2 Mayıs 2011 tarihinde düzenlenen baskın, 11 Eylül saldırıları kadar gizemlidir. Komplo teorisyenleri ve dünya halkları Obama yönetimine güvenmedikleri takdirde itham edilebilirler mi? Amerikan yönetiminin ulusal güvenlik ve dış politika adına hikâye uydurup olay çıkarırken yakalandığı bir ilk değil bu. 2 Mayıs olayları, Obama yönetiminin bin Ladin’i “adâlet” önüne çıkarma ve terörle savaşı Pakistan’a yayma amacına mükemmel bir şekilde uymaktadır ve Amerikan dış politikasının mekaniğini bilen kişilerin tam olarak farkında olmaları gereken bir şeydir bu. Raymod Davis’in Pakistan’daki terör şebekesini dağıtma konusunda ISI’nın sergilediği gözüpekliğe yakışan bir cevap ve büyük bir istihbarat planı mıydı bu? Yoksa dünyanın en çok aranan teröristini öldürmek için düzenlenmiş bir baskından mı ibarettir?
Abbotabad’da düzenlenen baskının cesur, şaşılası, seçkin, mükemmel, Rambovâri ve hata yapmayan donanma komandolarının yürüttüğü profesyonel bir operasyondan ziyâde Hollywood senaryolarına benzediği bildiriliyor. Profesyonel hakikat imâlatçıları Obama’nın güçlü medya makinesi gibi tam kapasite çalışmaya başladılar. Usame bin Ladin’in 2 Mayıs 2011 tarihinde dünyanın en seçkin komando gücü arasındaki en seçkin birlikler tarafından o evde öldürüldüğüne hiç şüphe yok. Basın açıklamalarının gâyesi buydu ve Batı medyası kurbanlık koyun gibi Obama yönetiminin peşine takıldı.
Ancak aradan geçen üç gün sonra dünya fark etti ki 2 Mayıs’ta kendilerine anlatılan hikâye değişmektedir. Amerikalıların çoğunu çoğu kez aptal yerine koyabilirsiniz fakat dünyanın geri kalanını her zaman aptal yerine koyamazsınız. Amerika, ahlâki üstünlüğünü yıllar önce kaybetmişti: Terör zanlılarının Amerikan toprakları dışında sorgulanması, Guantanamo, Abu Gureyb, basınçlı su ile işkence, Drone saldırıları Ayfa Sıddıki, Blackwater, Raymond Davis…liste uzar gider. Batı dışındaki insanların çoğu Amerikan yönetimine güvenmiyor ve bunda haklılar. Amerikan yalanları ve örtbasları, Müslümanların İslam’la Savaş olduğunu hissettikleri Terörle Savaşta kural haline geldi; kanunsuzluk ve anarşi üstün çıktı ve kana susamış Amerikalılar ABD yönetiminin onlar adına yapacağı her şeyi kabul eder oldular. Bu savaşta şövalyeliğe yer yok zira düşman, düşman değil Batı dünyasının hayat tarzını tehdit eden şerli bir ideolojidir. Bu söylem öyle işe yaradı ki egemen bir ülkenin işgali, Usame bin Ladin diye teşhis edilen silahsız bir adamın soğukkanlılıkla öldürülmesi, kadınların ve çocukların kaçırılması, Batının özgürlük seven halkları tarafından haklı bir iş olarak görülüyor ve müsamahayla karşılanıyor. Dünyanın geri kalanı, ABD yönetiminin yorumladığı şekliyle insan hakları, özgürlük ve adâlet vizyonunu paylaşmadığında bunda şaşılacak bir yön var mıdır?
Donanma komandoları ile Usame bin Ladin arasında yaşanan silahlı çatışma yerini bir anda bambaşka bir hikâyeye bıraktı. 40 dakikalık çatışma sonrasında binada kurşun izlerinin bulunmaması bir savaş bulutuydu belki de. İhtişamın kaybolması ve şehitlik, Usame bin Ladin’in kadınları kalkan olarak kullandığı şeklindeki yalan haberlere rağmen Amerikan halkının iştahını açmamış olabilir. Aslında fikir değiştirilmiş olması öylesine rahatsız edici ki sırf ABD yönetiminin bu olaydan azami siyasi fayda sağlamak için uydurduğu yalanlara işaret ediyor.
