Rotasız, kaptansız, dümensiz bir gemi: Eğitim

Eğitime başlayacak olan ya da yeni başlayan çocukların gözlerindeki ışıltı, dudaklarındaki heyecandan dolayı oluşan kıpırtının içerdiği anlam oldukça manidardır. Hele hele küçük bir sabinin kendine göre kilolarca ağırlığa sahip çantayı -cepheye mühimmat taşıyan asker cesaretinde ve bilincinde- sırtına vurmak için çırpınıp gayret göstermesi ise fıtri bir eğitilme ve ilim sahibi olma duygusunun göstergesidir. Kendi çocukluk yıllarımdan bilirim okumak isteğinden duyduğum hissiyatın heyecanını -her ne kadar ilk gün okuldan kaçtıysam da- o gün bu gün beni okuldan kaçırtan etkenin ise hapishaneye benzeyen, yüksek duvarlarla örülü, belki kaçarız diye, üstü bir yerlerimize batsın diye sivri demirler dikili, soğuk koridorlara sahip olan buzdan yapılmış bir binayı andıran okul binası olduğunun gıcıklayıcı bir alt bilinci vardır zihnimin bir köşesinde. Diğer köşesinde ise, ortasında fıskiyeli havuzu olan, içerideki kitaba ve hocaya hürmetsizlik olmasın diye küçük kapıları olan, edep, haya ve nezaketleriyle cisimleşmiş, beyinlerinin canlılığı parıl parıl gözlerine vurmuş talep edici gençlerin gezindiği etrafı yemyeşil ağaçlarla çevrili kuş sesleriyle çınlayan bir okul, mektep, medrese, adına ne derseniz.

 

Eğitilme sürecimizin ileriki yıllarında gözlerimizdeki ışıltının söndüğünü, dudaklarımızda heyecandan yankılattığımız, titrettiğimiz kelimelerin solduğunu, kendisini taşımakla vazifelendirdiğimiz çantamızın sırtımızı halsizleştirdiği ve ağrılandırdığını fark etmeden büyürüz okul sıralarında. Yusuf Kaplan'ın bir yazısında yer verdiği küçük bir anekdota ben de yer vermek istiyorum. "O zamanlar İ.Ü Öğretim görevlisi Fransız Sosyolog Rustow o zaman asistanı olan Erol Güngör'le Beyazıt meydanında dolaşırken 5-6 yaşlarında küçük bir çocuğu gördükten sonra şöyle demiş: "Erolcuğum sizin çocuklara bakıyorum, gözleri 5-6 yaşlarındayken pırıl pırıl parlıyor. Bu çocukların büyüyünce aptallaşması için neler yapıyorsunuz?" Evet gerçekten çocuklarımıza, ruhsuz, kaygısız, idealsiz, düşünceden yoksun bir hale gelmeleri için hangi programları ya da müfredat denilen ıvır zıvırları uyguluyoruz? Aptallaşmaya yönelik kasıtlı bir program geliştirilmiş de bunu mu uyguluyoruz yoksa ne yapıldığının ve yaptığımızın bilincinde değil miyiz?

 

Yeni bir eğitim dönemine perdesi solmuş ve yırtık, dekorasyonu dökük mü dökük, oyuncuları bezgin bir tiyatro manzarasına benzer bir halde başlıyoruz. Eğitim konusunda bir şeyler yazmak için zahmetli, uzun boylu bir araştırma sürecine girmeye çalıştım. Bu araştırma sürecinde bir sürü rakamlar ve istatistiksel bilgiyle karşılaştım. Rakamlarla aram fazla iyi olmadığı için yüzdelik oranlar ve birbirleriyle aralarında olan orantılar hakkında fazla bilgi vermeyeceğim. Çünkü rakamların çokluğu artarsa niteliğinin artacağına inananlardan değilim. Yani kemiyetten çok keyfiyetçiyimdir ve rakamları da sevmem. On binlerin sıfırcılığı, öğretmenlerin yılgınlığı ve perişanlığı, dünyanın ilk 500 üniversitesi arasına giremeyen üniversitelerimizin perişan hali, 1980'lerde nevzuhur olan YÖK sultası, beşik ulemalığına dönen üniversite hocalığı, okutulduğu halde okuma-yazma bile bilmeyen öğrenci çokluğu, bir yanda Haydi Kızlar Okula söylemiyle kız öğrenci okutmaya çalışan! değerli devlet büyüklerimizin eşlerinin çığlığı, diğer yanda başörtüsünden dolayı liseye kayıt yaptır-a-mayan öğrenciler, Üniversite kapılarından içeri alınmayan, kapı önünde ağlayan kız öğrenciler, terbiye ve ahlakın yerine "etik" denilen ucube kavramı yerleştirmeye çalışan etik kurulları ve terbiyesizliğiyle cisimleşmiş sigara, uyuşturucu, alkol, kız arkadaş(10 liseliden 7 si kız arkadaşlı % 10 üzerindekiler cinsel deneyim yaşamış reşid olmayan gençler)1 batağında çırpınan ülkenin umutları gençler, bütün bu içler acısı haliyle dramatik curcunadan faydalanmaya çalışan eğitim tüccarlığı vb. durumların sahnelendiği trajik, gürültülü bir tiyatro sahnesi...

 

Bilgi çağı, Uzay çağı, Teknoloji çağı diye nitelendirilen çağımızda özellikle ithal teknik ve sanayiinin dönüştürdüğü toplumumuzun sorunlarına çözüm bulmakta sıkıntı yaşayan statik bir eğitim sistemi içerisinde sıkıntı çeken, ezilen insanlarımız var. Tanzimat'tan günümüze kadar eğitim, toplumu toplumsal mühendislik projesiyle dönüştürmenin ideolojik bir aygıtı olarak kullanılmıştır. 200 yıllık çektiğimiz acının, kafa karışıklığının ve rotasızlığın nedeni düşünür, aydın tipi denilen ucubenin -az gelişmiş olan varlığın- kendi değerlerini bilmek zorunda olan zihni ile hakikat arasında bağ kurabilen Alim tipine geçemeyişidir. Düşünür ya da Aydın tipi ucube varlığın zihninden sudur eden molozlar, bırakın toplumu felaha götürmesini kendini bile felaha götürmemiştir. Her gün yayınlamış oldukları dergi, gazete içerikleri, televizyon dizileri ve programları ile çocukların ve gençlerin, kısacası ülkenin geleceği olan nesillerin zihnini ve ruhunu kirleten medyanın hali ortadadır. Değerli entel-lektüel-lerimizin eğitim konusunda en çok kalem oynattığı mesele din eğitimi veya imam hatip meselesinin eleştirisi üzerine oluyor. Kendilerinden öyle nağmeler zuhur ediyor ki düşünen bir beyin olarak şaşırtıcı bir fikir ishalliğinin varlığını müşahede ediyorum. Mesala bunlardan biri şu: "Eğer imamlar üniversite öğretimine elverişli olsaydı, ileri ülkeler de papaz okulları açar ve papazları mühendis, hâkim, vali yapardı.2 Bu arada bir tespitte bulunmak istiyorum. Meslek Liselerine ve İmam-Hatiplere katsayı eşitsizliği çıkartıp, üniversiteye girmelerindeki engel olunmasındaki altında yatan psikoloji ve niyet halka/Anadolu'ya Haso-Memo olarak bakan bir zihniyetin fakir, mütedeyyin insanların çevreden merkeze yürümesini çekemeyip engel olmak için örüp yükselttiği diskriminasyon duvarıdır. Meslek Lisesini engellemek, fakir Anadolu halkını engelleme teşebbüsüdür.

 

Yazıma başlarken hayalimde canlandırdığım sahneyle oynanan sahne arasındaki ürpertici fark bu satırların sahibini bile korkuttu. Polemiğe, gürültüye dayalı söylemlerden sıyrılıp asli sorunlarımızın üzerine eğilmek istiyorum.

 

Eğitilmek için yaklaşık 15 yılını sıralarda dirsek çürütmeye adamış olan öğrencilerimiz acaba neyi ne kadar bilmektedirler? Kendinin, ülkesinin ya da dünya insanlığının sorunlarına önereceği çözüm önerileri var mıdır? Ne kadar dürüst, ahlaklı, nezaket ve terbiye sahibidir? İlkokul sıralarındayken Kemalettin Tuğcu'nun Altın Bilezik kitabını ya da Cahit Zarifoğlu'nun Gül Çocuk kitabını okumuş mudur? Yoksa test çözmeye ilkokul 2. sınıftan itibaren mi başlamıştır? Yoksa bazı öğretmen ve idarecilerin yaptığı gibi kitap okumak yasaklanmış, test çözmeye mecbur kılınmış kaç öğrencimiz var? Küçücük, gelişmekte olan, hayal kurabilme yetisine sahip olan bir beynin dört şıktan birini bulmaya mecbur edilmesi oldukça dramatik, vahim bir durumdur. Yine belirli bir zaman -5-6 yıl- geçtikten sonra okumanın kendisi için eziyet olduğunu hisseden "ben büyüyünce usta olacağım" diyen bir çocuk yüreğine karşın onun hiç sevmediği bir mekana onu hapsetmek ne kadar insan özgürlüğüdür yada 15 yaşına kadar onu yetisiz ve yeteneksiz bir insan olarak okul sıralarında tuttuktan sonra hayata salıvermek ne kadar çocuğa fırsat özgürlüğü sunmaktadır? İnsan özgürlüğü havarileri beyler bu konuda ne buyurmaktadırlar? Ya da "senden adam olmaz. Limon satarsın söylemiyle gencecik bir beynin bütün yetilerini ve yeteneklerini sıfıra indiren, bütün ideallerini ve ümitlerini yerle bir eden öğretmen edasının arkaik kalıntıları nelerdir? Rahlesinin başına oturmuş, sevecen şefkatli gözleriyle talebesinin yüzünü bir meleği seyreder gibi seyreden, bakışlarıyla gönlünü okşayan hocasının yüzüne bakmaktan bile içtinap edip utanan talebenin öğrenciye dönüştürülmesi evriminden geçirtilmesinden sonra "Hoca seninle çıkışta görüşürüz" söylemine sahip insan azmanı öğrencinin yetiştirilmesine kaynaklık eden eğitim sisteminin konsepti, insan yetiştirme vasfına sahip olmadığının nişanesidir.

