Şehri sanayi kapitalizminin, başka bir ifadeyle geleneksel ahlaki değer ve normları altüst eden endüstrinin çözdüğünü söylemek mümkün. Sanayii kapitalizmi sosyal ve ekonomik bakımdan değişimin kontrolünü eline geçirince, mesela tarıma makine girince milyonlarca insan işsiz kalmış, bu da demografik dengenin kademeli bir biçimde bozulmasına yol açmıştır. Sanayii devriminin üzerinden iki buçuk asır geçmiş olmasına rağmen genel trend modern kentin lehine, geleneksel şehrin aleyhine seyretmeye deva etmektedir.
Batılı ve Batı tipi kentler çekim merkezi haline gelirken, doğulu şehirlerde ise kır ve köy hayatı gibi itici karakter kazanıyor. Batıda belli merkezler iş gücü açığını kapatmak üzere insan çekerken, doğuda, kırda, tarımda veya köyde yaşayan insanlar için hayat sevimsiz ve çekilmez hale geliyor, içinde yaşadığı fizik dünya, ekonomik ilişkiler onu şehre doğru itmeye başlıyor. Köyde olanın bile bedeni köyde, ruhu kenttedir. Nerede yaşıyor olursa olsun, insan modern kültürü tüketmek, havasını içine çekmek istemektedir ki, bunu ancak modern kentte yapabileceğini düşünüyor. Seyrettiği televizyonda, okuduğu okulda ruhunu etkileyen kentin cezp edici etkisi; kent hayatının eğlence ve magazin dünyasıdır.
Her iki yerleşim biriminde siyaset algısı da birbirinden farklıdır. Yakın tarihimizde gözlemlediğimiz üzere, bazı partiler “kasaba partisi” kimliğini aşamadıkları zaman iktidar yarışında geride kalırlar, çünkü köye ve kıra ait siyaset kente hitap edemiyor. Partilerin toplumu motive edici sihirli kelimeleri “değişim”dir. Değişimden anlaşılan, şu veya bu siyasetin ya da siyasi partinin, toplumu sadece ekonomik olarak değil, modern kültürü tüketebilecek yeni formasyonlara sahip kılması kabiliyetidir. Kim bunu çok daha ikna edici olarak vaat edip taahhüt ediyorsa, kırsal kesimin de desteğini kazanabilmektedir. Bunun sebebi açıktır: Kasabada veya köyde yaşayan insanın zihni kentlidir; bunun sonucunda kentli taleplerde bulunmaktadır. Kente göre politika tayin eden partiler onlara kolayca ulaşırken, kasabaya dönük politika üreten partiler kasabaya ve köye bile ulaşamıyor. Ekonomik ve ticari yapının entegre olması yanında iletişim, medya, eğitim ve ulus devlet de önemlidir. Ulus devletin her şeyi merkezileştirme politikaları bunda etkili olmaktadır.
Geleneksel şehir ile modern kent arasında insan ve çevre ilişkileri açısından da bazı temel farkların altını çizmek mümkündür:
Geleneksel şehirde, aile, cemaat, manevi merkezler ve sosyal kontrol mekanizmaları fonksiyon görmektedir; modern kent amorftur; kimse kimseyi kontrol etmez, herkes kendi başına hareket etmektedir. Kent bir yandan insan tekini bireyselleştirmekte diğer yandan amorflaştırmaktadır, bu yüzden kontrol sevimsizdir. Modern kentte kontrol, Türkiye’de 21. yüzyılın başlarında AK Parti iktidarı dolayısıyla gündeme geldiği üzere “mahalle baskısı” olarak tanımlanmaktadır.
Geleneksel şehir, mimari açıdan tabiatla uyum halindedir; evler, mahalleler ve şehrin kendisi, hem düzen olarak hem de estetik olarak tabiatın bir devamı olarak tasarlanmış ve kurulumşlardır. Şehrin kuruluş felsefesinde amaç, sadece barınmak değil, aynı zamanda bir sanat ve estetik üretmektir. Hâlbuki modern kentte, ana malzeme beton, asfalt, petrol ürünleri ve demirden ibarettir. Her şey cesamete dayanmaktadır, estetik kaygısı taşımamaktadır. Ev, insanın kendisinde sükûn bulduğu, ruhunu ve bedenini dinlendirdiği ve mahrem hayatındaki aile bireylerle paylaştığı bir mesken değil; sadece konduğu, yattığı bir konut, salt maddi bir mekândır. Mesela artık çoğu yerde Japonya’da insanlar sadece yatmak üzere küçücük evlere uğrarlar.
Geleneksel şehir iki açıdan tabiata ve müteal olana açıktır:
1) Geleneksel şehirden tabiata ulaşmak kolaydır; ağaca, hayvana, dağa, tepeye, dereye ulaşabilirsin; modern kentten tabiata ulaşmak kolay değildir.
2) Geleneksel şehir insana ölümü hatırlatır; çünkü mezarlarla-mezarlıkla iç içedir. Mezarlıklar şehrin kenarındadır; modern kent ise ölüm düşüncesi gibi mezarı tamamen unutturmak ister.
Bu özelliğiyle modern kent, tabiata karşı, seküler, kapalı bir site hükmündedir, müteale kapalıdır. Şehir her durumda manevi olanı, yani Allah’ı hatırlatır. Tabiatta canlı ayetler vardır, insan tabiatla kurduğu kolay ilişki sayesinde Allah’ı hatırlar; modern kent ise, insana sadece insanın başarılarını hatırlatır. Modern kentin ticaret merkezleri, alışveriş binaları, hava alanları, asma köprüleri, borsaları, yoksullara kapalı siteleri, gökdelenleri, tören alanları, heykelleri, devasa stadyumları ve meydanları insanı daha çok güç toplamaya, kibirlenmeye davet etmektedir.