Sarkozy'nin cumhurbaşkanlığı, sosyal zihniyetli Fransa'nın küresel kapitalizme teslim oluşu anlamına geliyor. 'Sarkozyizm', 'ahlaki kriz' ve 'çöküş'ten bahsederek neoliberal reformların 'kaçınılmazlığını' haklılaştırmayı ve Anglo-Amerikan kapitalizminin benimsenmesini amaçlıyor
Nicolas Sarkozy kimdir? Fransa için siyasi projesi nedir? Galyalı bir Thatchercı, gizli bir yeni muhafazakâr mıdır? Yoksa devlet planlamasından yana bir tür kılık değiştirmiş sosyalist midir? Birbiriyle çatışan bütün bu yorumlar yanlış. 'Sarkozyizm' aslında Fransız sağının Orleancı ve Bonapartçı geleneklerinin (Giscard d'Estaing'in ekonomik liberalizmiyle De Gaulle'ün popülizmi ve otoriterliğinin) birleştirilmiş ve bunların üstüne çok geniş yelpazeden ideolojik referanslar serpiştirilmiş hali. Fransa cumhurbaşkanı konuşmalarında solcu isimlerden (Jaures ve Blum) ve aşırı sağcı düşünürlerden (Barres) özenli alıntılar yapıyor.
Dikkat dağıtmada ustalaştı
Bu saçma tutum en iyisinden komik, en kötüsünden endişe verici olarak değerlendirilebilir. Sarkozy aynı zamanda medyayı eğlendirmeye, yönlendirmeye ve ona çatmaya hevesli 'Berlusconivari bir soytarı' olarak da görülebilir. Cumhurbaşkanı için siyasi haberler kötü seyrettiğinde 'Şovmen Sarko' dikkatleri dağıtmak için ortaya atılıyor. Eski top model Carla Bruni'yle ilişkisini kamuya açıklayarak 'tiksindirici ikiyüzlülük geleneğinden kopmak'taki başarısını borazanla duyurmak için dün Paris'te gazetecilerin önüne çıktı.
Göz alıcı saat ve güneş gözlüğü tercihleri, kaymak tabaka karşısındaki büyülenmişliği ona şimdiden 'Gösterişli Cumhurbaşkanı' gibi kötü bir lakap kazandırmış durumda.
Ancak tüm bu gösteriş ve dedikodu artan bir rahatsızlığı gizliyor. Sarkozy cumhurbaşkanlığındaki yedinci ayını doldururken, Fransız seçmenlerin çoğunluğu akşamdan kalmış gibiler. Gazetelerin yaptığı anketler Sarkozy'ye desteğin azaldığını ortaya koyuyor.
İlk icraatları hali vakti daha az yerinde olanlar için tamamıyla hayal kırıklığı yarattı. Kısa süre önce yapılan bir ankete göre halkın ancak dörtte biri Sarkozy'nin ekonomik durumlarını düzelteceğine inanıyor.
Bir yandan para olmadığı gerekçesiyle asgari ücreti artırmayı reddederken (hem de aynı dönemde kendine yüzde 170'lik maaş artışı yapmasına rağmen), sağlık ödeneklerini kısarken, en yoksul haneler için televizyon lisans ücreti getirirken, diğer yandan veraset vergisini azalttı ve yüksek gelir üzerindeki vergileri indirdi.
'Daha fazla kazanç için daha fazla çalışma' şeklindeki kampanya sloganı fos çıktı. Mayıs 2007'den önce de haftalık yasal 35 saatilik süreden daha fazla çalışmak mümkündü. Sarkozy'nin 'işi serbestleştirmesi' diye bir şey gerçekleşmedi, zira böyle bir hak daha önceden vardı. Onun kararlaştırdığı şey, 35 saatlik yasal çalışma sınırının üstündeki tüm çalışma saatlerinin bundan böyle daha yüksek bir orandan ücretlendirilmemesiydi.
Bu, ücretli işçilerin aslında daha az kazanmak için daha fazla çalışacakları manasına geliyor.
Fransız işveren örgütü Medef'in eski başkan vekillerinden Denis Kessler, Sarkozy'nin niyetleri konusunda açıksözlü davranarak, "Fransız sosyal devleti De Gaullecüler ve komünistler arasındaki savaş sonrası uzlaşmanın ürünüdür. Şimdi bunu reforme etmenin zamanı geldi ve hükümet bunun üzerinde çalışıyor" diyor. Sarkozy'nin öve öve bitiremediği 'kopuş' aslında Anglo-Amerikan tarzı kapitalizmi benimsemek için Fransa'nın daha sosyal zihniyetli kapitalizmine yapılacak tarihsel vedadan ibaret. Böylesi bir değişiklik alenen gerçekleşemez. İlk olarak seçmenlerinden bazıları böylece Sarkozy'nın planlamadan yana tavrının sadece göstermelik olduğunun farkına varır. İkincisi Fransa'da hâlâ Thatcher tarzı ekonomik reformlara destek verecek bir çoğunluk bulunmuyor.
Sarkozy'nin durmaksızın 'ulusal mutabakat' peşinde koşması solu, sendikaları ve halkı zararsız hale getirme arzusunun bir parçası.
Söz konusu plebisitçi tavır sosyal devleti yıkmaya yönelik ideolojik girişimini siyasetin ötesindeymiş gibi göstermeyi amaçlıyor. Bu, aynı zamanda ideolojik farklılıkları aşmanın da yolu. Böylesi bir hilekârlık onun ekonomik yeniden dağıtım konusunda net bir tavır almaktan kaçınmasına olanak tanıdı. Geçtiğimiz ay Paris'te ayaklanmalar yeniden patlak verdiğinde, cumhurbaşkanı banliyölerdeki durumun sadece bir asayiş mevzusu olduğunu belirtti ve ağzından, ayaklanan kişilerin çoğunun içinde bulunduğu sefil sosyoekonomik koşullara dair tek bir laf bile çıkmadı.
Muhaliflerini etkisizleştirdi
Fransız cumhurbaşkanı ayrıca başlıca siyasi muhaliflerini de etkisiz hale getirmeyi başardı. Partisiyle çatışan bir grup sosyalisti Başbakan François Fillon'un kabinesine atamak bunun tipik bir örneği. Aslında Sosyalist Parti'nin cumhurbaşkanı adayı Segolene Royal'in seçim öncesi yürüttüğü muhafazakâr kampanyanın söz konusu sosyalistleri sağa kaymak konusunda zımnen cesaretlendirdiği de iddia edilebilir.
Filozof Alain Badiou, Sarkozy'nin siyasetini 'transandantal Pétainizm' diye adlandırıyor. Bu, Sarkozy bir faşisttir demek değil. Buradaki kıyaslama Sarkozy'nin tıpkı Vichy rejiminin lideri gibi 'yenilenmeden' ve 'kopuştan' bahsederken, Fransa'nın teslimiyetinin mimarı olduğunun altını çizmeye yararlı oluyor. General Petain'in vakasında Almanlara teslim olmuşlardı.
Sarkozy'nin vakasındaysa küresel kapitalizme ve Amerikan hegemonyasına teslim oluyorlar. Tıpkı Pétain gibi Sarkozy de takıntılı biçimde 'ahlaki krizden' ve 'çöküşten' bahsediyor ki, bunlar (neoliberal) reformların 'kaçınılmazlığını' haklılaştırmak için maharetle seçilmiş kavramlar. Pétain Fransa'nın Nazi Almanyası'nı taklit etmesi gerektiğini düşünüyordu. Sarkozy ise ABD ve Britanya'nın ekonomik 'modellerine' öykünüyor. Pétain 1940'taki yenilgiyi tamamıyla Halk Cephesi'nin solcu hükümetine bağlıyordu. Sarkozy Fransa'daki çöküşün başlangıcı olarak öğrenciler ve işçilerin Mayıs 1968'deki eşitlikçi mücadelelerini görüyor.
İdeolojik açıdan 'Sarkozyizm' manasız bir bütüne denk geliyor.
Sosyoekonomik açısındansa kendini şaşmaz biçimde küresel kapitalizmin ekonomik gündemini gerçekleştirmeye adamış durumda.
Kaynak: Radikal