Rehn ve Barroso riskli kriterler açıklıyor

 

Kötü avukat dava kaybettirir. Avrupa Birliği yetkililerinden gelen son açıklamalar AK Partilileri memnun ediyor etmesine, ama hem Türkiye, hem de Müslüman nüfuslu ülkelerdeki siyasi hayat için rsiki yüksek standartlar koyuyorlar.

Dün AB Üçlü toplantıları için Ankara'da bulunan Genişleme Komiseri Olli Rehn ile geçen ay Ankara'da temaslarda bulunan AB Komisyon Başkanı Manuel Barroso'nun son açıklamaları buna örnek gösterilebilir.
Rehn, geçtiğimiz hafta yaptığı bir açıklamada Türkiye'de "liberal olmaktan çok aşırı olan laikçilerle, ıslah olmuş İslamcılar olan Müslüman demokratlar arasında" açık bir çatlaktan söz etti. (Buradaki ıslah, reform karşılığında kullanılıyor, İngilizcesiyle Rehn, 'reformed post-Islamist', yani reformdan geçmiş eski İslamcılar diyor AK Partililere.)
Bu sözleri dün kendisine hatırlatıldığında, Rehn kapatma davasına karşı tutumunu bir kez
daha izah etti. Rehn, "AB, Türkiye bir aday ülke olduğu için çok fazla tarafsız kalamayacaktır.
Bu yüzden önemli olan, bunun demokratik prensipler, hukuk kuralları, AB ve Venedik Komisyonu standartları çerçevesinde ve aynı zamanda Türk Anayasası'nın 90. maddesi esasına göre çözülmesi gerekiyor" dedi. Rehn'in tutumunun kişisel olmaktan öte kurumsal olduğu, AB Komisyonu'nun havasını yansıttığı anlaşılabiliyor.
AK Partilileri uluslararası dayanışma memnuniyetine sevk eden, CHP lideri Deniz Baykal'ın dün Başbakan Tayyip Erdoğan'ı (ülkesini Batı'ya şikâyet ettiği iddiasıyla) 'Damat Ferit' suçlamasıyla muhatap eden, işte bu tutumdur. 2002-2003 yıllarında kendilerine Müslüman demokrat diyen Batılılara, 'Hayır, biz muhafazakâr demokratız' diye karşı çıkan AK Partililerden, bugünlerde pek itiraz gelmiyor. Öte yandan, Türkiye'de AK Partili olmayan herkesin Türkiye-AB ilişkilerinde etkin bir isim tarafından neredeyse faşistlikle suçlanması, Türkiye'de demokratlığın kriteri olarak neredeyse AK Partili olmanın vazedilmesi ne doğrudur, ne kabul edilebilir. Demokratlık AK Parti'nin tekelinde olmadığı gibi,
bunu tayin edecek kişi de Rehn değildir.
Barroso'nun sözleri ise daha genelleyici ve siyaseten daha riskli. "Türkiye'nin içinden geçtiği süreç sonunda laiklikle demokrasinin Müslüman bir ülkede uygulanıp uygulanamayacağının ortaya çıkacağı" saptamasının, AK Parti'nin kapatılması halinde üyelik görüşmelerinin kesintisiyle sonuçlanıp sonuçlanmayacağı sorusu dün Rehn tarafından "Henüz olmamış bir şey hakkında spekülasyonlarda bulunmayalım" diye yorumlandı.
AB'nin mevcut koşullarla kapatma davası nedeniyle Erdoğan hükümetini cezalandıracağını söylemek gerçekçi değil. Çünkü, cezalandırılan ülke olmakla birlikte o faturayla muhatap
olacak kişi Erdoğan olacaktır.
Ama Barroso'nun sözleri bundan daha fazlasını ifade ediyor. Barroso adeta diyor ki, AK Parti kapatılırsa 'laiklikle demokrasinin Müslüman bir ülkede uygulanamayacağı' ortaya çıkacak. Bu sığ bir genelleme. Erdoğan'ın kendisi, partisi kapatılsa da demokratik sınırlar içinde mücadeleye devam kararlılığı sergilerken, gönüllü avukatlığına savunan Barroso yalnız Türkiye'deki demokrasi ve hukuk mücadelesini bir parametreye indirgemekle kalmıyor. Aynı zamanda Müslüman nüfuslu diğer ülkelerin de ne yapsalar zaten demokratik olamayacakları yolunda bir peşin yargıyı açıklıyor. Erdoğan, bu avukatların savunmasına bel bağlarsa yanılır.
Oysa bütün bir Arap dünyası Anayasa Mahkemesi'nde görülen davayı yakından izliyor.
Bu konuyu ileride daha çok açmak gerekiyor ama, Erdoğan'ın başarısızlığı otoriter Arap rejimlerinde ve onların silahlı muhaliflerinde gizli bir sevince, demokratik yollardan iktidar olma fikrinde AK Parti'yi örnek almaya başlayan muhaliflerinde de hayal kırıklığı ve yenilgi duygusuna yol açacak gibi görünüyor. Barroso bu geniş resmi de göremiyor.
İşin başka boyutu da var. AK Parti saflarında adeta 'denize düşen yılana sarılır' mantığıyla
karşılanan bu dış savunma desteği, Anayasa Mahkemesi üyeleri üzerinde, genel olarak yargı ve siyaset kurumları üzerinde nasıl bir etki bırakacak? Örneğin, Mahkeme yargıçlarının 'Bak, AB bile ne diyor? Demek ki yanlış yapıyoruz' deyip, Anayasa, İddianame ve Savunma'yı bir yana bırakıp karar vermesini beklemek gerçekçi mi? Münazara kazanmakla dava kazanmak aynı şey mi?

Kaynak: Radikal