Saadet Partisi’nin dirilişi mümkün mü?

Böyle bir başlıkla Saadet Partisi’nin ölmüş olduğunu ima etmiyoruz elbette. Fakat “bir parti olarak SP”nin ölmek üzere olduğunu söylemek, herhalde -acı da olsa- söylemekten kaçamayacağımız bir vakıa olarak her an önümüzde durmaktadır.

 

Aslında yukarıdaki yazının başlığı “İstifa Etmek Caiz midir?” şeklinde düşünülmüştü. Böyle bir başlığın fıkıh penceresinden ele alınmış olabileceği ön fikrini daha baştan ortadan kaldırmak için “istifa ile diriliş” arasındaki örtüşmeyi ele alan konu tercih edildi.

 

Bir önceki yazı dizimizde Milli Görüş Hareketi’nin anlamına, etkisine ve bundan sonra yapabileceklerine ilişkin fikirlerimizi yazmıştık. Bundan sonrası için ise -somut olarak- bu hareketin “resmi temsilci”si olan SP üzerinden analizlerimizi yapmak ve seçim mağlubiyetinin tespitlerinden öte bundan sonrası için neler yapılabileceği hususunda fikir üretmek ve çaba sarf etmek gerekmektedir. En baştan şu kanaatimizi ifade etmek gerekir ki yorumlama yetkisinin sadece temsilde bulunanlara ait olmadığını kabul etmiş olalım; bir fikri temsil ediyor olmak, o fikri özümsemiş olmak anlamına gelmeyeceği gibi fikri savunanlar üzerinde tahakkümü de meşru kılmaz.

 

Dar anlamda “yüzdeikinoktaüç” diye adlandırabileceğimiz (ki şahsım da bu sayının içerisindedir) kesim içerisinde, SP’nin geleceğine ilişkin az sayıda da olsa önerilerde bulunulmuş ve kanaatimizce bunlar 3 ana başlıkta toplanmıştır:

1-      SP yönetimi istifa etmelidir.

2-      SP yönetimi aynen devam etmelidir.

3-      Üçüncü bir yol bulunmalıdır.

 

İletişim teknolojisiyle beraber moda haline gelen anketçilik mantığıyla yukarıdaki şıklardan birini seçmek bizi meseleye köklü çözüm bulma noktasından uzaklaştıracaktır. Dolayısıyla meseleyi yukarıdaki zorunlu tercih bağlamından çıkartarak ele almak gerektiği kanaatindeyiz:

 

  1. SP SEÇİMDE MAĞLUP OLMUŞTUR. Mağlubiyeti kabul etmek onursuz bir davranış olmadığı gibi aksine sorumluluğu ifade eden bir tavır biçimidir. Mağlubiyetin müsebbibini “rüzgar ya da konjonktür” olarak ifade etmek bir anlam ifade etmediğinden ve parti teşkilatları (hatta teşkilatlar dışında sırf İslami duyarlılığı dolayısıyla bir çok insan) canla başla çalıştığı için “az çalışıldı da kazanılamadı” denemeyeceğinden, parti yönetimi mağlubiyetin müsebbibi olarak kendini görebilmelidir. Suçu başkasında görmek yerine kendinde görmek mümince bir yaklaşımdır. Mağlubiyetin en temel sebebinin, (Ankara, Konya, Elazığ, Fatih teşkilatlarındaki bir kısım ekoller gibi) daraltılmış Milli Görüş düşüncesinin kötü bir biçimde sunulması olduğunu doğru tespit etmezsek ölmek üzere olunduğu gerçeğini kaçırırız ki bu da mümin ferasetine yakışmaz.

 

  1. SP YÖNETİMİ İSTİFA ETMELİDİR. Elbette büyük idealleri olmayan partilerin, her yenilgide dillendirdikleri istifa çağrılarının bir benzerini tekrarlamak bu hareketin temsilcilerine yakışmaz. Fakat gelinen nokta itibariyle mevcut yönetim istifa etmediği gibi, -paradoksal biçimde- istifa etmeyi adeta İslam’dan istifa etmek olarak sunmaktadır. Tüm teşkilatlarda yıllardır anlatılan; II.Abdulhamit’in istifa eden komutanına, peygamberimizin rüyada ağır bir ifadeyle uyarıda bulunması örneği, maalesef şimdilerde istifa etmenin mücadeleden kaçmak anlamına geldiği şeklinde yorumlanmaktadır. Burada talep edilen istifa, davadan ve mücadeleden istifa etmek anlamına gelmemektedir. Böyle bir talepte bulunmaya hiçbir kulun hakkı olmadığı gibi yaratılmışların buna gücü de yetmez. Fakat mücadelenin, bir ömür boyu bir partinin aynı görevinde bulunmak olarak algılanması, mücadeleyi salt bir partisel mücadele olarak algılamak olur ki bu yaklaşım, baştan itibaren anlatmaya çalıştığımız Milli Görüşü Hareketi/Fikriyatı’nın daraltılmasından başka bir netice doğurmaz. Nitekim son yıllarda yaşadığımız durum tam da budur. Yine istifadan kastımız; kimin göreve/görevlere geleceğine karar vermeden bir süreliğine meseleyi teşkilatlara ve İslamcılık düşüncesini taşıyan topluluklara bırakmaktır.

 

  1. SP HAKKIYLA İSTİŞARE ETMELİDİR. Parti teşkilatlarında taraf olmuş veya olabilecek kişiler dışında yepyeni isimlerden/kanaat önderlerinden oluşturulan bir heyetle kapsamlı istişareler yapılmalı, bu istişare neticesinde kurucu bir heyet oluşturulmalı ve adeta yeniden parti kuruluyormuşçasına (küsen ya da küstürülenler de dahil olmak üzere) yeni kadrolar teşekkül ettirilmelidir. Kadroların ve yönetimin (özellikle genel başkanın) tespitinde -bir önceki yazıda değindiğimiz gibi hakkıyla istişare yapılmalı ve “ümmet”in kararına saygı duyulmalıdır (tabi kalan ikinoktaüç’ünün de hain olmadığı ve  siyonizmde ittifak etmeyeceği ön kabulüyle.)

 

  1. SP ZİHNİYETİNİ GÖZDEN GEÇİRMELİDİR. Zihniyet kelimesini uyarıcı olması için seçtik. Kastettiğimiz elbette bu hareketin misyonu değildir ve olamaz da. Çünkü bu misyonun evrensel ve aşkın olduğunu, yığınla insanın hala bu sebepten burada olduğunu ya da bu adreste olmasa da buraya ilişkin umutla yaşadığını dolayısıyla zihniyetin, mevcut insan unsurundan ve örgüt yapısından bağımsız ele alınması gerektiğini düşünmekteyiz. Yani SP fikir zayıflığı ve olan fikrini de iyi sunamama sorunu yaşamaktadır. Bu durumda, sadece kadroların yenilemesi çözüm olmamakta dolayısıyla Milli Görüş fikriyatının yeniden yorumlanması ve en uygun usul-üslupla sunulması gerekmektedir.

 

  1. KÜÇÜK HİKÂYE BÜYÜK HİKAYE DENGESİ. Bu ifadeler Barbarosoğlu’na mı aittir bilmiyorum, fakat kendisinden işittiğimde tam da bizi anlatan ifade biçimi olarak belleğimde iz bıraktı. SP bir yandan her bireyin hayatına ilişkin çözümler ve pratikler ortaya koyacak bir siyaset, diğer yandan evrensel bir düşüncenin adeta tüm evrene nakış nakış dokunacağı uzun soluklu ve kuşatıcı bir strateji gütmelidir. Bu, ne sadece büyük hikâyeyle ne de sadece küçük hikâyeyle olacak bir durum değildir. Bu dengeyi kurmak için aynı hassasiyetleri taşıyan ama bu gün farklı adreslere mahkum olmuş/edilmiş olan kişi,kurum, örgüt vb.lerini kuşatacak kadro ve zihniyet oluşturmanın önünün açılması gerekmektedir. Ki o zaman dünyaya ve yaşadığımız topraklara ilişkin yapıp ettiklerimiz arasında tutarlılık söz konusu olabilir. Yani dışarıda Filistin’in yanında İsrail’in karşısında olurken, bu topraklarda da mazlumun yanında ve (kim, hangi kurum, hangi düşünce olursa olsun) zalimin karşısında olmaktır tutarlılık. Halk küçük hikaye-büyük hikaye denklemini bilmez ama kimin tutarlı olup olmadığını hissiyat dünyasında gayet iyi yorumlar.

 

Aslında gelinen noktada en temel çelişki şurada ortaya çıkmaktadır: Bu hareket bir dava hareketiyse unutulmamalıdır ki davanın sahibi Yüce Allah’tır ve -özellikle yöneticiler açısından- bu davaya hizmet etmenin olmazsa olmaz tek yolu partide yönetici olmak değildir. Yok eğer bu hareket salt dünyevi anlamda bir parti hareketiyse unutulmamalıdır ki partiler başarısız olduklarında yöneticileri, düşünceleri ve yapıp ettikleri sorgulanamadıkça ve gerekli değişiklikler yapılmadıkça başarıya ulaşmak mümkün olmamaktadır.

 

Bir çok dostumu üzeceğimi bilerek şu gerçeği söylemeliyim ki; hâlihazırda SP (İslami terminoloji itibariyle değil sosyolojik olarak) bir cemaat partisi durumuna gelmiştir. BTP, İP nasıl 3-5 yılda bitmeyecekse SP de şu haliyle ortalama on yıl daha hayatiyetini rahatlıkla sürdürür fakat asla bu toprakların insanına ve dünya Müslümanlarına, daha genel anlamda insanlığa çözüm olamaz. Dolayısıyla SP’nin önünde -özetlersek- iki alternatif kalmıştır; ya cemaat partisi olarak kalmaya devam etmek ya da Milli Görüşü ana ekseninden koparmadan yeniden yorumlayarak fikirsizlik problemini halletmek ve yukarıda bahsi geçen (bütün samimiyetlerine rağmen) “dar ekoller”den parti yönetimini kurtarıp fikir ve eylem bütünlüğü olan kadroların önünü açmak.

 

“Tüm bu öneriler uygulanırsa ne değişecek?” sorusunu duyar gibiyim. Sadece misak-ı milli sınırlarında değil, tüm dünyada bu değişime katkıda bulunabilecek beyinlerin ve bileklerin küskün/küstürülmüş olarak bir yerlerde dirilişin özlemiyle her gün güne başladıklarından yoksa yöneticilerimiz hala haberdar değil mi?

 

Sahi küsmek caiz midir?

Ya küstürmek?

 

 

halitsarican@yahoo.com