Sakatlanan devrim

Geçen bir yıl içinde  Arap toplumlarında yaşanan hareketler devrim miydi, değil miydi, emin olamıyor, tartışmaya devam ediyoruz. Kim karar verebilir kesin bir tanım konusunda oysa? Devrim beklenmeden gelir, koflaşmaya başlayan sistemlerin mağdur ettiği, nüfustan saymadığı, onurlu bir addan bile yoksun bıraktığı toplumlar ister istemez maruz kalır devrime, yakalanır.  Eski sistem insanlaşma yolunun önünü kapatmayı sürdürürken temsil ve katılımdan yoksun, her bakımdan zayıf düşürülmüş kesimler,  mustazaflar yani, insanlaşma adına yeni bir ufuk açma yönünde harekete geçerler;  Kur’an’da da bildirildiği üzere…  

“Mustazaflar yeryüzüne egemen olacak”, ama bakalım müstekbirler öyle kolay  izin verir mi buna… Gerçekler kan dalgalarıyla örtbas edilmek istenir çok geçmeden. Victor Kiernan’ın dediği gibi, “Yıkıcı bir sıçrayış”tır devrim.. (Wallerstein, Liberalizmden Sonra, İletişim; 1998.)  Ölümcül sıçramayı dengelemek ister gibi çiçekler ve şiirler girer devreye. İran devriminin çiçeği karanfildi, Tunus’unki yasemin oldu.

Gelinen şu noktada Arap hareketlerini devrimsel nitelikleri itibarıyla üç gruba ayırabiliriz gibi geliyor bana: Tunus ve Mısır, tabii devrim özellikleri gösterirken, Libya ve Suriye devrim dalgalarının iktibas edildiği ülkeler olarak görünüyor. İşte, Libya’da muhalifler NATO desteğini aldılar; bir devrim karakterini çok zorlayan  “hormonlu” bir manzaradır bu. Öte tarafta bir de halk hareketlerinin nasıl bir ivme kazanacağına bölgeye hâkim güçlerin izin vermediği Yemen ve Bahreyn, ayrı bir grup oluşturuyor.

İran’ın özellikle Suriye’deki muhalefet konusundaki ikircimli tutumu malum. İranlı aydınlar çevresinde “teyakkuz hali” olarak adlandırılan bu durum  Türkiye’de  kimi çevrelerde tezlikle ve Batı medyasından derlenen bilgi ve yorumlarla da desteklenerek şoven ve mezhepçi bir okumayla değerlendirilmekte. Bu çevrelere bakılırsa sanki Suriye’de yaşananlar Baas rejiminden önce İran rejiminin suçudur…  Ve sanki İran otuz yıldır abluka alınmasına sebep olan dış politikasındaki “Filistin”  kaygısını mezhepçi endişelerle taşımaya devam ediyor… İran’ın kendi iç çelişkilerini bir açıklama olarak sunmakla yetinmek de bölgedeki olayların karmaşık doğası dikkate alındığında çok hazır bir cevap oluyor üstelik.

Suriye ve Libya’da halkın rejime karşı birleşecek yerde karşı karşıya gelmesini getiren olumsuz gelişme, İranlı yorumculara göre bu ülkelerde devrim çiçeğinin henüz açacak kadar olgunlaşmadığının göstergesi. Evet yönetimler despot, aleni baskının halk kitlelerini muzdarip ettiği de gerçek, yine de devrim diye adlandırılacak bir gelişme olarak gösterilemez halk hareketleri. Bu açıdan da istismara, yönlendirilmeye açıklar. Yemen ve Bahreyn’deki hareketlerin nasıl seyredeceği ise kesin bastırmalar nedeniyle tahmin edilemez. Bu ülkelerdeki muhalefetin Suudi Arabistan güçlerinin müdahalesiyle bastırılması, Libya ve Suriye’deki gelişmeleri açıklayan bir özellik arzediyor. Bu sindirme operasyonlarının tanığı olan halklar, mesela Suudi Arabistan halkı hiç olmazsa yakın vadede herhalde Tunus ve Mısır’da yaşanan devrimlere götüren adımları atmaya o kadar kolay cesaret edemeyecek…

ABD için petrol ihtiyacının kaynağı Suudi Arabistan ve bölgedeki deniz kuvvetlerinin üssü olarak Bahreyn de daha az önem taşımıyor. Özellikle Bahreyn’de muhalefetin Suudi Arabistan’ın müdahalesiyle bastırılması dünyanın gözlerinden saklatıldığı gibi, devrim ruhunu da sakatlamaya dönük olarak sürdürüldü.

Kim Suudi Arabistan’ın Suriye’ye göre daha az baskıcı bir rejimi olduğunu söyleyebilir? Yemen Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih halk tarafından kovulduktan sonra üç ay Suudi Arabistan’da kaldı.  Yemen ve Bahreyn de en azından Suriye ve Libya kadar devrime teşneydi. Salih’in uğursuz dönüşü, devrimi sakatlama operasyonlarının ulaştığı nokta konusunda bir fikir verebilir. Medyamız bu konuda çok da duyarlı sayılmaz. Yemen her zamanki kadar uzak, ırak.

Öte tarafta Suudi Arabistan’da insanlar küçük gruplar halinde de olsa sokaklara döküldü. Gelgelelim sistemin katı despotik yapısına eklenen refah rehaveti her zaman kitle hareketlerini ketlemekte bu ülkede.  Hareket alametleri kısa süre içinde bastırıldı. Suudi Arabistan halkı zaten modern hayatın en pahalı şekilde tüketimi yoluyla yatıştırılmayı kanıksamış kısmen.  Şimdi bakıyoruz medyatik” prensesler” tarafından desteklenen kampanyalarla kadınlara araba kullanma gibi vitrinsel bir yanı da olan haklar dolaşıma sokuluyor. Bahreyn’de muhalif hareketler had safhaya ulaştığında ise sanki birdenbire Libya, ardından da Suriye muhalefeti harekete geçti. Rejimler despot, halk kitleleri bastırılıyor, ama bu gerçeklik devrim olgunlaşmasının gerçekleştiği anlamına mı geliyor?

Tahran’da İran’ın Suriye olaylarına bakışı konusunda sorular sorduğum Müslüman aydınlar, BOP projesi konusunda başarısızlık yaşayan ABD’nin Tunus ve Mısır’la ilgili ilk bocalamanın ardından bölgedeki olayları kontrol için harekete geçtiğini ve oyununu Libya ile Suriye’ye dönük olarak kurduğunu düşünüyor genellikle. Suriye ve Libya’da yaşananlar müdahalelerle çığırından çıkarken, muhalefet şiddetle karşılık gördü ve bu yaşananlar bir bakıma muhalif hareketlerin devrime dönüşmesine  izin vermeyen bir saptırma halinde gerçekleşti.

Oysa en başından “Arap Baharı” başka türlü bir devrimin haberini veriyordu mazlum kitlelere.  Libya ve Suriye’de, Tunus ve Mısır’da yaşananın aksine, rejimle halk arasındaki savaş sürüyor. Ölümcül bir sıçrama devrim, ancak tabii seyrini izlemediğinde sıçrama hali sakatlamalarla akamete uğruyor. Silahlı çatışmaya giderek yayılan olaylar, medyaya yansıdığı kadarıyla bile aşırı can kaybı, sakatlanan bir devrim tahayyülünün eseri.

Kimileri hâlâ büyük bir iyimserlikle Sovyet devriminin ardından kızıllarla beyazlar arasında yaşanan Rus iç savaşına atıfta bulunabilir. Yığınların telef olması karşısında ütopik bir iyimserliktir bu.

İslam âleminin devrimci ve feraset sahibi aydınlarının Tunus’ta başlayan ve devrim özellikleri taşıyarak bölgeye yayılan hareketlerin aldığı yeni biçimleri kavrama ve dile getirmede, Bernard Henry Levy’ninki gibi her iyiliği kendine yontma hevesiyle tezahür eden Arap Baharı sempatisinin ötesine geçen  bir önceliği olsa keşke.

Arap Baharı üzerine yeniden düşünelim derken, bırakalım  kervan yolda düzülsün de demiş olmuyoruz hoş. Gerek Suriye ve Libya olsun, gerekse de ABD’nin istikrarlı bir kararlılıkla desteklemeyi sürdürdüğü, kalkınmacı anlamda “modern”, lâkin zihniyet itibarıyla “mürteci” rejimler olsun, bu konjonktürde halklarını daha fazla baskı altında tutamayacaklar. ABD işbirlikçisi ülkelerde belki biraz daha ertelenmesini sağlayabilir halkların uyanışının tezahürlerini, ama bakalım nereye kadar…