 

1970'lerde çevre-merkez sosyo-politiğinden mülhem "Ha Babam Sınıfı" filmiyle 2000'lerin magazinsel, medyatik toplum profilinden devşirilen "Hayat Bilgisi," "Koçum Benim" tarzı okul dizileri öğrenci profiline kötü örneklik edip öğrenci figürünü olumsuz yönde belirleyip eğitim mekânı olan okulu Ali Babanın çiftliğine ya da Ünlüler çiftliğine dönüştüren bir misyonu kendilerine çaktırmadan amaç edinmişlerdir. Kahvehaneler ve öğretmen evi kahvelerini dolduran, bütün zamanını vaktinin boğazına sarılıp öldürmek için çırpınan öğretmen profilinin varlığına ve sohbetine öğretmenler odasında dayanabilme, tahammül edebilme yeteneğine sahip direnci olan kaç öğretmen varlığı söz konusudur? Şu an eğitim-öğretim gören öğrenci sayısı birçok AB ülke nüfusundan fazla olan yaklaşık 16 milyon öğrencisi ile eğitim sistemi dümeni olmayan, batmasına ramak kalmış, içinde koşuşturmaca ve panik yaşanan bir gemi konumundadır. Eğitim sistemi at yetiştirmek ile öğrenci yetiştirmek arasındaki büyük farkı ortadan kaldırmış durumdadır. Küçücük çocukların test, sınav, dershane hipodromunda koşuşturması, hafta sonu sabahın köründe dershane yollarında olmaları beni sarsıyor. Bundan haz alanlar var ise bir hekime gidip insani damarlarına bir baktırsınlar. At yetiştirme metaforundan kısaca bahsedeyim. Atlar daha iyi koşmaları için at çiftlikleri olan haralarda besiye çekilirler. Ve bu dönemde aralıklarla teste tabi tutulurlar, koşu performansları ölçülür. Ve ne zaman ne kadar yiyecekleri bir gözetim altında reçetelendirilir. Öğrenciler aşağı yukarı atlarla aynı kaderi yaşamaktadırlar. Bir nevi dershanelerde, etüt merkezlerinde besiye çekilirler. Kafalarına biraz bilgi koyduktan sonra 50-100 test sorusu verilip performansları kollanır. Eğer öğrenci yetersizse bu mekânlarda tekrar kafaları bilgiyle doldurulur. İyi koşacak hale gelince pardon test çözecek hale gelince haradan/etüt merkezinden çıkarılır. Yarışta (ÖSS) başarısız olanlar tıpkı verim alınmayan atların yük taşıtılması gibi diskalifiye edilip, istikballeri karartılır. Öğrenci bu anlayışla at konumuna düşürülmüşken öğretmen de seyis konumuna düş-ürül-müştür. Bu mantıkla yetiştirilen öğrenci/insan tipi kariyerist (kariyere tapıcı), egoist, maddiyatçı-kapitalist, ÖSS kazanamayınca pop-star yada ben evleniyorum gibi programlara koşturan, yılgın, batıya amele olarak gitmeye gönüllü, üzerine bomba sarıp suçladığı topluma ve hayata saldıran bir insan tipi ortaya çıkar. Zaten sakat atlar da vurulmaz mı? Bütün bu marazi durumların ortaya çıkmasında Medeniyet eksenli olmayıp anakronik/köksüz eğitim sistemi yürütme inadı yatmaktadır.

 

Notlar

 

1- 17.09.2005 tarihli Milliyet gazetesi.

2-  İmam Hatipler ve Türbancılar, Prof. Dr. İlhami Çetin, Cumhuriyet, 21.07.2005

 

http://www.umran.org/arsiv/yazilar.asp?sayi=134