Rusya ve Türkiye değiştirmesi zor yollardalar

Vladimir Putin’le sık sık görüşen ve onu uzun zamandır tanıyan Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan Moskova’yı ziyaret etti. Suriye hakkında konuşmuş olmaları anlaşılabilir bir durumdur: Rusya ve Türkiye, Suriye kriziyle ilgili süreçte iki kilit katılımcıdır. Krize yaklaşımları, bir uzlaşmanın mümkün olmayacağı şekilde farklı yönlere doğru seyrediyor. Bu ikisi arasındaki farklılıklar derinlikli olsa da temel Rus-Türk ilişkilerini etkilememelidir. Bu iki ülke, doğalgaz ve ekonomik çıkarlarının kesişmesinden ayrı olarak kavramsal bir yakınlığı da paylaşmaktadırlar.

Rusya ve Türkiye’nin Avrupa’yla tarihleri birbirine benzerdir. Her ikisi de kökü maziye giden büyük güç geleneğine sahiptirler ve asırlardır Avrupa siyasetine faal halde katılmışlardır her ne kadar Avrupalı güçler onları hiçbir zaman eşitleri olarak görmemişlerse de.

Avrupa’nın bir parçası olup olmadıkları ve eğer parçasıysalar, bunun nereye kadar olduğu hakkında Rusya ve Türkiye’de yapılan tartışmalar hiçbir zaman durulmadı. Son on yıllarda (Rusya için 20, Türkiye için 50 yıl) her iki ülke çeşitli fırsatlarla Avrupa Birliğine bir şekilde katılma niyetlerini ilan ettiler ve bu esnada bağımsız bir kimlik anlayışını da muhafaza ettiler. Benzerlik burada sona eriyor: Rusya zamanını bekliyor; Türkiye ise Avrupa’nın kapısını çalıyor.

Rusya’ya nispetle Avrupa Birliği üyeliğine çok daha fazla bahis yatırdığından dolayı Türkiye’nin iddialı davranışı anlaşılabilirdir. Entegrasyon tartışmasını 1963’te açtı ve 20.yüzyılın sonlarına dek bu amaç doğrultusunda çalıştı. Recep Tayyip Erdoğan 2003’te başbakan seçildiğinde, aleyhinde olanlar onun amacının AB üyeliği olmadığını, Erdoğan’ın demokratik reformlarının generallerin siyasi nüfuzunu kırmayı hedeflediğini söylemişlerse de o, demokrasiyi teşvik için düzenli çabalar sarfetti. Öte yandan, bunlar birbirlerini karşılıklı dışlayan amaçlar da değildir. 

Türkiye, AB yol haritasını ne kadar faal izlediyse, AB de o denli az bir hevesle hiçbir şey vaat etmedi. Hiç kimse açıktan kabul etmeyi istemese de AB’nin -demokrasi yokluğundan değil Müslüman faktöründen dolayı - Türkiye’yi kabul etmeyeceği 2010’da iyice belli olmuştu. Avrupa 80 milyonluk bir Müslüman ülkenin AB üyelerine tanınan hak ve fırsatlara sahip olmasını daha önce zaten hayal edememişse, Batı Avrupa’da  artan İslam korkusu bunun gerçekleşme ihtimalini bugün hepten yok etmiştir.  Türkiye’nin bunu ne zaman fark ettiğini söylemek zordur ancak belirli bir noktada davranışı değişmiştir.

Türkiye, AB’ne katılımı müzakere etmeyi ve sosyo-politik sistemini Avrupa modeline uyarlamayı sürdürdü ve fakat bu esnada insan (Müslüman) haklarını ihlal etmekten, hoşgörüsüzlükten ve yabancı düşmanlığından dolayı Avrupa’yı sert bir şekilde eleştirdi. Acısını çıkarıyor. Türkiye, Kıbrıs’ın AB dönem başkanlığı süresince resmi bağlarını askıya aldı ve Türkiye’nin tarihi muhalifi, Kıbrıs’ın ise patronu olan Yunanistan’ın sıkıntılı bir durumda olmakla kalmayıp bir bütün olarak Avrupa için başağrısına dönmesinin tadını çıkarıyor.

Türkiye, kendisini bağımsız politika izleyen ve ABD dâhil tüm ülkelerle eşit ilişkiler geliştirmeye çalışan büyük bir güç olarak konumlandırarak aynı zamanda bölgedeki etkinliğini de artırdı.  Türkiye’nin artan bedeli herkesi, özellikle de ona nasıl tepki vereceğine bir türlü karar veremeyen Avrupa’yı şaşırttı.

Diğer yandan, ekonomik ve siyasi kazanımlarına rağmen, Türkiye’nin kaynakları tek başına yol almasına el vermez bilhassa da tüm bölgede etkinlik planladığı için. Başbakan Erdoğan, niyetlerinin ciddi olduğuna dair herkesi ikna etmek amacıyla her yönden yüklenerek toplam etkiye bel bağlıyor. Fakat bunu fazla kaçırırsa, her yönden dirençle karşılaşabilir. Türkiye’nin çok sayıda ortağı var ama muhakkak ki hiç dostu yok; neredeyse bütün komşuları onun hakkında şüphe içinde - her ne kadar her biri durumdan istifade etmek için Türkiye’nin dümen suyuna giriyorlarsa da. Türkiye bu bakımdan Rusya’yla benzerlik taşımaktadır.

Avrupa’ya karşı açık bir kincilik ilan etmiyor ancak Türkiye, AB üyeliğinin reddedilmesiyle Avrupa’nın ne kadar kaybettiğini anlaması için uğraşıyor. AB’nin yerine koymak üzere, yeni demokrasilerin koruyucusu haline gelerek Avrupa’ya Ortadoğu’da açıktan meydan okudu. Türkiye Avrupa için hidrokarbon merkezi rolünü de ileri sürüyor ki geri tepebilir; Avrupa, Rusya’nın nüfuzunu azaltmak için başlangıçta buna sıcak bakmıştı. Avrupa’nın, tedarikçi ülkeye (Rusya’ya) bağımlılığa bir de başlıca transit ülkeye (Türkiye’ye) bağımlılığın eklenmesinden memnuniyet duyması muhtemel değildir.

Hızla ve kargaşayla değişen bir dünyada her hangi bir ülke için ana istikrar faktörü, doğru öncelikleri ve çıkar kürelerini seçebilmesi ve istikrarlı bir kimlik edinmesidir. Köklü dönüşümden geçen Rusya ve Türkiye bu yola henüz girdiler. Onları karşılıklı menfaat duymaya teşvik edecek olan, müşterek küresel ve bölgesel sorunlardan ziyâde işte bu faktördür.

Kaynak: Russia in Global Affairs

Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın