Dün Sabahattin Zaim hocayı büyük bir kalabalık beka alemine uğurladı. Fatih Camii yine tarihi günlerden birini yaşadı, cami ve avlu tamamen dolmuştu. Her yaştan hocayı sevenler oradaydı. Cenaze için toplanan kalabalık sadece hocaya karşı son görevlerini ifa etmek için gelenlerden ibaret değildi. Cenazeye gelenlerin konumu nedeniyle orada bulunanların sayısı da az değildi.
Cemaatte bir şey dikkatimi çekti, cenazeye katılanlarda bir hüzün, bir değeri yitirmenin verdiği yoksunluk halinden pek eser yok gibiydi, belki ben öyle algıladım. Cenazeye katılanların değer verdiği bir alimin kaybından dolayı üzüntü duymaktan çok böylesi bir kalabalığın toplanmasından daha doğrusu kalabalığın içinde bulunanlardan dolayı törensi bir hava algıladım.
Bir bakıma bu durum şöyle izah edilebilir; sonuçta, hocanın değişik ortamlarda bir şekilde emek verdiği, hocalık ettiği kadrolar memlekette söz sahibi olmuş, emeği boşa gitmemişti. Adeta devlet oraya gelmişti. Hoca hayattan göçse de emekleri boşa çıkmamış, eserleri fiilen hayatta ve memleketin önemli yerlerindeydi.
Büyük insanların cenazeleri adete bir 'yetim kalma' duygusu bırakır; hele bu giden bir ilim adamı ise. Tuhaf biçimde cemaatte bu öksüz kalma duygusunu görmedim. Daha çok sahiplik duygusu, başarılı olmanın güveni yansıyor gibiydi… Toplumsal anlamda ele alındığında bu psikolojiyi destekleyecek gelişmeler yaşandı. Hocanın hayatı bir bakıma muhafazakarlıktan İslamcılığa kadar bu camianın tüm serüveninin panoraması gibidir. Hem akademik ve entellektüel ilgileri, gündemi hem de sosyal faaliyetleri göz önüne alındığında bu ülkenin önemli bir kesiminin geçirdiği evrelerin tüm izlerini Sabahattin Zaim'in hayatında görebiliriz. Bu anlamda hocanın hayatını bir izlek olarak sürmek milliyetçi-muhafazakar sağ çizginin kısmen de İslamcılık serüveninin izlerini okuyabilmek için elverişli bir imkandır.
Benzer tespitleri iki yıl kadar önce yayınlanan kitabını vesile ederek yazmıştım.
Yazı vesilesiyle telefon etmek gibi muhteşem bir tevazu örneği sergilemiş, "münekkidane yazılar"ımı takip ettiğini belirtmişti. Hocanın eleştiri konusunda bana verdiği cesaretten yola çıkarak cenazedeki fotoğrafa biraz daha yakından bakmalı diye düşünüyorum.
Hocanın yetiştirdiği ve en azından okul ya da sosyal hayatta, siyasette bir şekilde yollarının kesiştiği kadroların bugün elde ettiği konuma bakarak mutluluk duyabilirsiniz. Cenazeye katılan on binlerle ifade edilen cemaatin büyük kısmının bu şekilde düşündüğünü, en azından böyle hissettiğini söylemeye gerek yok. Nitekim cenazede hüzün ve öksüz kalma hissinden fazla eser olmamasının başka izahı olamazdı.
Bir ilim adamı iki tür eser bırakır: ya talebe yetiştirir veya kitap yazar. Bugün memleketin önemli makamlarına gelen isimleri Sabahattin Zaim hocanın yetiştirdiği, emek verdiği kadrolar olarak takdim edilmesine kimse itiraz etmiyor. Gerçi o sadece belli kesim üzerinde emeği geçmiş bir ilim adamı değildi ama sahiplenme, aidiyet bakımından muhafazakar kesimin önde gelen isimlerin onunla yakınlık kurmaya özen göstermesi bu kesimle ilişkilendirmemizi zorunlu kılıyor.
Tam bu noktada sorunlu alana giriyoruz demektir. Hocayı dışardan takip eden bir olarak bende bıraktığı en önemli iz, 70'li yıllarda kaleme aldığı "İslam İktisadı" hakkında küçük kitapçıkla başladığı ve daha sonra temellendirmeye çalıştığı muhtevadır. Sunduğu tebliğler ve kaleme aldığı makalelerin başlıkları böylesi bir kaygının, bir arayışın ürürüdür. Mesela, "İktisadi Açıdan Örtünme", "B. Said Nursi'nin İktisat Risalesi Şerhi", "Zekatın İktisadi Önemi", "İslam Bankacılığı Kâr Ortaklığına Dayanır", "İslam Ekonomisi ve İslam Ülkeleri İşbirliği Sahasında Son 50 Yıldaki Gelişmeler" vb ( Türkiye'nin 20.yüzyılı isimli çalışmalarının derlendiği kitaptan).
Memleketin önemli yerlerini tutan kadrolar, onu uğurlamaya gelen kalabalık hocanın gündeme getirdiği bu konular hakkında ne düşünüyor? Hoca-talebe ve eser ilişkisi açısından cenazeye gelenlerin nerede durdukları, nereye "evrildikleri" sorusu havada asılı duruyor bana göre.
Bu soruların sorulması, gündeme alınması bir yana kalabalığın büyük kesimi açısından bu konuların gündem dışına itilmesi gibi manzara bir sonuç var.
"Münekkidane" bir anma yazısına cesaret veren hocaya rahmet diliyorum.
Kaynak: Yeni Şafak