Obama’nın ve CIA Başkanı Leon Panetta’nın beyanatları arasındaki çelişki, bin Ladin’in öldürülmesine ve olay yerinde yaşananlara bu ikisinin verdiği tepkiden çok daha etkileyici değil. Panetta, Usame’nin teslim olması halinde CIA politikasının bir gereği olarak onu canlı olarak teslim alırdım dedi (CIA’nin bu politikası ne zamandan beri uygulanır olmuş orası ayrı konu). Obama ise bunun arama ve öldürme misyonu olduğunu açıkça beyan etti. Eğer öncekine inanacaksak, Usame bin Ladin’in bize söylendiği gibi silahsız olduğu doğruysa, o halde öldüğünden emin olmak için ikinci bir kurşun niçin sıkıldı? Eşi olduğu iddia edilen kadın gibi o da ayağından vurulur ve canlı olarak teslim alınabilirdi. İşin doğrusu hukukun ne olduğundan artık hiç kimse emin olamaz zira Terörle Savaşı yürütenler onu başka türlü yorumlayabiliyorlar (…)
CIA ve ISI arasında terörle savaş üzerinde süren çatışma ve Raymond Davis bozgunu, Pakistan’daki gerçeklere âşina olan kişiler nezdinde makul duran bir teoriye işaret etmektedir. Pakistan istihbarat servisinin belki de dünya tarihinin en çok aranan adamından - ki Pakistan Askeri Akademisine birkaç yüz metre uzaklıktaydı - habersiz olması makul değildir. Tüm bir bölgenin bütün dış politika tartışması, Pakistan’ın teröristleri barındırması hakkındadır. Hindistan ve Afganistan “size söylemiştik” diyenlerin ilki oldular ve Pakistan şu an bir açıklama yapması için büyük bir baskı altında tutuluyor. Dolayısıyla ISI’nın Usame bin Ladin’e güvenli geçiş sunarak suç ortağı olduğundan şüphe edilmiyor. Bir zamanlar 2005 Mayıs’ında Ebu Ferac el Libi (ISI’nın yakaladığı üst düzey el Kaide üyesi) tarafından kullanıldığı iddia edilen ana caddedeki bir evin üç bina ötesine saklanmaktan daha emin yerler vardır. Pakistan, terörle savaşta Amerika’ya başka her hangi bir ülkeden çok daha fazla yardımda bulunmuştur ve Usame bin Ladin’i barındırmasının hiçbir anlamı yoktur. Eğer bir nedenden dolayı kendisine güvenli bir barınak verilmiş olsa, Abbotabad veya Pakistan’da başka bir şehirde Raymond Davis’in bin tane adamı olsa yine bulamazlardı. Usame bin Ladin, gizli bir hapishane içerisindeki gizli bir hapishanede tutulur ve dış dünyayla temas kurmasına asla izin verilmezdi. ISI, bin Ladin’e Abbotabad’da ulu orta bir yerde güvenli bir ev sağlayarak uluslararası kınama ve misilleme riskini üstlenmezdi. Basitçe, bu imkânsızdır.
ISI’nın Raymond Davis’i yakalayarak CIA şebekesini çökertme cüreti (pek çok kişi onun CIA istasyon şefi olduğuna inanmaktadır) ve ardından yılların emeği olan yüzlerce elemanını tutuklaması, içlerinden bazılarının öldürülmesi, bu olayın arkasındaki gerçek nedendir. Veziristan’da düzenlenen en büyük Drone saldırısı, Raymond Davis’in serbest bırakılmasının ardından geldi yani ABD, “stratejik ortağının” üzerine öfke ve hüsran duygusunu kustu. Raymond Davis’in (bunun bir takmaad olması muhtemeldir) Nobel ödüllü bir nükleer Fizikçi ile adaş olduğunu kaydedelim. Basit bir tesadüf mü bu?
