Sayın Gül'den bir jest daha bekliyorum

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, kızı Kübra'nın düğününü yaptı. Aileleri tebrik ediyor, genç evlilere mutluluklar diliyorum.

Bu arada düğün vesilesi ile sayın Gül'ün bir jesti öne çıktı, onun sembolik anlamını değerlendirmek ve farklı bir öneride bulunmak istiyorum.

Gül ailesi, düğünden önce yaptığı çağrıda, düğün hediyesi gönderilmemesini, hediye göndereceklerin Kayseri'de genç evliler adına açılacak bir hatıra ormanına fidan dikmelerini istedi.

Bu, benim bir süredir cemaat vs gibi sivil oluşumların gündemine taşımaya çalıştığım çok güzel bir tercihti. Demek evliler için ya da yeni doğanlar için hediye yerine ağaç dikilebilecek, veya vefat edenler için çelenk göndermek yerine ağaçlandırma kampanyasına katılınabilecekti. Türkiye'nin her yanında doğanlar ve vefat edenler adına ağaçların yükselmesi ne kadar güzel olurdu!

Baba Gül'ün düğün günü yaptığı jest ise daha farklı oldu.

Yapılan uyarılara rağmen gelen hediyeler vardı. Sayın Cumhurbaşkanı, geline ve damada bir öneride bulundu: Çok özel aile hediyeleri dışında kalanların şehit ailelerine dağıtılmasını teklif etti. Gelin ve damat da bu teklifi kabul ettiler. Böylece, Cumhurbaşkanı'nın ve çocuklarının dünyasından şehit ailelerinin dünyalarına bir sevgi hamlesi daha gerçekleşmiş oldu.

Bu, sayın Gül'ün, Cumhurbaşkanlığına geldiğinden bu naya üçüncü jesti oluyor.

İlk gezisini Doğu – Güneydoğu'ya yaptı. Bölge halkı ile kucaklaştı, bölgede görev yapan askerle iftar sofrasına oturdu.

Sonra şehit ve gazi ailelerine Çankaya Köşkü'nde iftar verdi.

Ve şimdi, çocuklarının düğün ortamında, şehit ailelerine yönelik "Siz matemde iken düğün yapıyoruz zannetmeyin, sizi unutmadık" mesajı niteliğinde bir jest.

Bunları, çok önemli insani hassasiyetler olarak değerlendiriyorum ve yaşadığımız sancılar içerisinden, tam da böyle insani jestlerle çıkabileceğimizi düşünüyorum.

Türkiye'nin bir gönül seferberliğine ihtiyacı var.

Ramazan ikliminde bu, bir ölçüde gerçekleştirildi. Yıkılmışlar ve umutsuzlar dünyasına umut taşındı.

Doğu – Güneydoğu'nun ihtiyacı olan gönül seferberliği için ise, çok daha geniş bir hamle gerekiyor.

Meselenin çok farklı boyutları var çünkü. Çok farklı, girift ve zor.

Sayın Gül, şu ana kadar bir kaneviçenin ilk nakışlarını koydu ve güzel koydu.

Bölge halkı ile kucaklaştı, askerlerle kucaklaştı ve şehit aileleri ile kucaklaştı.

Gönül yaralarını sarma noktasında bir adım daha atılabilir diye düşünüyorum.

Şehit aileleri ile yakınlığı bir güne, yaraların sıcak olduğu anlara münhasır kılmamak lazım. O ilişki sürekli bir ilişki olmalı. Anaların yüreğinde yara hiç kapanmıyor. "Sizi ve evlatlarınızı unutmadık", mesajı, sürekli gidebilmeli şehit ailelerine.

Bu devam ederken bir şey daha yapılmalı diyorum.

Doğu – Güneydoğu'da evlatları dağa çıkmış anneler var.

Acaba nasıldır o anneler?

Ne haldedirler? Dağ nedir onlar için? çocuk nedir?

Onlarla ilişki nasıl olmalıdır?

Onların da ulaşılması gereken bir yüreği var mıdır?

Şimdi burada biraz duralım ve bir başka konuya geçelim.

Bilmiyorum, Babam ve Oğlum filmini seyrettiniz mi?

Pek çok insan göz yaşları içinde seyretti o filmi.

70'li yıllarda örgüte katılmak için ailesini terk eden, sonra geri dönen bir gencin babası ile ilişkisi anlatılır o filmde.

Baba "Gitme" demiştir oğluna, oğul babayı dinlemeyip gitmiştir. Sonra oğul yenilmiş ve hastalanmış olarak geri dönmüş ve kısa süre içinde de vefat etmiştir.

Baba, giderken oğlunun önünde duramadığı için kendini suçlu hissetmektedir.

"Gitme demeliydim oğluma, gitme demeliydim" diye dövünür. Aklını kaçırmak üzeredir.

Bu arada geride kalan oğul, uzaktan koşarak gelir, babasına çarpar ve yere devirir onu... Mesaj şudur: İstesen bile önleyebilir miydin oğulun gidişini...

Doğu – Güneydoğu'da oğulların – kızların dağa gidişi çoğunlukla böyle olmuştur. Ana – babayı yıkarak, devirerek...

Bazen de, veya çoğu zaman da, örgüt zoruyla...

Bir mezrada, kapıya dayanan militanlar, askere kız veya oğul almışlar, analar ve babalar çaresiz kalmıştır. Korku insani bir şeydir çünkü.

Şimdi, o anaların - babaların da yüreği yangın yeridir.

Dağda ölür evlatlar. Evlat evlattır. İçi yanar ana – babaların.

Peki ne yapılabilir?

Bir jest yapılabilir diyorum:

Cumhurbaşkanı Gül'e yakışacak bir jest.

Evlatları dağa çıkmış anaları toplayabilir sayın cumhurbaşkanı...

Onları bugüne kadar terör örgütü toplayıp kullanmak istedi. Meydanlara sürdü, slogan attırdı, gösteri yaptırdı.

Oysa PKK ile onların ne işi vardı.

Cumhurbaşkanı Gül o anneleri toplasa ve dağdaki evlatların inip teslim olması için bir hareket başlatsa...

"Devlet olarak ana babaları anlıyoruz. Hiçbir annenin yüreğine kor düşsün istemiyoruz.

Evlatları kurtarmak istiyoruz. Yüreği sönen her genç Türkiye için kayıptır."

Bu mesaj yankılansa tüm bölgede...

Diyarbakır meydanından on binlerce anne bir gün şöyle seslense dağlara:

-Dön yavrum, bu çatışmanın sonu yok, dön evine.

Türkiye, böyle bir çağrıyı üretmelidir. Türkiye'nin barışı bu çağrıdadır. Ve cumhurbaşkanı Gül, böyle bir barış çığırının inşasında önemli bir misyon ifa edebilir.

Ben, Türkiye'nin devlet adına daha çok şefkate ihtiyacı bulunduğunu düşünüyorum. Daha çok, daha çok!