Samimiyeti gözden geçirmek

Türkiye ve İsrail hükümetleri arasında Davos'taki kriz sonrası ortaya çıkan, geçtiğimiz hafta Türk Silahlı Kuvvetleri'nin "Anadolu Kartalı" adlı askerî tatbikatına geleneklerin dışına çıkarak İsrail'i davet etmemesiyle birlikte, TRT'de yayımlanan "Ayrılık" dizisi sonucu nükseden gerginlik, yara alan İsrail-Türkiye ilişkilerini tekrar gündeme getirdi.

Mevcut durumu değerlendirebilmek için toplumlar-arası ve ikili devlet ilişkilerinin yakın tarihine bir göz atmak gerekiyor. 15. yüzyılda İspanya'dan kovulan ve 20. yüzyılda Nazi soykırımından kaçan Yahudilere topraklarını açan Türkler, yüzyıllar boyunca Yahudilerin dinî inancına ve etnik kimliklerine saygı duyup, aynı topraklar içerisinde barış ve huzur içerisinde birlikte yaşamışlardır. Cumhuriyet döneminde de Türkiye, 28 Mart 1949'da İsrail'i diplomatik olarak tanıyan ilk Müslüman ülke olarak Arap ülkeleri ile arasını açma pahasına İsrail devleti ile yakın siyasal ilişkiler kurmuş ve bütün bu siyasî ve sosyal ilişkilerin sonucu olarak 1990 sonrasında da Türkiye-İsrail ilişkileri ekonomik, teknolojik ve askerî boyutlarda güçlenmiştir.

YAHUDİ KURULUŞLARININ TÜRK ASILLI ANALİZCİLERİ

İsrail, Amerika Birleşik Devletleri'nin yardımları ve kendi ekonomik tercihleri sayesinde telekomünikasyon, savunma sanayii, nanoteknoloji ve elektronik gibi alanlarda küresel bir aktör haline gelmiş, Türkiye de İsrail'in bu sektörlerdeki üstünlüğünden yararlanma amacıyla ortaklıklar kurmuştur. İsrail de etrafının kendine düşman Arap ülkeleriyle çevrili bölgesinde nüfusunun çoğunluğu Müslüman dost bir ülke bulma şansına erişmiştir. Türkiye ve İsrail'in medeni ekonomik ilişkiler kurması, yaratılan ortaklıklardan iki ulusun da ekonomik ve siyasî olarak yararlanması kuşkusuz olumlu gelişmelerdir. Fakat maalesef bölgedeki siyasî-dinî-kültürel hassasiyetler, Türkiye'nin İsrail ile olan işbirliğini üçüncü taraflara karşı bir hamle olarak göstermiş, bu yüzden de birçok Arap devleti Türkiye'ye karşı 1946 sonrası olumsuz bir tavır almıştır. 1 Mart 2003'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin tarihî Irak savaşını desteklememe kararı ve bu dönem sonrasında da AKP hükümetinin olumlu politikaları sayesinde birçok Arap ülkesi ile ilişkiler düzeltilmiştir. Bu olumlu ve takdir edilmesi gereken bir seçimdir. Hem Arap dünyası hem de İsrail'le kuvvetli ilişkileri olan bir aktör bölge barışına önemli katkılarda bulunabilir.

Açıkça belirtmek gerekir ki; Türkiye ve İsrail halkları dost milletlerdir. Fakat bu Türkiye halkının ve hükümetinin İsrail'in her hareketini peşinen onaylayacağı anlamına gelmemelidir. Maalesef İsrail hükümeti ve ordusu on yıllardır Filistin halkına karşı orantısız güç ve zulüm uygulamıştır. Bu süre boyunca da yumurta-tavuk ilişkisi gibi bu da İsrail halkına terörizm belası olarak geri dönmüş, birçok masum İsrailli can vermiştir.

En son bir Birleşmiş Milletler komisyonunun Goldstone raporuyla tasdiklediği gibi İsrail ordusu en son Gazze'de çoluk çocuk demeden binlerce Filistinliyi fosfor bombaları kullanarak terörizm ile mücadele çerçevesine sığınarak etnik temizliğe varan bir vahşet sergilemiştir. Hem insani hem de siyasî düzlemde dostların birbirlerine karşı önemli bir sorumluluğu da birbirlerinin hatalarına ve yanlışlarına ses çıkarabilme yetileridir. İlk etapta AKP hükümeti bu konuda İsrail'i uluslararası sahnede eleştirirken doğru bir tutum sergilemiş, fakat son dönemde dengeyi ciddi ölçüde kaybetmiştir. AKP hükümetinin özellikle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın son dönemde iç kamuoyuna yönelik İsrail karşıtı söylemlerinin ve TRT'de son dönemlerde kriz yaratan dizinin ucuz bir popülizm olduğu açıkça ortadadır. Devlet televizyonunda yapılan bu ucuz diziyle İsrail'i eleştirmekten prim elde etmeye çalışmak, dünya film sektörünün merkezi Hollywood'a hükmeden Yahudi lobisini kışkırtmak en kibar dilde "naifçe" bir harekettir.

