Tarih: 10 Ekim 2009
Zürih Üniversitesi’nde Türk ve Ermeni dışişleri bakanları, ilişkilerin normalleşmesini öngören iki protokole imza atacaklar. Ermenistan Dışişleri Bakanı Nalbantyan son anda pürüz çıkartıyor.
- Ben konuşma yapıp, bu protokollerin ‘Karabağ sorunu’ile ilgisi olmadığını söylemek istiyorum.
‘İmza krizi’ saatler boyu yürütülen temaslarla çözülemeyince Rus Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov Ermeni bakana müdahale edip sorunu çözdü:
- Uzatma, imzala şunu!
Ermeni bakan, o dakika imzayı attı.
Rus pozisyonu
Rus bakanın o gün orada olması görünüşte Rusya’nın Minsk Grubu’nun bir üyesi olmasından kaynaklanıyordu. Ancak protokollerin arkasındaki ‘Rus desteği’ o kadar ‘sembolik’ değildi.
O gün Zürih’te bir Rus dışişleri bakanının imzalara ‘şahitlik’ etmesi, dahası imzayı atması için Ermeni bakanı zorlaması o sırada Rusların da Ankara’nın vizyonunu paylaştığı şeklinde yorumlanmış ve umutları artırmıştı.
Zira Kafkas satrancında Ermeni taşının sahibinin Rusya olduğunu herkes bilir. Erivan da yönetimde kim olursa olsun Kremlin’in sözünden çıkamaz.
Kaldı ki Türk-Rus ilişkileri de hızla gelişiyordu.
Nihayet Rusya ile Türkiye ilişkilerinde son on yıl zarfında muazzam bir sıçrama gerçekleşmiş, ticaret hacmi 40 milyar sınırına dayanmıştı.
1 Mart 2003’te TBMM’nin Irak’ın Türkiye üzerinden işgaline hayır demesi de Kremlin’in Ankara’nın politikalarını daha büyük bir ciddiyetle izlemeye başlamasını sağladı. Vladimir Putin, 2004 Ankara ziyaretinde bu değerlendirmesini aktarmış, 2009’da yeniden geldiğinde ise ‘bağımsız, cesur ve şahsiyetli’ politikalarından ötürü Türkiye’yi övmüştü.
Ankara- Moskova ilişkilerinde artık ‘stratejik ortaklık’tan söz edilmeye başlandığı bir dönemde Rusya’nın Türk-Ermeni yakınlaşmasına destek vermesinde şaşılacak bir durum yoktu. Kafkasya’daki en önemli müttefiki Ermenistan’a Türkiye üzerinden bir ‘nefes borusu’ açılacaktı.
Ruslar, Kafkasya’da barış ve istikrardan bahsediyordu.
Moskova’nın hesabı
Gelgelelim ‘süreç’in akışı içinde Ankara’nın ‘Rus pozisyonu’na yönelik ‘umut ve beklentileri’ giderek bir ‘hayalkırıklığı’na dönüşüyor.
Ruslar, ‘Türkiye’nin Ermenistan ile yürüttüğü ‘normalleşme sürecini Türk-Azeri ilişkilerinin bozulması için kullanıyor gibi görünüyor.
Bunu nereden çıkartıyoruz?
Şuradan: Protokollerin imzalanmasının üzerinden neredeyse altı ay geçmesine rağmen Ermeni işgal güçlerinin Karabağ’ın çevresindeki Azeri topraklarından çekilebileceğine dair en küçük emâre yok. Rusya’nın bu konuda Ermenistan üzerinde en küçük bir telkini de yok.
Oysa bütün taraflar biliyor ki, işgalin sona ermekte olduğu net biçimde ortaya çıkmadan protokollerin hayata geçmesi sözkonusu olamaz!
Türkiye, bu ‘normalleşme’ çabalarını kim ne derse desin bir ‘risk’ alarak başlattı.
Risk, Azerbaycan ile ilişkilerin sıkıntıya girme ihtimaliydi.
Şimdi anlaşılıyor ki, Ruslar bu ihtimal üzerine oynuyor.
Epeyce de mesafe almış durumda. Ruslar bir taraftan Ermenilere, ‘Türklerle ilişkilerini normalleştir’ telkininde bulunuyor, protokolleri imzalatıyor, öte yandan Azerilere dönüp ‘gördünüz mü, çok sevdiğiniz soydaşlarınız sizi satıyor’ telkininde bulunuyor!
Ankara’dan bakınca görünen budur.
Eğer bu görüntü aynı zamanda gerçek durumu anlatıyorsa Kafkasya’da barış hayal demektir.
‘Barış’ bir vizyon işidir. Anlaşılan o ki, Ruslar hala ‘arka bahçe-yakın çevre’ politikasına devam etmek istiyor. ‘Kafkaslarda entegrasyon olacaksa benim kontrolümde olur’ diyor.
Azerbaycan, Türkiye’nin hiçbir komşusuyla ilişkilerinin düzelmesi pahasına gözden çıkartabileceği bir ülke değildir.
Sinirlioğlu neden Moskova’da?
Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ve Kafkasya’ya da bakan Müsteşar Yardımcısı Ünal Çeviköz Washington’daki Ermeni oylamasından hemen sonra Moskova’ya gittiler.
Bu ‘ani’ seyahatin sebebi nedir acaba?
Ruslara, ‘bizimle oynamayın, Kafkasya’da barış olacaksa olsun, olmayacaksa bilelim’ demeye gitmiş olabilirler mi acaba?
Medvedev, Mayıs’ta Ankara’ya gelecek.
O ziyaret öncesinde Ermenilere ‘uzatma, çekmeye başla şu askerlerini!’ demiş olacak mı? Dememişse Ankara’da konuşacağı bir Kafkas barışı da olmayacak demektir.
Kaynak: Radikal