek ki kontrolsüz veya başı boş bırakılan, dizginlenmeyen duygular, şehvet üretiyor. Mide şehvetine iştah denilmektedir. Aynı kökenden gelmektedir. Dolayısıyla şehvet her zaman müstehcen bir kelime anlamına gelmiyor.
*
Son dönemlerde gazetecilik şehvetine ilave olarak kürsü şehveti, konuşma şehveti gibi tanımlar veya ibareler işitir olduk. Elbette gazetecilik refleksi ile habercilik şehveti birbirinden farklıdır. Gazeteci elbette olaylara kendi zaviyesinden bakar hatta kilitlenebilir lakin otokontrolüne kaybettiğinde ve kendisini olayların akışına kaptırdığında yani etik/ahlaki sınırları aştığında mesleğinde şehvet bataklığına düşmüş, saplanmış olur.
Şehvet meselesini dünyevi meselelere hasretmek de doğru olmaz. Önemli Hanefi fakihlerinden İbni Abidin olarak bilinen Muhammed Emin Abidin Dımişki, Şerhu Ukud Resmi’l Müfti başlıklı eserini okurken fetvada şehvet meselesiyle karşılaştım. Elbette bu da habercilik şehveti gibi mecazi bir şehvet türü. Fetva vermede teenni, tahkik ve tetkik ile hareket etmeden nefsine yenilerek aceleyle fetva verenler şehvete kapılmış olurlar.
Nitekim, Hanefi ulemasından, tabakat yazarlarından Kasım ibni Kutlubağa kimilerinin teşehhi (şehvet) ile fetva verdiklerini bunun doğru olmadığını beyan etmektedir ( Şerhü Ukudi Resmi’l Müfti, S: 37, Karaçi, Pakistan baskısı).
Kimileri bu konuda icmadan bahsediyor. Fıkhi görüşlerden en ihtiyatlısını, görüşlerin en isabetlisini ve muhkemini öğrenmeden teşehhi veya şehvet ile aceleyle şıklardan birisini benimsemenin veya fetva vermenin doğru olmadığını ifade etmiştir. Yameri adlı fakih de aynı uyarıyı yapmıştır.
Maliki fakihlerinden ve Muvatta şarihlerinden Baci de, teşehhi yahi şehvetle hareket etme noktasında müftü ile kadı arasında bir fark bulunmadığını ifade etmiştir. Günümüzde maalesef sınırlar veya kurallar esnetildiğinden veya kalktığından bu alandaki iştaha veya şehvet de en geniş sınırlarına ulaşmıştır! Demek ki her meslekte şehvet çukuruna düşmek tehlikeli ve sorumluluk isteyen bir husustur.