Rigas diye tanınan düşünür ve eylem adamı bundan tam 250 yıl önce, yani 1757 yılında Velestino denen, Orta Yunanistan'daki bir kasabada doğdu. 'Bize ne bundan?' demeye davranmadan önce bilin ki Rigas, Osmanlı Devleti için çağdaş bir anayasa öneren ilk kimsedir.
Türkiye'de tanınmıyor olmasının nedeni ise hem anayasasından hem görüşlerinden daha ilginçtir: Düşünür biz-siz siyah-beyaz ulusal mitoslar içinde yuvarlandı kaydı, gitti karşı kampta takılıp kaldı! Bu mekanizmayı anladığımızda daha başka önyargılarımızı da anlarız herhalde.
Ulus devletler mitoslarını yaratır. Bunun yolu hemen aynı biçimde olur her yanda. Gerçekler ve somut olaylar efsaneler ve soyut anlatılarla karıştırılır, her anlatılan artık ne yanlıştır ne de doğru, biraz doğrudur biraz da uydurma, bir yere kadar gerçeklerle uyum içindedir, bunun için söylenenleri bir noktaya kadar bütün dünya kabul eder; ama bir noktadan sonra da ulusal söylem dünya ile uyum gösteremez, geniş çevreden ayrı düşer, yabancılaşır. 'Bizim' gerçeklerimiz ve 'onların' gerçekleri diye rahatsız edici bir durum baş gösterir. Bizim koroya katılamayan düşünürler de, en doğal bir biçimde 'bizden' sayılmamaya başlanır. Ne mutlu bizim koroda olanlara!
Benim gibi kimseler de, sesi bazen çatlak çıktığından olabilir, korolarda yer almak istemezler. Kendi sentezlerini oluştururlar. Ama kendilerini arada beynamaz değil, her yerde ibadet edebilen olarak algılarlar. Rigas'ı da oldukça farklı anlarlar. Türk ve Yunan resmi tarihçiliği bu düşünürü Yunan İhtilali'nin ve milliyetçiliğinin öncüsü, babası ve simgesi olarak anlatır. Bir tür Namık Kemal yani. Ve imzasını Velestinli Rigas (-li takısı Türkçedir) diye atmış olan adam zamanla, o yakınlardaki bir antik Ferres yöresinden esinlenerek Rigas Ferreos diye adlandırılır. O artık eski Yunan'ın da devamı olur! Oysa Ulahlar yaşardı bu Velestino'da. Bugün Arnavutlar ve Romenler de Rigas'ı kendilerinden sayarlar.
Peki neydi Rigas?
İşte ulusçu anlayıştan kaynaklanan sorunun sığlığı ve sorunlu yanı tam buradadır. Sorunun bu biçimde sorulmasının arkasında keyfi bir varsayım yatıyor: İnsanlar ille de ulusal bir grupta bulunurlar, hep öyle bir grubun üyesi olmuşlardır. Oysa tarih içinde ve özellikle ulusçuluğun henüz temel bir ideolojiye dönüşmediği dönemde bu tür bir 'ulusal' tasnif (sınıflandırma) anlamsız olmaktadır. Ulusal kimliğin çağdaş bir kimlik olduğu söylendiğinde kastedilen budur. Eskilerde kimliklerin bambaşka referansları vardı; din, mezhep, yöre, lider vb. gibi göndermelerle tanımlarlardı insanlar kendilerini. Gelecek yüzyıllarda da kim bilir daha ne gibi referanslar göreceğiz -belki sınıf, cinsiyet, siyasi görüş ve ideoloji temel kimliğe dönüşebilecek.
Rigas ulus-öncesi dönem düşünürüydü. Akademik dilde söylersek 'proto-nasyon' dönem aydınıydı. Henüz ulusçuluğa tam olarak intisap etmemişti. Osmanlı Devleti için 'dünyanın en güzel devleti' der yazdığı anayasasında. (1797) Fransız Devrimi'nden etkilenmiş parlamenter bir rejim için bir ayaklanma planlamaktadır. Din ve dil farkı gözetmeden, Rum, Türk, Arnavut, Bulgar, Ermeni, Laz demeden, bütün yurttaşların tek bir oya sahip olacağı bir devlet istemektedir. Bunu anayasasında en ufak bir kuşku bırakmayacak biçimde yazmıştır. (Anayasası ve ayrıntılar Yunan Ulusunun Doğuşu kitabımda bulunabilir.
