Seçim dilini anlama ve anlamlandırma

Seçim sathı mailine girerken yükselen tansiyonun bilindik seçim heyecanından farklı bir havasının olduğunun herkes farkında. Seçim atmosferinde kullanılan aşırı dilin, her şey olup bittikten sonra, seçim kampanyasında serdedildiğine karar verip, bunu ciddiye almamayı yeğler siyasetçiler. Ciddiye aldıkları takdirde o aşırı dille bütün siyasal iletişimlerini koparmaları gerekir. Türkiye'deki politikacıların genel politik etik anlayışlarıyla örtüşen bir tutumdur bu...

Halkın siyasi tercihlerine katılmamak, eleştirmek hatta tam karşısında olmak mümkün; farklı, sıradışı olmayı, özgüven sahibi biri olarak tercih yapma anlamında değerli de bulurum. Ne var ki, dünya görüşünüz ne olursa olsun toplumun siyasal tercihlerini kabul etmekle anlamaya çalışmak başka şeydir. Türk eliti, büyük oranda sol gelenekten gelen aydınlar, toplumun değerlerini kabul etmedikleri gibi anlamaya da çalışmadılar. Aksine anlamadıkları bir toplum için toplum mühendisliği uygulamaktan, bu yönde projeler geliştirmekten hiç geri durmadılar ve hatta bunu bir aydın sorumluluğu(!) içinde gerçekleştirmeye çalıştılar. Bir tür mistik vecd halinde, adanmışlık duygusuyla toplumu aydınlatmayı, dönüştürmeyi görev bildiler.

Pazar günü Eminönü meydanını göz önüne getirelim. Yerde sergiledikleri malları satmaya çalışan işportacılar, balık-ekmek hazırlayan yarı-tekne, yarı-lokantaları dolduran şalgamlı, soğanlı balık yiyenler... Bir de seçim kampanyasının gürültüsü ve hareketliliğini ilave edin. Orta yaşlarda bir çift... Arkadan bağladığı uzun saçlarıyla erkeğin ve çağdaş görünümüyle kadının kendilerini farklı bir ülkede gibi hissettikleri etraflarına bakışlarından anlaşılıyor. Bir ara kadın: 'Şu insanlara bak! Bunlar böyle olduğu müddetçe bu adamın iktidarı sonsuza kadar sürer' diyor. Bir vatandaş tepkisi olarak hiç de yabancısı olmadığımız bir replik adeta.

Anlamaktan çok itham etmeye, saygı duymaktan çok biçim vermeye ayarlı belli bakışın seçimlerde daha bariz ortaya çıkması, saklanmaya çalışılan, bastırılmış duyguların daha görünür hale gelmesi... Toplumu anlamamakta direnen elitist yabancılaşmanın en iyi anlaşılabileceği dönemler olsa gerek. Siyasetin acımasızlığı, ilkesizliği de devreye girince zihin kodlarını okumayı kolaylaştıran malzemeler saçılıyor.

Mesela Hürriyet'in Pazar günkü miting haberi, tipik irtica ve bölücü refleksinin dışavurumu gibiydi. Sayfanın bir kısmında şehrin ortasında Nevruzlu tehdit başlığı uygun görülürken, Nevruz kutlamalarında açılan bir pankart öne çıkarılmış. Bu pankart ne kadar o kitleyi temsil ediyor?

Ama sayfanın manşeti iktidar mitingiyle alakalı... Mitingi twitter mesajı üzerinden görmeyi yeğlemesine bir gazetecilik tercihi denebilir. Ancak mitingle ilgili seçilen resimler, hem hala aşılamamış önyargının dışavurumunun, hem de bu bakışın kitleler üzerinde nasıl bir etki yaptığını görememenin medyatik açılımıydı. Yan yana dört resim paylaşılmış manşetten: Ellerinde 99'luk tespihle beyaz sarıklı, cübbeli iki kişi... Diğer karede başına fes geçirmiş Tanzimat kalem efendilerini çağrıştıran iki genç... Bir diğer karede ise namaz kılan mantolu bir kadın ve iki elinde Türk bayrağı sallayan çarşaflı bir kadın...

Giyiminden hayat tarzına kadar birbirinden çok farklı milyonu aşkın kitle içinde özenle seçilen bu kareler sadece nasıl bir algı oluşturulmak istendiğini değil, nasıl bakıldığını da gösteriyor. Oysa genel muhafazakâr kodlarına rağmen bu kitlenin adeta İstanbul ortalaması olduğunu söylemeye gerek yok.

Sayfanın verdiği mesaj; bir yanda ayrılıkçı savaş tehdidi, diğer tarafta irticanın gerçek yüzü! Çok bayatlamış, hatta kirlenmiş seçkinci bir bakışa sahip olsa da eskimeyen bir şey var. O da: tepeden bakan aşağılayıcı dil. Daha doğrusu anlamayı ve anlamlandırmayı engelleyen bir kibir.

Bu dilin muhafazakâr kitledeki karşılığı, oyları bir partiyi iktidara getirse bile hala birilerinin onlara bu ülkenin ikinci sınıf vatandaşı gözüyle bakmaya devam ettiğini hissettirmesidir. Büyük çoğunlukla destekledikleri partileri iktidara gelse bile kendilerini muhalefette hissetmeleridir. Bu hissiyat, bunca olup bitene rağmen muhafazakar sağ kitleyi, büyük bir tehdit algısıyla kenetlenmeye itiyor.

Bir başka gerçek de, bu savunma refleksinin siyasi iktidar etrafında özeleştiriyi bile ertelemeye neden olduğudur. Anlamlandırma noksanlığı ile savunma refleksi birbirini besledikçe siyasetin normal mecrasına oturmayacağı açıktır.

Daha entelektüel düzeyde AKP iktidarına yoğun eleştiriler getiren Birikim Dergisi'nde Ömer Laçiner'in yazısı bu anlamda sosyalist geleneğin bakışına dair önemli ipuçları veriyor. Erdoğan ve AKP iktidarını yolsuzluk ve diktatörleşme bağlamında eleştiren ve bunu iktidar sahiplerinin ait olduğu muhafazakâr geleneğin fikri kodları çerçevesine oturtan yazıdaki öfke patlamasını anlayabiliyorum. Ancak yazı biterken şu cümlenin ne türden bir seçkincilik, ne türden bir aşağılama ve toptancılık olduğunu anlamlandırmak zor: 'AKP'nin 30 Mart'taki oy oranının % 33'ü geçen her miktarının bu toplumun genel kalite notundan misliyle düşülmesi gerekecektir.'

Bu kadar kesin rakamsal bir ifade, nasıl bir toptancılığın dışavurumudur. Ne muhafazakârların şimdi yaptığı gibi tek değer ölçüsü olarak 'milleti' alanlardanım, ne de sol gelenek gibi halkçı söylemi kutsayanlardanım. Toplumlar da yozlaşabilir, ahlaki çöküntü yaşayabilir. Bunu söylemek başka bir şey...  <<<DEVAMI>>>