Bin Ladin’in denize atılması ve her hangi bir fotoğrafik delilin olmayışına bakınca, Usame bin Ladin’in 2 Mayıs 2011 tarihinde basılan evde olmadığını düşünmek mâkul değil mi? Amerikan yönetimi baskından evvel bin Ladin’in o evde olup olmadığından emin olmadıklarını ve ilk gelen haberlerin orada sadece değerli bir hedef olduğu fikrini verdiğini kabul etti. Baskında aile üyelerinin veya başka hedeflerin öldürülmüş olması akla yatkındır. ABD yönetimi bin Ladin’in daha önceki çatışmalarda veya tabiî nedenlerden dolayı öldüğü hakkında güvenilir istihbarat bilgilerine pekâla sahip olabilir. Yeryüzünde bir daha asla yürümeyeceğinden emin olmalarını sağlayacak o aynı video görüntülerini daha önceden edinmiş olabilirler.
Obama azami siyasi manivela gücü edinmek için tüm dünyayı Usame bin Ladin’in ölümü hakkında “bilgilendiriyor”; böylelikle Pakistan’a karşı savaşın ikinci safhasına geçilmiş oldu (Birinci safha Drone saldırılarıydı): Pakistan’daki seçili hedeflere kara operasyonları yapmak. Yasa koyucular iç hukuku ve uluslararası hukuku bir kez daha kendi ulusal çıkarlarına göre yorumladıklarından dolayı bunun uluslararası hukukun hilafına bir savaş sebebi olduğu gerçeği gözden kaçmıyor.
Egemen bir Pakistan’ın Usame bin Ladin’in öldürülmesiyle ilgili delil talep etmesi ve bir daha hava sahasını ve egemenliğini ihlal etmemesi için ABD’yi uyarması beklenir. Bize anlatılanlara inanacak olursak, Usame bin Ladin “sol gözünden vuruldu ve kafatası parçalandı.” Bu durumda altı aydır yaşamakta olduğu o evde DNA araması yapılabilir. ISI, Usame’nin varlığına delil olarak saç, cilt ve tırnak parçalarını kolaylıkla bulabilir. Delil yokluğu, tüm bir hikâyeyi Amerika’nın uydurduğu hayal mahsülü bir hikâyeye çevirir.
Pakistan hükümeti, her şeyden önce Usame bin Ladin’in orada bulunmadığını kanıtladığı takdirde Obama’nın gözü dönmüş bir halde can attığı savaşı engellemek için vahim bir şekilde ihtiyaç duyduğu diplomatik atağı gerçekleştirebilir. Bu savaşın ikinci safhasının durdurulamaması, uluslararası hukuk ve Pakistan’ın egemenliği hilafına ABD yönetiminin Drone saldırılarına ve komando baskınlarına yüreklendirilmesi anlamına gelir. Pakistan’ın nükleer varlıklarını etkisizleştirme amacına ulaşılacaksa, vakti geldiğinde, kaçınılmaz olarak müeyyidelere, hava saldırılarına ve topyekûn savaşa dönebilir bu. Bush, hiçbir delil olmaksızın, terör ve kitle imha silahları bahanesiyle Irak’ı işgal etmişti; uluslararası hukukun hilafına ve uluslararası câmianın desteği olmaksızın.
Obama, beyan edilmiş bir nükleer kapasitesi olan ve kendi topraklarında teröristlerin yakalandığını kabul etmiş bir Pakistan’a savaş ilan edemez mi? Gerçekte 2 Mayıs 2011’de sıkılan kurşunlar siyasiydi ve ABD yönetiminin terörle savaşın ikinci safhasında uygulamaya koyacağı yeni muharebe kurallarını ayarlamıştır.
Yazar hakkında: Avukat
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı