Seçim atmosferine çok gerilimli ortamda girilmesine rağmen hâlâ seçim heyecanının yaşanmaması üzerinde yeterince durulmadı. Bunca gerginliğe, özellikle CHP ve AKP'ye yoğunlaşan bu seçmen kamplaşmasına rağmen adeta iddialardan yoksun, heyecansız tabir caizse renksiz bir seçim kampanyasının ardından birkaç gün sonra sandık başına gidilecek olmasının siyaset açısından neye işaret ettiği üzerinde durulmalı. Eğer bu durumu 'Türk siyasetine özgü bir ironi' olarak geçiştirmeye niyetimiz yoksa işaret ettiği 'siyasetin siyasetsizleştirilmesi' konusuna kafa yormak gerekiyor.
Tüm siyasi partilerin birbirine benzeştiği, farklı program, alternatif söylem ve iddiaları olmayan hatta fantezileri bile elinden alınmış partilerin birbiriyle yarıştığı bir ortamda elbette kitlelere heyecan verecek, siyasetin anlam kazandığı bir ortamdan bahsedilemez. Bunun temel nedeni ülkenin geleceğine dair hiçbir partinin gerçekte farklı, yeni bir perspektif sunmuyor oluşudur. Farklılıklar ekonomiden, dış politikaya, sosyal adaletsizlikten kültür/kimlik sorunlarına kadar uzanan alanlarda farklı projelerin, siyaset tarzının değil bir tür 'klan ilişkisi'ne indirgenen siyasetin taraftarlıklar üzerinden yapılıyor olmasıdır.
Yaşanan renksizliği en iyi özetleyen gösterge olarak geçen hafta Financial Times'ın yaptığı analiz önemliydi: Türkiye'de seçkin iş çevreleri Adalet ve Kalkınma Partisi'nin iktidarda kalmasını istiyorlar ama AKP'ye asla oy vermeyeceklerini söylüyorlar. Tam bir siyasetsizleşme örneği olarak önümüzde duran bu manzara karşısında sadece oyu CHP'ye (veya başka bir partiye) ama iktidarı AKP'ye veren seçkin iş çevreleri değil bizzat seçim sonrası tekrar iktidar namzedi siyasi partiden beklentisi olanlar ve partinin kurmaylarının düşünmeleri gerekir.
Bir tür pragmatizm kokan bu durum, bir bakıma Türkiye'nin toplumsal realitesiyle iktisadi ve siyasi seçkinler arasındaki travmatik ilişkiye işaret etmesi bakımından üzerinde durulması gereken bir ilişki biçimini ortaya koyuyor. Bu ilişkinin, Türkiye'nin toplumsal gerçekliğine rağmen siyasetin sınırlarını gösterirken aynı zamanda sosyal gerçekliğe yaslanan siyasi söylemin siyaset etme biçim/ler/i hakkında da farklı bir boyut sunmakta olduğu kuşkusuz.
İktisadi ve siyasi seçkinlerin AKP ile kurdukları bu ikircikli ilişki biçimini hatırlatır biçimde farklı bir boyutta aydınlar düzeyinde yaşanmakta olması durumun daha da vahim hale getiriyor. Özellikle Müslüman/İslamcı aydın olarak bilinen kesimlerin iktidarla imtihanları özelde AKP ile girdikleri ilişki biçimi Türk seçkinlerinin tavrını aratmayacak düzeyde. İster fikir üretiminde, ister akademik uğraş içinde olsun aydın, entelektüel (nasıl adlandırılırsa adlandırılsın) olmanın vazgeçilmez özelliği düşünsel bağımsızlığını zedeleyecek iktidar ilişkilerine mesafeli olmak gibi en azından ahlaki duruşu zorunlu kılar. Bu anlamda Müslüman aydınların hiç de iyi bir sınav vermediği rahatlıkla söylenebilir. Muhalif olmayı entelektüel olmanın temel şartı olarak koyan yaklaşıma bile varmadan, siyasal tercihten çok eklemlenmeye dönüşen bu ilişki biçiminin sorgulanması gerekir.
Üretmekten çok iflah olmaz muhalefetten, sorumsuz entelektüel tavırdan bahsetmediğim açık. Aydın olmak siyasete bigane kalmayı değil gerektiğinde siyasi tavır koyabilme cesaretini gerektirir. Aydın sorumluluğu siyasi tavrı gereği muhalif olmak kadar uyarıcılığı gerektirir. Bu uyarıcılığın anlamlı ve tutarlı olabilmesi için eklemlenme bir yana her ne pahasına olursa olsun bağımsızlığını korumayı zorunlu kılar.
Bir partiye oyunu değil ama iktidarı layık gören seçkinci reflekste ortaya kendini gösteren sistem içi tavır karşısında (burada söz konusu olan başta AKP) aydın tavrına, uyarıcılığına, eleştiriye en fazla ihtiyaç duyulan bir siyasi ortamdan geçiliyor. Oluşturulan aşiret öfkesine dayalı bir siyasi kamplaşma karşısında adeta sokaktaki adam tavrıyla aydın olmanın bir arada düşünülemeyeceğini tartışmaya gerek yok.
Gerek iktidar dönemi gerekse son seçim sürecinde İslamcı aydınların bu sınavdan geçtiği söylenemez. Siyasi tercihi ne olursa olsun özellikle medyadan fikir üretimine kadar geniş yelpazede boy gösterenlerin eleştirel tavır bir yana adeta eklemlenmiş bir görüntü vermeleri hem bu ülkenin geleceği hem seslendirdikleri duyarlılıklar adına iç karartıcı bir durum.
Bu süreçte, her şeyden önce bizzat muhtemel muhafazakar iktidarın her zamankinden daha fazla uyarıya, eleştiriye ihtiyacı olacak. Bağımsızlığını koruyamamış aydın kesimden ne tutarlılık beklenebilir ne de eleştirel tavır.
Kaynak:Yeni Şafak