İnternette de etraflı bilgi vardır: Wikipedia.) Şiirlerinde de aynı anlayış egemendir. Pesvantoğlu onun örnek savaşçısıdır. Ama bunlar hiç yazılmamış, bu metinler elimizin altında değilmişçesine mitoslar egemen. Yunanlı öğrencilerime soruyorum, 'Rigas ne yapmak istiyordu?' diye, 'Türkleri kovmak ve ülkeyi hür kılmak' diyorlar, Türk tarihçiliğine başvuruyorum, Yunan tarihçiliğinden iktibasla 'bize karşı ayaklanmış milliyetçi Yunanlı' diyorlar. 'Peki 'bütün halklar bir arada olsun' söylemini nasıl açıklıyorsunuz?' soruma da yanıt yerine bana bin dereden su yetiştiriyorlar.
Neden Osmanlı sayılmıyor?
Çünkü Rigas'ın bir ulus-öncesi düşünür (en fazla bir 'proto-Yunan') olduğunun kabul edilmesi hiç de kolay bir karar değildir, böyle bir kabul bir paradigma değişikliğini kabul etmek anlamı da taşıyacaktır: Ulus olgusunun ebedi değil konjonktürel olduğu kabul edilecektir. Ne mutlu egemen paradigma ile uyum içinde huzur bulanlara!
Neden Türkiye tarihçiliğinde bu adam Osmanlı mirası içinde görülmemekte, neden bütün Balkan halklarının sahip çıkmaya çalıştıkları Rigas Osmanlı sayılmıyor? Bunun bir nedeni öteki Balkan uluslarının 'atik davranıp' düşünüre sahip çıkmaları ve onu ulusal bir önyargı ile 'Osmanlı düşmanı' olarak tanıtmalarıdır. Kitlesel tepki de Türkiye'de Rigas'ın ötekileştirilmesi biçiminde gelişti. İkinci bir neden Rigas'ın o zamanın Osmanlı yönetimine karşı çıkmasının isabetsiz yorumudur: 'Bizim' sayılan Osmanlı'ya karşı çıkan nasıl bizden olur?' anlayışıdır bu. Oysa Mustafa Kemal'in de 'Osmanlıya' karşı çıktığı unutuluyor. Bir devlet düzenine karşı çıkmak ne topluma, ne de bir kültüre, ne de bir mirasa karşı çıkmak demek değildir. Devlet düşmanlığı genel ve cemaate yönelik bir karşıtlık değildir. Kısacası devlet, halkın ne simgesi ne de kendisidir. Rousseau'cu faşizan anlayıştır devleti halkın 'ruhuna' dönüştüren.
Düşünür sonunda, Fransız Devrimi tipi baş kaldırmalara karşı olan Avusturya'da tutuklandı, Osmanlı yetkililerine teslim edildi ve idam edildi. İlk anayasa kurbanımız! Bu anayasanın bazı maddelerini ben şahsen çok sevdim. Bu düşünürün unutulmuş olması yazık oluyor. Yalnız geçen yıl temmuzda Toplumsal Tarih dergisi bir özel yazı hazırladı adına. Bugün de, o yıllarda Balkanlar'da ticaret dili olan Yunanca yazdığı ve Fransız Devrimi anlayışını dile getiren anayasasından bir madde ve ünlü Marş şiirinden bir alıntı ile Osmanlı Rigas'ı analım, 250 yıl geriye giderek (yoksa gerçekten de gittik mi!): 'Vatan için bir tek yürek atsın / inancında herkes özgürce yaşasın / ortak koşalım savaşın şanına / Bulgar ve Arnavut, Ermeni ve Rum / Arapla beyaz, ortak bir güç.'
Kaynak: Zaman