Türkiye, İsrail hükümetini diplomatik kanallar ve hükümetler-arası platformlarda yapıcı olarak eleştirmeye devam etmeli, ama iç politikada ve kamuoyunda prim yapmaya yönelik gereksiz bir hezeyana yol açmamalıdır. Anadolu gibi duygusal ve sert tepkiler verilen bir coğrafyada İsrail'i eleştirmenin dozajı artıp bunu topyekun bir İsrail ve Yahudi düşmanlığı seviyesine taşımak, özellikle Washington'daki Yahudi lobilerinin ve kurumlarının her koşulda İsrail'e karşı eleştirileri bastırarak susturmak için kullandığı anti-semitizm tehlikesi kartının gerçeğe dönüşmesine yol açabilir. Bu da tabii ki ilk başta bu aktörlerin ekmeğine yağ sürer.

İsrail'i iç kamuoyuna yönelik mesajlar vererek yıkıcı eleştirilerde bulunmak, hükümetin uyguladığı Stratejik Derinlik teorisinin de salt İslami motivasyonlu bir proje olduğu konusunda dış kamuoyunda soru işaretleri yaratıyor. Bunu bazı Washington merkezli Yahudi kuruluşlarının Türk asıllı "analizcilerinin" hükümetin her İsrail eleştirisinde Türkiye'yi Washington Post ve Wall Street Journal gibi gazetelere şikâyet eden makalelerinde görebiliyoruz. Bu isimler her krizde mal bulmuş mağribi gibi ortaya çıkıp Türk Dış Politikası'nın eksen değiştirdiğini iddia etmekte ve Türk hükümetini ve dış politikasını İslamcı olarak yaftalamaktadır. Maalesef Türkiye'deki hükümet karşıtı çevreler de bu analizleri sahiplenip bu lobi tuzağına düşebilmektedirler. Her ne kadar Stratejik Derinlik teorisi ve İran ve Suriye ile yakınlaşma insani ve siyasî eksende çok olumlu gelişmeler olarak görülmeliyse de, bu ülkelerle yakınlaşma politikaları için İsrail ile ilişkileri feda etmek de Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun teorisinin iddia ettiği temel prensiplere karşıdır. Washington'daki Yahudi lobisinin ve "düşünce" kuruluşlarının hayali her koşulda Türkiye'nin İsrail'i desteklemesidir. Bu, karakterli bir ülke için kabul edilebilir bir seçenek değildir. Türkiye'nin önceliği kendi prensipleri ve çıkarlarıdır. Başka bir ülkenin değil!

YAPICI ELEŞTİRİLER ESAS OLMALI

Türkiye Cumhuriyeti, İsrail'in bölgedeki meşru varlığını desteklemeye devam etmeli, iki devletli çözüm doğrultusunda diplomatik katkılarını artırmalı, fakat aynı zamanda İsrail'in yanlışlarına da ses çıkarabilmelidir. İsrail hükümetini daha insancıl bir çizgiye çekme doğrultusunda yapıcı eleştirilerde bulunmalıdır. Her eşit dostluk ilişkisinde olduğu gibi aynı hak İsrail hükümeti ve halkında da mevcuttur. Türkiye'nin de tarihinde ve günümüz siyasetinde demokratikleşme ve özgürlükler ekseninde ciddi hataları ve noksanları vardır. Türkiye ve İsrail arasında son dönemlerde gerçekleşmiş birbirlerinin zaaflarını örtme ve koşulsuz destek samimi bir dostluğun değil, çıkar ilişkisine dayalı bir ilişkinin göstergesidir. Bunu da İsrail-Türkiye ilişkilerinin her gerilmesinde İsrail'in ortaya koyduğu Ermeni ve Kürt meselelerinde görüyoruz. Asırlar boyunca dostluk ve kardeşlik ilişkileri içerisinde olan Yahudi ve Türk milleti bu ilişkilerini salt çıkar değil samimiyet çerçevesi içerisinde sürdürmelidirler. Bu sağlıklı bir ilişkinin en temel koşuludur.
CENK SİDAR TÜRK-AMERİKAN KONSEYİ 

Kaynak: Zaman