Şairi aç bırakmalı, gitsin kelimelerle oynasın.
5 harften 5 ayrı sözcük türetsin cefasını anlatan. Duvar diplerinde çay partileri versin yeni kurduğu dizeyi dinletmek için, cebindeki son parayla.
Gündem dışı mevzular yaratsın, milli ve askeri stratejik konseptleri şapşallaştıran kaçak aşklarla.
Bir Leylası olduğu için değil, kadim rakibi Kays'ın yerine oynadığı için mecnundur şair. Yâre değil kendi kibrine meftundur.
Çay ocakları ile evi arasında gidip gelmeyi iltica yada sürgün zanneden bu muhacir şair zümresinin tüm ilm-i cidâli ne yazık ki sefaletine dair. Çünkü ona göre böyle olmalı başkaldıran bir şair. Bildiği ne varsa cefâ-i cevri hicrine dair. Ahval-i perişanını izahta mahir olan bu zümrenin kirden bereket fışkırtan meziyetini ilmi maraziye ile anlatmak gerektir icabında.
Aç karnının gurultusunu varlık sancısı zanneden; hece ölçülü, düz ve çapraz uyaklı, devrik tümceli, esrar ve rumuz ehli olan bu içtimai sınıfın hayali büyük ama beklentileri ucuz ve küçük olmuştur her zaman. Şairim diye gezinen Anadolu kıraathanelerinin tavrıyla garip ve hayaliyle muzdarip bu adamları, yâr şalında bir nakışı bin ayet, yar gözünden bir bakışı ömre nihayet kabul etmiş ve kelimelerin canına okuyan cühelâ takımının gönül eğlendirdiği şaklabanlara dönüşmüşlerdir.
Karısından başka her kadına karşı tükenmeyen bir aşk potansiyeli taşıyan, karısını belki ama sevgilisini asla aldatmayan, aynı hayal çemberinde tur atmaktan dolap beygirine dönen, bildiklerini yazdığından öğrenip yazdıklarını bilgi diye pazarlayan, kendisini bir gün öncesinden bir sonraki günün hayaline hazırlayan, bungun ve sayrılı yüz ifadesiyle ödünç derinlikler taşıyan bu garibim zevat... Ahh... Sizi tonlarca som altınla alıp fiskelerle öldürmeli.
Şairi aç bırakmalı, karnı doyunca bildiği her şeyi unutuyor çünkü. Yediği kebap sonrası karnında başlayan hareket künefenin aciliyetine verilen mesaj oluyor. Hasbelkader bir gün yediğinden geri kalsa üstünde onurla taşıdığı ve varlık sancısı zannettiği o karın gurultusu darlık sancısına dönüşüyor.
Şairi aç bırakmalı yada emekli olana kadar ona bakmalı. Aksi halde yanlışlıkla kendisine ikram edilen kebaba karşı nankörlüğünü erken belli eder. Dostluğu insana beş kuruş fayda getirmese de düşmanlığı mide bulandırır.
Bana imzalı kitabını vermişti şair görünümlü ezgin ve içli bir Anadolu ozanı. Aneydolu ozanı desek abes kaçmaz. Şöyle yazıyordu onun yanında açtığım kitabın tesadüf eden sayfasında:
Ben kuş sesleri biriktiriyorum/Sen pul biriktiriyorsun/Ben kuş seslerini satamam/sen satarım pullarımı diyorsun/ama ikimiz de koleksiyoncuyuz
Gayrı ihtiyari cebime giden elime engel olamamış ve o esnada o şiirin altına şu varyantı yazmıştım;
Kokoz şair;
Ben pullarımı ucuz alır pahalıya satarım
Sen bu karlı ticarete tanık olur çatlarsın
Camilerden aşırdığın abid kuş seslerini
Koleksiyon yapıp cemaate şiir diye satarsın
Benim bunu yazdığımı gören şair(dir) dostum Mehmet Aycı (gerçek şairdir), benim için imzalanan bu kitaba artık bu kitapta bir şiir var diye el koydu. Oysa şiir değildi benim yazdığım, kuş seslerine mahkûm etmekti şairim diyen ozanı. Ben de zaten koleksiyoncu değildim.
Şairi aç bırakmalı. Gitsin kuş sesleri toplasın cami avlularından, minare gözlerinden. Onu doyuran gıda bu ise, bu ulvi uğurda can vermeli.
Sağ edebiyatın (solunda devrim var yalandan da olsa) şiir ve şair tasavvuru ve hayat muhayyilesine ilişkin yaptığımız (Tartışmaya sonuna kadar açık. Ama ben yokum) bu basit tanımlamadan temel hastalığa bir geçiş yapacak olursak, Necip Fazıl'dan Nazım Hikmet'e kadar edebiyat adına ortaya koydukları ne varsa hunharca çiğnemek geliyor içimden.
Zira edip olur kişi sermaye-i hayası kadar şeklindeki bir aforizmanın bende yarattığı mani olunmaz bir reflekstir bu. Kitlesel olmasa bile bireysel refleksimi ortaya koymakta hür olduğumu düşünerek ifade ediyorum.
Şöyle ki;
Garip gurup konuşan bir adam. Şeytanın bile günaydın demek için yanıma yaklaşmaya cesaret edemediği bir sabah vakti. Bir TEVE programında konuşuyor. Acaba yardım kuruluşlarından inayet mi dileniyor diye dikkatle izliyorum. Daha emekli olamadık, emekli maaşı alamayacağız, bir sürü arkadaşımızın çoluk çocuğu kolejlerde okuyor, bir sürü masrafımız var, bize yapılan haksızlığa karşı kitlesel karşı koyma refleksimizi ortaya koyacağız, gerekirse olağanüstü toplantıya çağıracağız bu haksızlığı yapanları babında bir hali pür melali feveran ederek anlatmaya çalışıyor.
Önce Atatürkçü Düşünce Derneği'nin YÖK nezdinde başlattığı ispiyon sonucu mağdur olan bir akademisyen diyorum kendi kendime. Sonra ekrana sunucu geliyor ve pack shot; Evet sayın seyirciler bakalım AKP de liste dışı kalan küskünlerin mücadelesi nasıl sonuçlanacak?dumur oluyorum.
Bu şahıs meğer Recep Garipmiş. Adana Vekili. Daha doğrusu Milletvekili. Bir başka ezgin Anadolu ozanı. Kebap yedirmişler, bir sonraki sofrada yer bulamamaktan ötürü isyan ediyor.
Bir Garip şair. Tüm ilm-i cidâli ne yazık ki sefaletine dair. Meclisi olağanüstü toplantıya çağırma mücadelesine girmiş. Toplanırsa listeye girecek zuumunca.
Şiirine varyant yazdığım koleksiyoncu ozan da Urfa vekili. Şöyle bir demeç vermiş; AKP nin yeni listesi 27 Nisan muhtırasının ürünüdür
Tabi ya onun gibi eylem adamlarını yoksa neden harcasın AKP... AKP bu noktada ciddi bir zaafa düşmüş. Saygısızlık yapmışlar desem, orada da dostlarım var...
Bu tavır ve açıklamaların siyasal planda çağrıştırdıklarını ele almaya değer bulmuyorum.
Sosyolojik bir izahı var ki, biri acılı biri acısız. Biri Adana kebap, diğeri Urfa kebap.
Ortak tarafları kebap kültürünün şairleri olmaları.
Birinin soyadı Garip, diğeri her haliyle Garip...
Şairleri aç bırakmalı
Garipleri doyurmalı.
Çünkü ikisi de artık şair değil.
İkisi de garip, ikisi de muzdarip...