Gazetecilik, bugünlerde büyük çoğunluğun sandığı gibi, doğru yerlerdeki doğru kişileri tanıyıp onlardan gelen bilgi ve belgeleri haberleştirme mesleği olsa, Türkiye'nin yakın geçmişi hakkında bugün bildiklerimizin yarısını bile bilmiyor olurduk.
Tam tersine gazetecilik, sabırla beklemek, iğneyle kuyu kazmak mesleğinin adıdır.
Bir dedikoduyu duymakla onu haber haline gelecek olgunluğa ulaştırmak arasında dağlar kadar fark vardır.
Doğrudur, bir zamanlar benim de arala-rında bulunduğum Ankara gazetecileri çok sayıda dedikodu duyarlar. Ama bu dedikodu-ların yarıdan azı haber haline gelir, çünkü bazen gazetecinin eksikliğinden, kusurundan ötürü gereken fikri takibi yapmaması nedeniyle çoğu zaman da o dedikodunun gerçek olmaması nedeniyle haber oluşmaz. Ama bir de, üzerinde sabırla çalışılan, zamanı geldiğinde doğru insana doğru sorunun sorulması sonucu alınan cevapla olgunlaşan, belgelenen dedikodular vardır.
***
2003 yılının son aylarını hatırlamaya çalışın. Aynı anda çok şey oluyordu. Mesela, hem Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri'nin sivil olması, MGK Genel Sekreterliği'nin yetkilerinin kısılması gibi 'hassas' demokratikleşme reformları yeni yapılmıştı hem de bir yandan hükümet meslek liselerine üniversite sınavında uygulanan katsayının kaldırılmasına, yani
imam-hatiplerin önünün açılmasına ilişkin siyasi, taahhüt altına girmişti.
O günlerde Ankara'dan 'askeri kesimdeki rahatsızlık'la ilgili zehir zemberek dedikodu-lar yağıyordu. 'Genç subaylar rahatsız' manşetinin etkileri bitmemişti, ortalık her zaman olduğu gibi bir hayli gergindi.
Murat Yetkin, imam-hatiplerle ilgili giri-şimin 'bir darbeyi tetikleyebileceği'ni duydu- ğunu söyledi. Ben de, 'Hiç olur mu öyle şey' dedim, 'İmam-hatipler yüzünden darbe mi olurmuş? Kimi inandıracaklar buna...'
Meğerse çok büyük birt gazetecilik hatası yapmışım, bunu bugün anlıyorum.
O dedikodunun peşine de düşmeliydik. Ama yine de bir tesellim var, Ergenekon soruşturması sayesinde 'doğru zaman' geldi, 'doğru insan' sorulara tam olarak olmasa da cevap veriyor. Bunun arkası da gelecek.
Ama yine bir hata yapıldığı izlenimi içindeyim. Meseleleri ak veya kara diye görmemek gerek. Görevdeki 15 orgeneral ve oramiralin katıldığı ve darbe için muhtıra vermenin açık açık konuşulduğu toplantıya Hilmi Özkök'ün başkanlık ettiğini unutmayın. Nokta dergisinin basılmasına ve sonra da kapatılmasına neden olan baskılara uğradığı meşhur Genelkurmay belgesinin (Genelkurmay Harekât Başkanlığı'nın Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı'ndan 'dost sivil toplum örgütleri'nin listesini istediği yazısı) Hilmi Özkök'ün Genelkurmay Baş-kanlığı döneminde yazıldığını da unutmayın.
Hiçbir şey siyah ve beyaz değil. Hilmi Özkök'ün 2003 sonundaki imam-hatip kökenli ve 2004 başındaki Kıbrıs bahaneli darbe girişimlerini önlediği, son günlerin gelişmeleriyle birlikte kesinleşmiş olmakla birlikte, bu girişimlerin aradan 4 yıl geçtikten sonra bile hâlâ mahkemeye taşınmamış olmasında aynı Özkök'ün ihmalini de unutmamak gerek.
***
Özden Örnek'e ait olduğu öne sürülen ve pek çok açıdan da gerçekliği doğrulanan bir materyal olan günlükler ortaya çıktığından beri, meslek büyüğüm, sevgili ağabeyim Hasan Cemal'in ağır baskısı altındayım, 'Oğlum bildiklerinizi yazsanıza' diyor Murat Yetkin'le beni kastederek.
Evet ama bildiklerimiz, dedikodulardan ibaret. Bunları doğrulaması için bazı kaynakların bize konuşmasına ihtiyacımız var. Pek çok kaynakla konuştuğumuzu, pek çok konuyu doğrulattığımızı ve bunları yazdığımızı Radikal okuyucuları biliyor.
Ama iki tane kilit kaynak var ki, onlardan biri olan Hilmi Özkök hâlâ tam olarak konuşmuş değil, diğeri ise hükümetin üst düzey bir kaynağı, o söz vermiş olmasına rağmen hâlâ 'Konuşmak için zamanını bekliyor.'
Bakın, Murat Yetkin'in cumartesi ve pazar günü Radikal'e manşet olan yazıları, bir sabah bir telefon etmek ve alınan cevapları yazmak şeklinde oluşmuş yazılar değil.
Onların arkasında en azından dört yılın emeği ve 20 küsur yılın da tecrübesi var.
Bir Genelkurmay Başkanı'nın yemeklerini evden getirtmesi, sağlık kontrolü için
askeri hastaneye gitmemesi öyle durup dururken olacak şeyler değil.
Biz gazetelerde her gün Türkiye'ye demokrasi gelsin, hiçbir şey gizli kalmasın diye
uğraşır ve bu arada birbirimizi yemek için elimizden geleni yaparken, Türkiye'de demokrasinin esas sahibi olması gereken cepheden, siyasi partilerden, özellikle de iktidar partisinden dişe dokunur hiçbir açıklama gelmemesini nasıl yorumlamalıyız acaba?
Meclis değil midir Türkiye'nin en yüce denetim organı? O Meclis, Ufuk Uras'ın masum araştırma komisyonu kurulması önerisine 20 imzayı zor bela verdi.
Bakalım önergenin gündeme alınması mümkün olacak mı? Bakalım Meclis darbelere ne kadar karşı?
Kaynak: Radikal