Sedat başını kaldırabilirse!

 

Hatırlanacağı üzere HADEP Silopi İlçe Başkanı Serdar Tanış ile ilçe yöneticisi Ebubekir Deniz, 25 Ocak 2001'de ifade vermek üzere Silopi Jandarma Karakolu'na gitmiş, bir daha da kendilerinden haber alınamamıştı. Bu işten Jandarma'nın sorumlu olduğunu, bölgeye giden Altan Tan, Mehmet Altan, Cengiz Çandar ve Ali Bayramoğlu da ifade ettiler.

8 Temmuz 2008'de DTP Muş Milletvekili ve Meclis İdare Amiri Sırrı Sakık, bu konuyu Meclis'te gündeme getirdi. Sakık 2001 yılında jandarma karakoluna çağrılan ve o günden sonra kendilerinden haber alınamayan Serdar Danış ve Ebubekir Deniz'in fotoğraflarının yer aldığı afişi Meclis kürsüsüne astı. Dönemin cumhurbaşkanı, Adalet Bakanı ve Başbakanına yapılan başvurulara rağmen Danış ve Deniz'in izinin bulunamadığını belirten Sakık, "Belki bugün yaşıyor olsalardı Parlamento grubumuzda olacaklardı ancak faillerinin araştırılması kimsenin aklına gelmedi" dedi. Ergenekon soruşturması kapsamında aranan Emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'ün de o dönemde bölgede görev yaptığını kaydeden Sakık, Meclis kürsüsünden, Danış ve Deniz'in fotoğraflarını gösterdi. Sakık daha sonra da elindeki afişi Meclis kürsüsünün önüne astı.

AKP milletvekilleri afişin Meclis kürsüsüne asılmasına tepki gösterirken Sakık, "Niye rahatsız oluyorsunuz. Bu insanlar bu ülkenin vatandaşı değil mi? Nasıl demokratsınız hani çetelerden hesap soruyordunuz? Siz bu kadar demokratsınız… Burası halkın kürsüsüdür. Çetecilerin kürsüsü değil. Ergenekon çetesi bunları katletti. Kürt coğrafyasında insanlar kayboluyor. Bunlar bu coğrafyanın insanları değil mi? Sizin ilçe başkanınız olsa ne yapardınız, sizin vatandaşınız olsa ne yapardınız" diye seslendi.

Sakık'ın "Kürt coğrafyası" ve "sizin vatandaşınız olsa ne yapardınız?" sözleri AKP'lilerin tepkisine yol açtı. AKP'li Necat Birinci ve Kayseri Milletvekili Yaşar Karayel "Meclis kürsüsünden bölücülük yapıyor" sözleriyle tepki gösterdiler. Sakık ise "Özür diliyorum, bizim vatandaşımız. Böyle bir şey kastetmedim. Sizin partiliniz olsa ne yapardınız demek istedim" diyerek sözlerini düzeltti. Sakık, "bizim mal varlığımız onurumuzdur. Onurumuzu kimseye çiğnetmeyiz. Bu insanların hukukunu savunmak hem ahlaki, hem vicdani, hem de İslamidir" diye konuştu.

Bu arada şunu da hatırlatmakta fayda var, 2005'te Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu konuda Türkiye'yi haksız bulup toplam 150 bin Euro ödemeye mahkûm etti.

Bunu anlatmamın sebebi var: Sırrı Sakık'ın konuşmasına tepki gösterenlerden Yaşar Karayel, yakından tanıdığım, çok değer verip sevdiğim bir insan. 1970'lerde rahmetli Sedat Yenigün vasıtasıyla tanışmıştık. O dönemde hemen akla gelen üçlü vardı: Sedat Yenigün, Sami Şener ve Yaşar Karayel. Beraber İKO'yu kurmuşlardı, aynı adla dergi de çıkarıyorlardı. İKO'nun açılımı İstanbul Kültür Ocağı idi, fakat birileri kasıtlı olarak "İslam Kurtuluş Ordusu" olarak yansıtıyordu, bunu her üçü de umursamıyordu.

Ben hayatımda Sedat Yenigün kadar samimi, hasbi, fedekar bir insan görmedim. Allah rahmet etsin. Onunla MTTB'de bir arada bulunduk. Milli Gençlik Dergisi'nde bana yazı yazdırıyordu. Yazdığım yazıların önemli bir bölümünü 1975'te onunla bir araya getirip sonraları "Çağdaş Kavramlar ve Düzenler" adlı ilk kitabımı yayınlamış oldum. Rahmetli Sedat, kitabı gelir düzeyleri farklı üç ayrı lisede belki 300 öğrenciye okuttu, onların eleştirilerini topladı, sonra bana kitabı bir daha yazdırdı. Bugüne kadar yaklaşık da her sene bir baskı yapıyor, 33 senedir hala lise ve üniversite öğrencilerinin elinde "şifalı bitkiler" kitabı gibidir.

Bir ara Sedat, İhsan Mermerci Lisesi'nde öğretmen iken, "bazı derin devlet elemanlarının kendisine bazı fikirler empoze ettiğini, müslüman, İslamcı, Akıncı çevreleri olayların içine çekmek için kendisinden yardım istediklerini" söyledi. Bizler her zaman olduğu gibi şiddet, terör ve anarşiden uzak duruyorduk. Tabii ki Sedat bu teklifleri kesin bir dille reddetti. Sonra aynı güçlerin onu tehdit ettiklerini söyledi, birkaç gün geçmeden Yavuzselim'de berberde iken onu şehid ettiler. Olayı TİT denen bir grubun üstlendiği söylendi, arkası araştırılmadı. Ama ben 12 Eylül darbesinden sonra 29 gün hücrede yattıktan sonra tutuklandım ve Kartal-Maltepe cezaevi'ne gönderilmek üzere 5 gün Selimiye'de bekletilirken, Özcan isimli bir ülkücü çocukla hücrede yattım. Sağdan soldan konuşurken, nasılsa söz Sedat Yenigün cinayetine geldi, önce boş bulunup ilginç şeyler anlattı, sonra aniden kendini toparlayıp sustu, bir daha da bu konudan hiç bahsetmedi, çok ısrar ettim, konuşmadı. Ertesi gün de onu alıp götürdüler. Zannedersem Metin Yüksel'i Fatih Camii avlusunda şehid edenler de aynı derin güçlerdi. Amaçları, o günün anarşi ve terör ortamına İslami camiayı da çekmekti. Aslına bakılırsa, bugün Ergenekon adı verilen yapılanma ile çıkan bilgiler ve belgeler, şunu gösteriyor ki, Metin Yüksel ve Sedat Yenigün'ü şehid edenler ile Silopi de iki HADEP'liyi ortadan kaldıranlar aynı güçler, aynı derin elemanlar.

Bu durumda, AK Partililer, ama özellikle Kayseri Milletvekili Yaşar Karayel, Sırrı Sakık'a destek çıkması gerekirken, can siparene "Meclis iç tüzüğünü nasıl çiğnersin?" diye kendini öne atması bana çok dramatik geldi. Televizyonlardan bu manzarayı seyrederken "Vay be, nereden nereye geldik!" diye sordum. Düşünüyorum da, Allah rahmet etsin Sedat, farz-ı muhal başını kaldırıp bu manzarayı seyretseydi ne derdi acaba İKO'yu beraber kurduğu arkadaşına! Değişim işte!