CHP lideri Baykal, cumhurbaşkanlığı seçimi vesilesiyle Türk Silahlı Kuvvetleri'nin hedef alınmasından şikâyet ediyor. Son dönemde "Silahlı Kuvvetler'e haddinin bildirilmesi gerektiği" şeklinde bir yaklaşımın medyada kök salmasından bahsediyor.
TSK'nın "doğrudan müdahale" yaptığı dönemlerde bile bu düzeyde suçlanmadığını ekliyor. CNN Türk'te geçtiğimiz gün Fikret Bila ile yaptığı programda Baykal asıl akıllarda kalıcı cümleyi Türk Silahlı Kuvvetleri'ni "şamar oğlanı"na benzeterek patlatıyor. Siyasetçileri "TSK'yı 'şamar oğlanı' haline getirme çabalarından uzak durmaları" konusunda etkileyici bir ses tonu ile uyarıyor.
"Şamar oğlanı" tabiri günlük dilde anlamını pek bilmeden, ama yine de aslına uygun bir şekilde kullandığımız çok eski bir deyim. Bu isim eski zamanlarda resmî yani maaşlı çok özel görevliler için kullanılıyor. Bu insanların görevi yüksek makam sahiplerinin sinirlerini yatıştırmak. Bir nevi "stres topu" hizmeti görüyorlar. Hükümdar bir şeye sinirlendiği zaman bu özel görevliyi pataklayarak sakinleşiyor, öfkesini dindiriyor. Bu görevlinin tek görevi hareketsiz bir şekilde atılan tokatları karşılamak olduğu için ona "şamar oğlanı" deniyor. Bu görevlinin ifa ettiği görevde biraz da gözdağı ve gösteriş aracı olmak gibi bir mânâ var. Meselâ valiyi dövmek, pek yakışık almayacağı için, onun yerine onun yanında şamar oğlanını dövmek gerekli mesajı vermek anlamına geliyor. Gündelik dildeki kullanımda iki anlam ön plana çıkıyor. Bir yandan canınız sıkıldığında, hatta canınız istediğinde birini veya birilerini sıgaya çekmek demek. Öbür taraftan güç gösterisinde bulunmak istediğiniz zaman size karşı gelmeyeceğini bildiğiniz birini hedef tahtasına yerleştirip, azarlamak, suçlamak ve yıpratmak; böylelikle başkalarına caka satmak anlamında kullanılıyor.
Türk Silahlı Kuvvetleri'ni hedef alan kim?
Baykal'ın ifadeleri Türk Silahlı Kuvvetleri'ne yönelik bir aşağılamayı, hatta hakareti içerdiği ve yansıttığı için çok önemli. Birileri, can sıkıntısını gidermek veya başkalarına "hava atmak" için Türk Silahlı Kuvvetleri'ni, -Baykal'ın kullandığı tabiri kullanalım- "hedef" haline getiriyor. Baykal bu "birileri"ni "siyasetçiler" olarak deşifre ediyor. Bu siyasetçiler kimler olabilir? CHP'nin koyduğu genel çerçeveden bu sorunun cevabını verebiliriz. DTP'liler bu alana girmiyor; MHP'lilerden böyle bir hata sadır olmaz. Geriye, "zafer sarhoşu" AK Partililer kalıyor. Demek ki, AK Partili siyasetçiler koskoca Türk Silahlı Kuvvetleri'ne "şamar oğlanı" muamelesi yapıyorlar. İnanılması güç bir suçtan bahsediyoruz. O zaman delile ihtiyacımız var. Hangi AK Partili politikacı, hangi sözü veya davranışı ile kahraman ordumuza böyle davranmaya cesaret etmiş?
Hangi siyasetçi, ne zaman, nerede ve hangi sözleriyle Türk Silahlı Kuvvetleri'ni "şamar oğlanı" haline getirmiştir? Baykal'dan delil beklerken iki hususu hatırlatmamız lâzım. Birincisi, TSK'yı "şamar oğlanı" gibi görmek için art niyetli olmak yetmez; ayrıca tam bir cahil cesaretine sahip olmak gerekir. Bu kadar akılsız bir adamdan ise siyasetçi olmaz. İkinci olarak, Türk Silahlı Kuvvetleri böyle bir muameleye tabi tutulduğu zaman gereken cevabı Baykal'ın avukatlığına ihtiyaç duymadan zaten verir.
O zaman geriye tek ihtimal kalıyor. Baykal, Türk Silahlı Kuvvetleri'ni "şamar oğlanı" benzetmesi ile acz içinde göstererek bu kuruma hakaret etmektedir. Baykal'ın yersiz ve mesnetsiz benzetmesi doğrudan "Türk Silahlı Kuvvetleri'ne hakaret" suçu kapsamına girmektedir. O zaman hem Silahlı Kuvvetlerimizin itibarını, hem de demokratik siyasetin sağlık ve sıhhatini koruyabilmek için şu soruyu sormamız gerekiyor: Anamuhalefet partisi lideri, ordumuzu neden tahrik etmeye çalışmaktadır?
Hürriyet Gazetesi'nin Genel Yayın Müdürü de aynı üslûbu ve muhakemeyi kullanıyor. Tek başına, askere düşmanlık gösterenlere savaş açıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin müdafaasını yapıyor: "Cumhurbaşkanlığı seçimini bile, askerle bilek güreşine çevirmeye, böyle herkesin kararı olması gereken bir karardan bile askerin sırtını yere getirme bahanesi yaratmaya çalışan kişilerle bir hesabımız var." Baykal'ın sözleri ve gerekçeleri ile Özkök'ünkiler aynı. Abdullah Gül'ün destekçileri arasında, derdi sadece "kavga küfür" onu oraya göndermeye çalışanlar varmış. Ve bu takım "Sanki Gül oraya sırf 'askerin haddini bildirmek için çıkmalı' havasındalar"mış. (Hürriyet, 12 Ağustos) Özkök, Gül'ün adaylığı kesinleşince de durumu: "Ordusuz başkomutan, başkomutansız ordu" abartısı ile sineye çekiyor. (Hürriyet, 15 Ağustos)
Bize düşen Baykal'a sorduğumuz soruyu Ertuğrul Özkök'e de sormak. Çünkü iddia çok rahatsız edici. Türk Silahlı Kuvvetleri'ne savaş açanlar var. Ve bu savaşçılar Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığını "askere haddini bildirme" vesilesi olarak görüyorlar. Son derece tehlikeli ve rahatsız edici bir durum. Kim bunlar? Bu "cahil cesareti" ile şanlı Türk ordusuna hakaret etmeye cüret edenler kimler? "Asker husumeti" gibi bu toprakların kimyasına aykırı, üstelik tehlikeli bir âdetten vazgeçmesi gerekenler kimler? Baykal ve Ertuğrul Özkök kimlerden bahsediyor?
Suret-i hak nümayişçisi
Gerçeği hepimiz biliyoruz. Askere savaş açan kimse yok. Askere "şamar oğlanı" yakıştırmasını, sadece Baykal'ın beyin kıvrımları arasına yerleşen tilkiler çaresizlik içinde birbiriyle kavga ederken duyabiliriz. "Askere haddini bildirmek" fiilini de, yine ancak Özkök'ün fantezi dünyasında var olabilen hainler işleyebilir. Siyasetçiler, bilhassa AK Partililer bırakalım "had bildirme" veya "şamar oğlanı" muamelesi yapmayı; tersine ortalığı yatıştırmak için kılı kırk yarıyorlar. Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde 27 Nisan Bildirisi ile yaşanan tatsız süreçlerden de ders alarak özellikle ortalığa güven vermeye, ince ayar mühendisliklerle Türkiye'nin dengelerini sürdürmeye çalışıyorlar. Askerin bilinen hassasiyetlerine karşı da olağanüstü saygılı ve dikkatli davranıyorlar. Kısaca ne Baykal'ın ne de Özkök'ün ifşa ettiği asker düşmanlarının, karanlık hayal dünyaları dışında bir karşılığı ve gerçekliği yok.
Eskilerin derin irfanından çıkma "suret-i hak nümayişçisi" tabiri vardır. İktidar veya güç sahiplerine karşı kişisel bir hesabı görmeye çalışanlar, o anda toplumun bir kesimi tarafından haklı bulunacağını düşündükleri bir meselenin arkasına sığınırlar. Bu perdenin arkasında kendi davalarını yürütürler. Baykal, "şamar oğlanı" diyerek önce asker için bir "mesele" icat ediyor ve sonra "suret-i hak nümayişçisi" sıfatıyla ordumuzun avukatlığına soyunuyor. Gerçekte ise üzerinden silindir gibi geçen 22 Temmuz seçimlerinin rövanşını almaya çalışıyor. Sandıkta batan çiviyi askerlerimize çıkarttırmaya çalışıyor. Sandıktan alamadığı desteğin yerine yandan bir destek olarak silahlı gücü yerleştirmeye kalkıyor. Askeri mindere çekerek, üzerinde oturduğu koltuğun meşruiyetini sağlamaya teşebbüs ediyor. Askeri kışkırtıyor; kışlanın kapısından içeriye siyaseti sokmaya çalışıyor. Kendi koltuğunu ve partisini kışlanın tel örgüleri ve nöbetçileri arasında güvene almaya niyet ediyor.
Askerin hasmı kim?
Hürriyet Gazetesi'ne gelince... 28 Şubat Süreci'nde Refahyol hükümetini sona erdiren manşeti atan gazeteden söz ediyoruz. Siyaset bir güç oyunu. Siyaset mesleğini sadece Meclis sandalyeleri arasında gördüğümüz kişiler icra etmiyorlar. Gazeteciler de, siyasî gelişmeleri tayin ettikleri ölçüde karşımıza siyasetçi olarak çıkıyorlar. Kalemin gücü tek başına aklı simgeler. Kaleminizi, çıplak gücün emrine verdiğiniz zaman veya kaleminizle çıplak gücü yedeğinize yerleştirdiğiniz zaman ortaya büyük bir siyasî güç çıkıyor. 28 Şubat Süreci işte böyle bir koalisyonun eseriydi. Bu koalisyonun en ön safında da, bugün hiçbir yerde mevcut olmadığı halde "asker husumeti"nden bahseden gazeteci bulunuyordu. Demek ki karşımızda "asker husumeti" değil, sadece askeri tahrik ederek bulandıracakları suda balık avlamaya niyetlenen asker tahrikçileri var.
Yakup Kadri'nin Sodom ve Gomore romanını, mutlaka Yaban ile birlikte okumak gerekir. Sodom ve Gomore, İlahî dinlerde sefahate düşerek yok olan eski toplumları anlatan bir hikâyedir. Yakup Kadri, bu romanında işgal İstanbul'unu, oradaki sefahati ve çürümeyi anlatmaktadır. İşgal kuvvetlerinin subayları ile iç içe yaşayan İstanbul sosyetesi ile Anadolu'da dişiyle tırnağıyla Kurtuluş'u teşkilatlandıranları eş zamanlı hatırlamak, bugünü anlamak için de gerekli. Bir yanda askere yün çorap, fanila ören, kağnısında mermi taşıyan, kocasını, evladını savaşa gönderen anaların çilesi; öbür tarafta İngiliz subayı ile dans ederek sosyete yapan kibar hanımefendiler. Mesela, Fransız komutan ile Fransız şarapları üzerine uzun bir muhabbeti sürdürme rolünü, bugünün gazetecilerinden kime verirdiniz? Anadolu'yu karış karış dolaşarak Ankara Hükümeti'ne destek olmak üzere halkı iknaya çalışan Mehmet Akif gibi sayısız hatibin rolünü kimlere layık görürdünüz? Sivas Kongresi'nde "manda"yı bugünün politikacılarından kimler savunurdu? Tek tek Ankara'daki Meclis'in üyelerini kimlere benzetir; savaşanların, Millî Mücadele'ye destek olanların benzerlerini bugün nerede bulabilirdiniz?
