Sarkozy'ye hediye yolda!


 
 
Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin zor bir evreden geçtiği biliniyor. Bir türlü AB'ye girememe, ama dışında da kalmama hali oldukça bezdirici. Bu durumda Türkiye'nin yeterli gayreti gösterememesi kadar AB'nin bazı üyelerinin katiyen Türkiye'yi aralarında görmek istememelerinin de etkisi büyük.

Türkiye AB'ye girmesin, hatta bu yolda bile kalmasın diyen ülkelerin bugüne kadarki gerekçeleri diğer üyeler tarafından pek makbul bulunmamış ve Türkiye kör-topal yol almıştı. Hatta Türkiye'ye sadece Müslüman çoğunluk nedeniyle karşı çıkanlar olmuş, fakat diğerleri demokratik hukuk devletlerinden oluşan AB'de bu tür gerekçeler ileri sürmenin ayıp olduğunu söylemişlerdi. 'Türkiye büyük, kalabalık, 2020'de nüfusları 120 milyon olur' diyerek karşı çıkanların önüne hesaplar konmuş ve ne nüfusun o kadar artacağı ne de büyüklüğün kötü bir şey olduğu anlatılmıştı.

Türkiye'yi istemeyenlerin gerekçelerinin tek tek çürütülmesinin mümkün, ancak kamuoyu tutumlarının değiştirilmesinin zor olduğu bir aşamadan geçiliyordu. Ancak şimdi koşullar biraz değişiyor, Türkiye'nin karşıt devletlerin gerekçelerini çürütmesi giderek daha zor, kamuoylarını ikna etmesi ise neredeyse imkansız hale geliyor.

Türkiye'nin işinin daha zor olmasının nedenlerinden biri AB'nin, diğeri de Türkiye'nin geleceğinin belirsiz olması. İrlanda'nın referandumda Lizbon Antlaşmasını reddetmesi sonrasında nasıl yol alınacağı henüz bilinmiyor. Fransa gibi ülkelerin, durumu fırsat bilerek genişlemenin durdurulmasını savunmaları da şaşırtıcı değil. Lizbon anlaşmasının yeni üyelere yeni koşullar getirilmesine izin verdiği biliniyor. Anlaşma AB için geçerli olmazsa, Türkiye gibi adayların üyelikleri Nice Anlaşması'na göre yürüyecek, yani AB nezdinde ortak engelleme önlemi alınamayacak. Bu durumda mesele, Türkiye'yi istemeyenlerin isteyenleri ikna etmesine kalacak.

Türkiye'yi istemeyenlerin isteyenleri ikna etmesi, ne yazık ki bundan sonra daha kolay olabilir. Türkiye karşıtları, her türlü gerekçelerini parti kapatma davasına bağlayabilirler. Bundan sonra 'Türkiye'nin çoğunluğu Müslüman ve bu Avrupa kültürüyle bağdaşmaz' demez, onun yerine 'Müslümanlar demokratik devlet sahibi olamaz' diyebilirler; Türkiye'deki demokrasi ve hukuk devleti zayıf demezler, zaten bunlar yok diyebilirler; Türkiye kalkınmakta olan ülke demez, sürekli ekonomik risk sahibi ülke diyebilirler. Fransa ya da Almanya'nın, Türkiye'nin üyeliğini savunan İspanya, İtalya ve İngiltere'ye 'biz size dememiş miydik' diyeceklerini duyar gibiyiz. Kısacası AKP'nin kapatılmasına ilişkin davanın Sarkozy ve Merkel'i ne kadar sevindirebileceğini düşünmek zor değil.

AKP'nin kapatılmasını destekleyenler, Avrupa'nın Türkiye'yi anlamadığını, ülkenin kendine özgü koşulları bulunduğunu ve hatta bu davanın tam da 'modernleşme' önündeki engellerin kaldırılması adına açıldığını savunabilirler. AB'deki her ülke özel olduğuna göre Türkiye'nin kendisini daha özel olarak açıklamasının bir anlamı olmayabilir. Gerekçeler nasıl ifade edilirse edilsin, durum Türkiye'nin AB içine girmesine gerek olmayacak kadar 'özel' olduğunu ortaya koyması anlamına gelir. Bu durumda Sarkozy ve Merkel bir kez daha çok sevinirler. Çünkü onlar Türkiye'yi ne içeride ne dışarıda gören, yani 'özel statü' isteyen ekibin sesleri. Bu statüye Türkiye'yi nasıl ikna ederiz diye düşünmelerine hiç gerek kalmayıp Türkiye'nin kendisinin buraya yuvarlandığını izlemeleri mümkün.

Garip durum. Kapatma davasını destekleyenler, sırf AKP karşıtlığından hareket ederken Türkiye karşıtlarına da yardım etmiş oluyorlar.
 
 
Kaynak: Star