Seçmen/sisifos işkencesi ve kara Türkler

Dışarıdan çok cazip ve eğlenceli görünen politika pratik olarak zor bir uğraşı alanı olduğu gibi teorik olarak ta üzerinde düşünülmesi ve konuşulması oldukça zor bir uğraşı alanıdır. Nitekim bu zorluğu siyasetin içinde olan siyasetçiler siyasi cephelerinden -bedel ödeyip- geri çekilerek siyaseti bırakmak zorunda kalmışlardır. Politikacıların aksine siyaset bilimciler ya da siyaset bilimci olmadıkları halde veya bu alanda okumaya bile tevessül etmeyen siyaset düşünürleri hiçbir bedel ödemeden pişkin pişkin bu alanda kalem oynatmaya devam ediyorlar. 22 Temmuz seçimleri öncesi seçim yazısı kaleme alanların büyük bir çoğunluğunun içinde yaşamış olduğu topluma ne kadar yabancı oldukları ortaya çıkmıştır.

 

Seçim sonuçlarının nasıl olacağını da kestirememişlerdir. Toplumu anlamanın yeri Nişantaşı, boğaz manzaralı restoranlar olmadığı gibi İkitellideki klimalı plazalar da değildir. Normal bir birikime sahip olan sokaktaki vatandaş bile e-muhtıranın Ak Partiyi güçlendirdiğini söylerken yazarlarımız “Askerle, sistemle zıtlaşan partileri halk sevmez” tespitinde bulundular. Halkı kendileri gibi muhtıra severler kategorisine yerleştirdiler. Mitinglerle toplanan kalabalıkları/bindirilmiş kıtaları Ak Parti karşıtı olarak lanse edip -milletin tamamı olarak görüp- partiyi millet tarafından tasfiye edilmiş gibi gösterdiler. Tahminleri/beklentileri olmayınca seçimden bir gün sonra milleti küçük görüp hakaret etmeye başladılar.

 

Kanaatimce Ak Partinin merkeze tamamen yerleşmesi sadece alınan milletvekili sayılarıyla çıkarılacak bir olgudur. Yani sosyolojik bir olgu değil yalnızca istatiksel bir olgudur. Merkeze yerleşmekten kastedilen toplum tarafından tamamen içselleştirilmek ve benimsenmek ise yine kanaatimce bu içselleştirme henüz gerçekleşmemiştir. Ak Parti sağda alternatifi olmayan siyasal bir çizginin temsilcisi olarak seçime girdi. 2002 seçimlerindeki sabırlı seçmen profili sabrını devam ettirmiş 22 Temmuz seçimlerinde bu sabır halkasına %13 lük bir dilim daha eklenmiştir. Seçmen özgürlükler, toplumsal uzlaşma ve bütünleşme konusunda oldukça ısrarlı ve kararlı tavrını sandıkta cisimleştirmiştir. Tayyip Erdoğan seçmenden -toplumda özgürlük mağdurları yaşayanlardan- 3 yıl sabretmesini istemişti ama 3 yıl geçtikten sonra hiçbir iyileşme sağlanmamıştır. Seçmen bunun nedeni olarak Cumhurbaşkanının negatif, uzlaşmaz tutumundan kaynaklandığını düşünüyordu. Ve Cumhurbaşkanlığı seçiminin “CHP- yargı birlikteliğiyle boykot edilmesi” ve Abdullah Gül’ün seçilememesi toplumun büyük bir kısmı tarafından tepkiyle karşılandı. Cumhurbaşkanlığı seçimine katılmayan Mumcu ve Ağar seçmen tarafından tasfiye edileceklerini ya anlayamadılar ya da ödeyecekleri bedelin karşısında daha büyük bir baskı veya ödülün karşısında ezildiler. Çocukların bile -söz konusu isimlerin- meclise girmediği zaman tasfiye olacaklarını bildiği halde basiret ve ferasetten yoksun siyasilerden Mumcu siyasi maceralarına kendi ipini çekerek, Ağar ise toplum tarafından tasfiye edilmeyi bekleyerek son verdiler. Ağar istifa ederek bu toplumsal tasfiyeye saygı duydu. Ak Parti seçmenine karşı bütün ilgisizliğine rağmen ontolojik ve duygusal olarak kendisine en yakın bulduğu seçmen tarafından yine destekledi. Toplumun başörtüsü konusundaki yasaklamaların kalkması, katsayı eşitsizliği, alt tabakanın ekonomik imkânlarının artırılması, işsizlik, toplumsal bütünlük konusunda toplumun talepleri ciddi olarak devam etmektedir. Sistemin toplumun hayat tarzına karşın seküler hayat tarzını dayatması tavrına ilk tepkisel duruşu temel olarak sadece Demokrat Partiden başlatmak hatalı bir yaklaşımdır, hedefi ıskalamaktır. Terakkiperver Fırkasının duruşu dayatmaya karşı ilk tepkisel duruştur.  Siyasi gelenekten ve tecrübeden yoksun bu siyasi hareketin siyasi hayattan tasfiye/tard edilmesi hiçte zor olmamıştır. Seküler, laikçi yaklaşım dayatmalarına karşın toplum sürekli kendi ihtiyaçlarına cevap verecek bir siyasi hareket aramış ve bu siyasi hareketi bulduğunda destek vermekten kaçınmamıştır. Nitekim siyasi hayatımızda DP, AP, ANAP, RP, AKP gibi partiler bu dayatmalara karşın ciddi bir siyasi güç ve hareket olmuşlardır. Toplum mevcut partiler beklentilerine cevap veremediğinde kendine yeni siyasi hareketler aramışlardır.

 

Toplum bu seçimde de azmini ve sabrını yinelemiştir. Siyasi manzaraya böyle bakmak bu hareketi bir kesime mal etmek değildir. Aksine bu hareketi medeniyete, geleneğe, hafıza ve kodlara sahip olan toplumsal bütünlüğe mal etmektir. Seçmen alternatifsizlikten ve taleplerinin karşılanacağı umuduyla tekrar Ak Partiyi tercih etmiştir. Bu tercih ediş içselleştirilmiş bir tercih değil bilakis tereddütlü bir tercihtir. Eğer 5 yıllık iktidar döneminde taleplere cevap verilmezse seçmen /Sisifos kendisine yeni bir kaya / siyasi partiler arayacaktır. Ama kökenlerinde, medeniyet algısında ve geleneğinde ahde vefa, emanete riayet, güvenilir olmak, yalan söylememek ve insanları aldatmamak gibi hasletleri bulunan Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç ve Abdullah Gül gibi isimlerin içlerinden geldikleri topluma vefasızlık göstereceklerine inanmıyorum. Aksi takdirde “ben palazlandım, semeremi aldım, Sisifosları ben kullandım artık onlardan siz yararlanın” erdemsizliğine düşeceklerdir. Ak Parti 22 Temmuz seçimlerinde kendisinin neden tercih edildiğinin analizini çok iyi yapmalıdır. Ben birkaç özet tespit yapmaya çalışacağım.

 

Öncelikle Cumhurbaşkanlığı sürecinde yaşananlar, Anayasa mahkemesinin kararı, gece yarısı e muhtıra bildirgesi Ak Partiye toplumsal teveccühü artırmıştır. Cumhuriyet mitingleri denilen Tandoğan ve Çağlayan meydanlarında iktidara, saygın cemaat liderine ve onun şahsında dindar insanlara ve değerlerine karşı düşmanca atılan sloganlar. Bu mitinglerde ulusalcı denilen akımın antipatik tiplerinin ön saflarda bulunması ana muhalefet partisinin liderinin bu manzaradan rahatsızlık duymaması toplumsal tepkiyi doğurmuştur.

 

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde eşi başörtülü ve sempatik kişiliği olan toplumsal tasvibi arkasına alan Abdullah Gül’ün seçtirilmeyişi.. Ve başörtülü olmamalı bakışı toplumun annelerinin başörtüsüne tepki olarak algılanmış ve bu zihniyete tepkisel bir duruş sergilenmiştir.

 

CHP’nin siyaset-i-sizliği ve demokrasiyi ayaklar altına alır gibi davranması, her uygulamada yargıya sığınması ve siyaseti mahkeme koridorlarına taşıması, e muhtıraya karşı sessizliği -bir anlamda muhtıradan hoşlanması- , “Cumhurbaşkanını halk seçerse tehlike olur” söylemi, yıllardır halka Haso-Memo yaklaşımı sergilemesi, Cumhurbaşkanının partiye karşı antipatik duruşu Ak Partiyi güçlendirmiştir.

 

Yine Tayyip Erdoğan’ın ve partisinin enerji ve sinerjiden hiçbir şey kaybetmemesi ve hizmet aşkının devam etmesi çalışkanlığı ve hizmetlerinin millet tarafından ödüllendirilmesi Ak Partiyi güçlü kılmıştır.

 

Baykal ve Bahçeli’nin siyasi beceriksizlikleri ve toplumu iyi okuyamamaları, CHP-MHP koalisyonu söylemlerini reddetmemeleri özellikle sağ seçmenin Ak Partiyi tercih etmesini sağlamıştır. Yine MHP’nin aşırı milliyetçi-Türkçü, dışlayıcı söylemleri ve DTP mensuplarının antipatik söylemleri CHP-MHP koalisyon ihtimaline karşın Güneydoğu halkının Ak Partiyi tercih etmesini sağlamıştır. Bunun en açık göstergeleri MHP’nin oy oranı olarak Güneydoğuda varlık gösteremeyişi ve CHP’nin Diyarbakır da %2 oranında kalmıştır.

 

Tayyip Erdoğan’ın geçmişteki başarılı Belediye başkanlığı ve göstermiş olduğu başarılı başbakanlığı performansı seçmeni etkilemiştir.

 

Ak Partinin almış olduğu oy oranlarının 4,5 yıllık icraatlarının başarılı olduğu toplum tarafından tamamen kabullenildiği anlamına gelmemelidir. Böyle anlamak Ak Partiyi siyasal olarak zayıflatır ve güdük kılar. Ak Partinin son 1,5 yıllık icraatı, enerjisi ve sinerjisi iç politikada polemiklerle ve vetolarla harcanmış ve israf olmuştur. İşsizlik, yolsuzluklar, özgürlükler, Güneydoğu halklarının sorunlarına çözüm bulunulmaması, çiftçilerin ekonomik çöküntü yaşaması, başörtüsü yasakları, katsayı eşitsizliği, çalışan memurların düşüncelerinin kısıtlanması, AB süreci, İslam Dünyasındaki kaosa rağmen uluslar arası politikada sinik ve güdük kalınması Ak Partinin önünde duran en önemli sorunlarıdır.

             

Parti yönetimi iş dünyasının “ Ak Partiyi iktidarda görmek istiyoruz ama oylarımızı CHP ye vereceğiz” söylemi üzerinde iyi analizler yapması gerekiyor. Bu durum Büyükşehir belediyelerindeki duruma benzer bir durumdur. Büyükşehir belediyelerinin oyları çevreden / varoştan alıp hizmeti merkeze / seçkinlere götürmesi gibi bir durumdur. Yani oyları çevreden alacaksın onu külüstür otobüse, sömürülmeye ve işsizliğe layık göreceksin. Seçkinlerden oy alamayacaksın ve sana karşı husumet besleyecekler onu daha iyi otobüslere bindireceksin ve daha da zengin kılacaksın. Ak Parti süratle bu paradoksu aşmak zorundadır. Eğer parti yönetimi ve Erdoğan seçim başarısının tamamını izlemiş olduğu politikaya, İcraatlarına ve aday profili değiştirmesine bağlarsa çok yanlış tespitte bulunur ve duvara toslar. Özellikle yakalamış olduğu başarıyı neo-liberal aday profiline bağlaması  yanlış bir tespittir Ak Partinin 22 Temmuz seçimlerinde % 47 oranında oy almasının en büyük sebebi Cumhurbaşkanlığı seçiminde yapılan haksızlıklar ve jakoben/dayatmacı zihniyete halk tepkisidir. Eğer o günlerde sandık halkın önüne konulsaydı Ak Partinin % 60 oranında oy alması kaçınılmazdı. Seçmen zor, sancılı, tereddütlü bir tercihte bulunmuş ve sağ duyusuyla Ak Partinin çevresinde toplanmıştır. Ak Partinin en büyük şansı CHP gibi devlete ipotek koyan megolaman bir zihniyetin varlığı ve  Baykal gibi toplumdan uzak siyasi beceriksizlik sergileyen bir siyasetçinin muhalif ve rakip oluşudur. Eğer Baykal Ak partiyi rahat bıraksaydı Ak partinin oy oranı %30’u geçmezdi. Nitekim Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Başbakana durum sorulduğunda destek kaybediyoruz %29 lara geriledik demiştir. Ak Parti özellikle Güneydoğu halkının, Anadolu halkının ve geldiği kesimin mesajını çok iyi okumalıdır ve anlamalıdır. Güneydoğu halkı iyi yönetildiğinde ve idare edildiğinde bu ülkede yaşamaktan oldukça memnun ve ayrılıkçı ve bölücü söylemlere yer vermemektedirler.. Halkın Cumhurbaşkanı olarak Abdullah Gül’ ü,  Meclis başkanı olarak Bülent Arınç’ı görmek gibi bir temayülü vardır. Bu temayül görmezlikten gelinmemelidir. Bu iki makam için adı geçen isimin gizil olarak feragat etmeleri gerektiği yönünde manipüle edilmektedirler. Fedakârlığın ve feragatin ne olduğunu bilen makam ve mevki düşkünü olmayı abes gören Gül ve Arınç’ın bu makamlardan vazgeçmesi mümkündür. Ama emeğini ve yıllarını bu siyasi mücadeleye harcamış olan bu ikiliyi bu şerefli makamlara layık görmemek son derece hazindir. Bu isimlerin dışındaki isimlerde toplumda bu denli benimsenmeyecektir. Hele ki partiye yeni katılmış olan Zafer Üskül gibi bir profilin Cumhurbaşkanı olarak düşünülmesi 2. Sezer vakası olarak tarihe geçebilir. Bahçeli Ağar ve Mumcunun yapmış olduğu hatayı yapmayacaktır. Ak Partinin bu manüpülasyonlardan kaçınması gerekir. Bu isimlerden vazgeçmek halkın seçimde göstermiş olduğu iradeyi önemsememek anlamına gelir. Toplumdaki heyecanın yitirilmemesi için Ak Partinin Gül isminde ısrarlı olması gerekir. Aksi takdirde birbirlerini harcamış olurlar. Birileri de bu manzaradan oldukça lezzet alır. Mütedeyyin insanlar bu partiyi yalnız bırakmamalılar ve sahip çıkmaya devam etmelidirler. Haklarını, taleplerini ve beklentilerini sürekli tekrar etmelidirler. Vermiş oldukları reyin karşılığını beklemedirler. Bu seçim başarısı toplumun içinden gelen “Kara Türklerin” başarısıdır. Dışlanan, ezilen, itibar edilmeyen ve itibar gördüğünü görünce oy vermekte tereddüt etmeyen, sessiz çoğunluk denilen toplumsal bir hareketin başarısıdır. Adalet-siz-  Tanrıçasının Sisifosa reva gördüğü tarihsel işkenceyi kaldırmak veya lav etmek Adalet ve Kalkınma partisinin isminin, birikimin, medeniyetinin ve geleneğinin bir gereğidir. Sisifosu işkenceden kurtarmak onların işidir. Ülkeyi ve halkı kucaklamak bir medeniyet algısı olan Ak Partinin işidir. Çalışmak, hizmet etmek ve ülkede güzel manzaraları ortaya koymak için aşkı, coşkuyu heyecanı yitirmemek gerekir. 

                                                                                                                                            

Not: Seçimden 1 gün sonra yazılmış bir yazıdır. Bu yazının tamamını Umran dergisinin Ağustos sayısında okuyabilirsiniz..