Etrafımızın düşmanlarla çevrili olduğu, her dem tetikte olmamız gerektiği doğru. Bu topraklarda hür ve bağımsız yaşayabilmek için, yine bu topraklara özgü olarak geliştirdiğimiz direnci mutlaka sürdürmemiz gerektiği de doğru. Bu kültür Ertuğrul Özkök'e ve Deniz Baykal'a yabancıdır. Türkler, peygamberlerine saygılarından Osmanlıca yazılışı aynı olan "Muhammed" ismini "Mehmed" diye telaffuz ederler. "Mehmetçik" kelimesi de saygılı ama iddialı bir atıf ile "küçük peygamber" anlamını çağrıştırır. Bu toprakları vatan yapan kültür, askerini Peygamber'ine izafe etmektedir. Askere verilecek daha büyük bir paye olabilir mi?
"Askere husumet" bu ülkede kimsenin harcı olamaz. "Askere husumet" lafı, askeri husumete tahrik etmek isteyenlerin, bu husumet üzerinden çıkar peşinde koşanların ham hayali ve marifeti olabilir ancak. Amaç: "Askere husumet" lafı ile asker siyasetin içine çekilecek, siyasetin içindeki askerin husumet çekmesi sağlanacak, böylece "askere husumet" iddiası haklılık kazanacaktır. Bu muhakemenin aksayan tarafı ise şu: Kendisini dolmuşa bindirmeye kalkanların tahriklerine hazır bekleyen bir ordumuz mu var? Bu soruya verilecek "evet" cevabı, "şamar oğlanı" benzetmesinden daha ağır bir hakaret olmaz mı?
Türkiye'nin "günah keçisi" ve "şamar oğlanı" karışımı tek siyasî aktörü CHP. Halk, hakim olamadığı süreçlerin faturasını CHP'ye çıkartıyor ve her seçimde onu "şamar oğlanı"na çeviriyor. Durup dururken kriz çıkardığı için tokatlıyor, asker üzerinden siyaset yaptığı için tokatlıyor, darbe kışkırtıcılığı yaptığı için tokatlıyor ve sonuçta karşımıza 22 Temmuz seçimleri sonrasında "şamar oğlanı"na dönmüş CHP çıkıyor. Bütün kehanetleri ve telkinleri boşa çıksa da medya kaşarlanmış bir yüz ile yoluna devam etmesini biliyor. Orada da yenilgiye doymayan başka "şamar oğlanları" duruyor. Yedikleri şamarların hesabını silahlı güç üzerinden sormak ve yeni dönemde bir güç ve iktidar alanı yaratmak için geleneksel çareleri olan darbe kışkırtıcılığına soyunuyorlar.
Türkiye değişti. Türkiye 2002'nin Türkiye'si değil. AK Parti ve mensupları da 2002'nin dünyasında yaşamıyorlar. AK Parti dönüştürdüğü Türkiye ile birlikte değişti. Türkiye seçkinlerinde nöbet değişikliği gerçekleşiyor. Gelişmiş bir piyasa toplumunda, devlet içindeki iktidar merkezlerine yaslanarak ikbal ve güç peşinde koşmak anlamsız bir çaba artık. "Suret-i hak nümayişçileri" kurulan yeni dünyanın farkında değiller. Farkında olmadıkları için de halk tarafından "şamar oğlanı" muamelesine uğruyorlar.
Kaynak: Zaman