Savaşın gerçek mâliyeti


Paul Craig Roberts

Obama’nın “Irak savaşının sonu” başlıklı konuşması, ona karşı hissedilen inancın son kırıntılarını da yok etmiş olmalıdır. Hem kendi destekçilerini hem de onu Müslüman ve Marksist diyerek itham eden sağcı savaş çığırtkanlarını zoraki yatıştıran Obama, Orwellvâri ikili anlatıma başvurdu. Savaşın sadece sona erdiğini ilan edebildi ve savaşı başlatan başkanı, savaşan askerleri yüceltti. Amerikalılar değilse de dünyanın diğer fânileri, bu savaşın yalanlar ve aldatma üzerine kurulduğunu şimdiye kadar çoktan biliyorlar. Amerikan askerleri bir yalan uğruna öldüler.

Başkan Obama, Irak’ı özgürleştirmenin bedelinden bahsetti. İyi de Irak özgürleşti mi yahut Amerikan kuklası politikacıların elinde olan ve halen 50.000 Amerikan askerinin, 200.000 paralı askerin ve taşeronların bulunduğu, dünyadaki en iri büyükelçilikten daha doğrusu müstahkem kaleden yönetilmiyor mu?

Başkan Obama, özgürleşmenin Iraklılara kaça patladığından bahsetmedi. Çoğu çocuk ve kadın, hayatını kaybeden hesapsız sayıda Iraklıdan bahsetmedi. Tahminler 100.000 ila 1.000.000 arasında değişiyor. Hesapsız sayıda yetimden, sakat kalan çocuklardan, evlerini terk etmiş 4.000.000 Iraklı’dan, profesyonel meslek sahibi orta sınıf Iraklıların ülkeyi terk edişlerinden, yıkılıp imha edilmiş evler, altyapılar, köyler ve şehirlerden ve de Amerika’nın ününden geriye kalan artık her ne ise, onun yok edilişinden bahsetmedi.

Obama’nın Irak’a Amerikan “taahhüdü” resminde bunların hiçbiri yoktu. Öyle bir taahhüt ki Iraklılara barışı götürmüş ve yıkılmış bir Irak, Amerikan kuklası olsun ve Washington’dan tâlimat alsın diye onları Saddam Hüseyin’den özgürleştirmiş.
Amerikan yönetiminin, Amerika’yı kitle imha silahlarından ve el Kaide teröristlerinden korumak için Irak’ın işgali gerekliymiş numarasını artık daha fazla sürdürmesi imkânsız olduğundan dolayı, Amerikan yönetiminin dev savaş suçları gerekçesi, Amerikalılar gibi muhaliflerine işkence yapan Saddam Hüseyin’i ortadan kaldırmayla sonuçlanmıştır.
Müflis ABD’nin, borç alınmış trilyonlarca doları, Iraklıları zorbalıktan kurtarmak amacıyla sırf bir adamı, Saddam Hüseyin’i ortadan kaldırmak için harcadığına Amerika’nın bayrak sallayan süper-vatanperverleri arasındaki en kalınkafalılar dâhil yeryüzünde inanan kimse var mı? Buna inanan kimse delidir.

Saddam Hüseyin, bundan çok daha az bir para teklif edilseydi istifa ederdi.
Amerikalılar, “Irak’ı zorbalıktan kurtarma” bahanesindeki istihzayı görebiliyorlar mı? Irak’a karşı yeni-muhafazakâr savaşın en büyük bedeli 3 trilyon dolar veya ölü ve sakat kalmış Amerikalılar ve parçalanmış aileler değildir. Bu şerli savaşın en büyük bedeli, Amerikan Anayasası’nın ve Amerikan sivil özgürlüklerinin imha edilmiş olmasıdır.

Bush/Cheney/Obama Ulusal Güvenlik devleti, Anayasası’nın ve sivil özgürlüklerin içini boşalttı. Geriye hiçbir şey kalmadı. Faşist Cumhuriyetçi Federalist Topluluğu, başkan’ın hukukun üstünde olduğu hükmünü verecek yeterli sayıda hâkimi yargıya yerleştirdi. Başkan, mahkeme izni olmaksızın Amerikan vatandaşları aleyhinde casusluk karşıtı kanuna riayet etmek zorunda değil. ABD başkanı, işkence karşıtı Amerikan kanunlarına ve uluslararası hukuka riayet etmek zorunda değil.

Başkan, savaş ilanı salâhiyetini yalnızca Kongre’ye veren Anayasa’ya riayet etmek zorunda değil. Başkan, “ulusal güvenlikle” gerekçelendirdiği müddetçe her ne dilerse onu yapabilir.

Amerikan yönetiminin başkanlık tarafı, hesap vermeyen yürütme organı, yücedir. Sorumsuz yürütme organının her hangi bir yerindeki birileri, kimi Amerikan vatandaşlarını “tehdit” olarak görürse, başkan, yurtiçi ve yurtdışındaki Amerikalıların öldürülmesi emrini verebilir ve bundan sorumlu tutulamaz.


Önce cinayet. Sonra hesap ver-mek diye bir şey yok. Yürütme organı, yargıdan çok az müdahale görerek ve Kongre’nin desteğini alarak, Amerikan Anayasası’nı ortadan kaldırmak için tektaraflı, hesabı verilmeyen güç kullanıyor. Yürütme gücü, Amerika’nın kendi ülkelerini işgal ve istila etmesine karşı çıkan yabancı muhalifleri terörist ilan ediyor; ne savaş hukukuna ne de Amerikan ceza hukukuna tâbi tutulmuyorlar dolayısıyla da hukuki itham yahut delil olmaksızın, süresiz işkence ve tutuklamaya maruzlar.

Bush/Cheney rejiminin mirâsı bu ve bu mücrim rejim, Obama tahtında devam ediyor.
Amerika’nın “terörle savaşı” ki bir uydurmadır, Orta Çağların hesap vermeyen zindanlarını ve Magna Carta öncesinde hüküm ferma olan ham zorbalığı yeniden diriltti. Irak’ı özgürleştirmenin, onu Amerikan çıkarları adına halkını satan Amerikan kuklası bir devlete çevirmenin gerçek bedeli budur.

Peki, Amerikalıları Bush/Cheney/neocon/Obama zorbalığından kim kurtarıp özgürleştirecek?

Başkan Obama, Amerika’nın savaş suçlarının Irak’ta sona erdiğini ileri sürüyor fakat Obama, CIA direktörünün “elli yahut daha az sayıda” dediği Afganistan’daki el Kaide üyelerine hâkim olabilmek maksadıyla Amerika’nın savaş suçlarını Afganistan’a ihraç edebilme gücünü ileri sürüyor. Müflis Amerika, “elli ya da daha az sayıda” sözde teröristi kovalamak için şimdi de bir diğer 3 trilyon dolar borç yüklenecek. Obama, borç alınan paralarla yapılan bu olağanüstü israfı örtbas etmek için el Kaide’yi Taliban’la eşitleyerek önceki Amerikan rejimlerinin namussuz uygulamalarını izliyor ki Taliban, kendi toprağında yeşermiştir ve ülkelerini birleştirip bütünleştirmeye bakan yüz binlerce Afganlıdan meydana gelen bir harekettir. Teröristlerle savaşmanın en düşük mâliyetli yolu, Ortadoğu ve Orta Asya’da Amerikan imparatorluğu yaratma çabasını durdurmak ve yerli nüfusa Amerikan kuklası devletler dayatmaya son vermektir.
Avrupa’nın üstün ahlâklarıyla gurur duyan satın alınmış ücretli kukla devletleri, Washington’la aynı safta yer alıyor, ceplerini dolarla dolduran Amerikalı efendilerine itaat ediyorlar. Magna Carta’dan beri zorbalıkla savaşmış Batı, artık hem kendisine hem de dünyanın geri kalanına zorbalık ediyor.

Eğer Hitler veya Stalin galip gelselerdi fark eden ne olurdu? Obama rejimi, yargılama veya delil olmaksızın mahkûm edilen “devlet düşmanlarını” KGB karargâhında (Lubyanka) yapıldığı gibi enselerinden değil de alnından mı vuracak? Başka ne fark var?

Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın