Risotto ve bulgur

 

Türkiye yıllarca samimiyetle Batılı bir ülke olmak için çabaladı.
Batı'nın savunma ittifakında yer aldı. Batılı bir demokrasi, Batılı bir ekonomi kurmaya çalıştı.
Tanıtım filmlerinde mayolu genç kızlar vardı.
Çankaya'da şarap içenler...
Devlet televizyonunda lafını seçip söyleyenler...
Okullarda Batı müziği enstrümanlarını öğrenenler...
* * *
Dipte ise bir başka Türkiye vardı.
O Türkiye, yer sofrasında soğanı yumruklayıp bulgur yiyordu.
TRT spikerleri gibi değil, kendi lisanınca konuşuyordu.
İlahi dinliyor, örtünmeyi seviyordu.
Ama mayo giyene, şarap içene de ses etmiyordu.
İkisi de aynı ülkenin insanlarıydı. Ama ayrı kentlerde, farklı semtlerde yaşıyorlardı.
* * *
Sanayileşmeyle ucuz işgücü olarak kentlere aktı köyler...
Bariyerler yıkıldı.
Artık şarapçılarla bulgurcular aynı coğrafyada, bir aradaydı.
Ülkenin yarısının açlık sınırında yaşadığını unutmuş, kendi yarattığı vitrine âşık olmuş lüks restoranlarda "Memleket ne hale geldi" yakınmaları başladı.
Ardından "zenci muamelesi" geldi.
Barlara "Rakı içen giremez" yazıldı.
Risotto karşısında bulgur, cappucino karşısında Türk kahvesi aşağılandı.
Kılık kıyafet yasakları dayatıldı.
Yol yordam bilmeyenlere "göbeğini kaşıyan adam" yaftası takıldı.
Ve ülkenin demokrat insanları onlardan yana çıktı.
"Kimse kimsenin siyasal tercihine karışamaz, tek bir yaşam biçimini dayatamaz"dı.
Kimse "Bu ülke benim, beğenmeyen gider" tavrı alamazdı.
* * *
Sonra, "zenci muamelesi"nin uygulandığı her ülkede olan oldu; "zenciler" iktidara ağırlığını koydu.
Artık ekranda çoğunluğun dinlediği müzik de vardı; mayo sevmeyenler için tesettür otelleri, şarap sevmeyenler için içkisiz lokantalar...
"Vitrin düşkünleri"nin yüreğini burksa da çoğulcu toplumun gereğiydi bu...
Lakin iş orada kalmadı. Örtünmeyenle, içenle sorunu olmayan geleneksel mütedeyyin kitleler, dışlandıkça içe kapandı, siyasallaştıkça muhafazakârlaştı, yoksullaştıkça tahammülsüzleşti.
Zamanla Ramazan'da açık lokanta bulunmaz hale geldi; içki ruhsatları iptal edildi.
Mayoyu sevmeyenler "Beğenmiyorum" yerine "Mayo günahtır" demeye başladı.
Okullarda din eğitimi zorunlu kılındı.
Şarapçılar, sokaktan çekilip seçkin mahallelerindeki korunaklı sitelere sığınırken "bulgurun iktidarı", "Sana ne lan!", "Al ananı git!" diye dayılanmaya başladı.
Şarap içmeme tercihine saygı duyulacak İçişleri Bakanı, "Ben kuru soğanı kırar, bulgur yerdim. Bana şarap soslu risotto yedirdiler" diye bir valiyi fırçalayabildi.
* * *
Ve nihayet Başbakan tüyü dikti:
Bekir Coşkun'u "Cumhurbaşkanını tanımıyorsan, vatandaşlıktan çek git" diye kovabildi.
Seçim gecesi yaptığı herkesi kucaklama çağrısının cilası döküldü.
Her mazlumun, potansiyel zalim olduğu bir kez daha görüldü.
Bu yaklaşım, AKP muhaliflerini "Türkiye'nin yeni zencileri" haline getirmiştir.
Dün bulgurcuların var olma hakkını savunanlar için şimdi "risottocular"ın yanında saf tutma zamanıdır.
Dün şiirden mahkûm olan siyasetçilere sahip çıkanlar, bugün yazısından dolayı kovulan yazarlara sahip çıkmalıdır.
Mayoyu günah, şarabı yasak sayan zihniyete, herkesin günahının hesabını kendisinin vereceği hatırlatılmalıdır.
Herkesin başbakanı beğenmeme, cumhurbaşkanını benimsememe hakkı olduğu unutulmamalıdır.
Bu ülkeden birilerini kovmak, başbakan dahil, kimsenin haddi değildir.

Kaynak: Milliyet