Referandumdan sonra...

Çok değil, üç gün kadar sonra referandum sonucu belli olacak. İki hafta önceki yazımın sonunda belirttiğim gibi, bu sonucun Türkiye'de daha ileri bir demokrasiye imkân verip vermeyeceği ise şimdiden akıl yürütmemiz gereken bir soru.
 
Biraz daha vurgulu bir biçimde söylemek gerekirse, referandumun sonucu ister evet ister hayır olsun, bu sonuçlardan hiçbiri daha demokratik bir Türkiye'ye kolayca erişeceğimizin garantisi değil. Bu nedenle, sonucun evet veya hayır olmasının Türkiye'yi anayasal demokratik gelişmeler bakımından nasıl bir ortama sokacağı üzerinde serinkanlı değerlendirmelere ihtiyaç olduğu kanısındayım.

Ancak, bu değerlendirmelere geçmeden önce, referandum sürecinde ortaya çıkmış olan ve konuyla ilgili önde gelen yorumcuların hemen tümünün üzerinde birleştiği bir temel noktayı hatırlatmakta fayda var: Referandum paketine doğrudan destek veren ve "evet" sonucunun daha demokratik bir Türkiye için zorunlu olduğunu iddia eden başta AK Parti olmak üzere tüm siyasî gruplar, Türkiye'nin referandumdan sonra yeni bir anayasaya kavuşturulması gerektiğini de ayrıca vurgulamaktadırlar. Bu vurgu, çekingen bir "evet" tavrını ortaya koyan "yetmez ama evet" diyen kişi ve gruplar için de geçerli. Paradoksal görünse de, CHP başta olmak üzere referandumda "hayır" oyu kullanılmasını isteyen kişi ve gruplar da, paketin reddedilmesinden sonra, Türkiye'nin yeni bir anayasaya –bu defa kendi öncülüklerinde– kavuşturulmasını sağlayacaklarını belirtmektedirler. Üzerinde birleşilen nokta, o halde, referandum sonrasında, mutlaka yeni bir anayasa çalışmasının başlaması ve sonuçlandırılması gerektiğidir.

"Evet"ten sonra...

Bu tespiti yaptıktan sonra, şimdi referandumda evet çıkması halinde, yeni bir anayasa çalışmasının nasıl olabileceği üzerinde düşünebiliriz. Sonucun evet olması, kim ne derse desin, AK Parti'nin Türkiye siyasetinde 2007 seçimlerinde elde ettiği güçlü konumun teyidi anlamına gelecektir. Bu durumda, yeni anayasa çalışmalarına AK Parti'nin öncülük etmesi beklenecektir. Peki AK Parti bu öncülüğü yerine getirebilecek midir? Getirecekse, bunu nasıl yapabilecektir?

Soruların cevabı herhalde 2007'den beri yoğun bir biçimde yaşamakta olduğumuz anayasa krizinin ortamı içinde aranmalıdır. Hatırlanacağı gibi, cumhurbaşkanı seçimiyle başlayan süreçte 2007 seçimlerine yeni, sivil ve demokratik bir anayasa vaadiyle girmiş olan AK Parti, seçimden sonraki süreçte bu vaadini gerçekleştirmek yerine, kısmî anayasa değişikliklerine yönelmiş ve bunda da başarılı olamamıştı. Bu süreçte AK Parti'nin yeni anayasa çalışmalarını neden ilerletmediği sorusuna, kapatma davası başta olmak üzere vesayetçi müdahale odaklarından gelen baskılar bir mazeret olarak gösterilerek cevap verilebilirdi. Pazar günkü referandumdan evet sonucunun elde edilmesi halinde ise böyle bir mazeret ortadan kalkmış olacaktır. Hem mevcut paketin vesayetçi odakların gücünü kıracağı iddiası ve hem de bizzat Başbakan'ın ağzından "evet" sonrasında yeni anayasa için çalışılacağının açıklanmış olması, artık hiçbir mazerete yer bırakmayacak bir biçimde AK Parti'yi yeni anayasa yönünde zorlayacaktır.

Böyle bir durumda ise AK Parti'nin nasıl davranacağına dâir bazı ihtimaller çıkmaktadır. İhtimallerden biri, AK Parti'nin, referanduma gidilirken yaptığı gibi, kendi anayasa önerisini kamuoyuna sunması ve bu öneri etrafında bir "uzlaşma" sağlamaya çalışması ve sonrasında da, uzlaşma olsun olmasın, konuyu TBMM'ye getirmesidir. Bu ihtimalin gerekleşmesi, 2011 seçimlerine çok az bir zaman kaldığı için pek mümkün görünmemektedir. Ancak, en azından AK Parti'nin, çeşitli vesilelerle en yetkili ağızlardan bir "anayasa seçimi" olacağı söylenen 2011 sonrasında nasıl bir anayasa istediğini açıklaması mümkündür ve hattâ gereklidir.

Bu ihtimalin gerçekleşmesi hâlinde, Türkiye'nin anayasa sorununu olumsuz yönde etkileyecek bazı gelişmeleri şimdiden öngörmek de gerekmektedir. Şu âna kadar kamuoyuna yansıyan yoklama sonuçlarına göre, evet ve hayır oyları arasında büyük bir fark olması beklenmemektedir. Türkiye'nin geçmiş anayasa tecrübesi, halkın önemli bir bölümünün kabul etmediği anayasa düzenlemelerinin uzun ömürlü olmadığı yönündedir. Yüzde 40'a yakın oranda ret oyu verilmiş olan 1961 Anayasası bağlamında yaşanmış olan bu tecrübeden çıkan bu sonuç, herhalde şimdiki referandum paketi için de geçerlidir. "Hayır" oylarının yüzde 40 ve üzerinde olması hâlinde, paketin kabûl edilmesini, yeni bir anayasa yapma yetkisinin AK Parti'ye verildiği biçiminde anlamak veya böyle bir anlayış olduğu izlenimini vermek, şimdikinden çok daha derin bir toplumsal-siyasî bölünmeye neden olacak, bu da, yeni anayasa çalışmalarını bütünüyle engellemese bile geciktirecektir.

Yakın geçmişte anti-demokratik, bürokratik-vesayetçi ve haksız müdahalelere maruz kalmış bulunan AK Parti'nin o dönemde bu müdahaleleri "sineye çekmesi" anlamına gelen "uzlaşma" telkinlerine karşılık vermemesi anlaşılabilir bir siyasî tavırdı. Ama şimdi, referandumdan evet sonucu çıkması hâlinde, yine aynı tavır içine girilmesinin toplumsal-siyasî bölünmeyi derinleştirmekten başka bir sonuç vermeyeceğini vurgulamak gerekmektedir.
 

Ya da "hayır"dan sonra...

Peki, ya referandum sonucu hayır olursa? Kamuoyu yoklamalarının büyük kısmı, bu referandumu 1987 referandumuna benzetmektedir ve bu tip araştırmalardaki yanılma payları da dikkate alındığında, hayır ihtimali hiç de uzak değildir. Bu durumda, yine kim ne derse desin, AK Parti'nin toplumsal desteği değil belki ama siyasî gücü ağır bir darbe alacak, bu da –anamuhalefet eski liderinin yakınlarda iddiâ ettiği gibi– Türkiye'nin AK Parti iktidarından "kurtulması" sonucunu doğurmasa bile, 2011 seçimlerine yönelik siyasî stratejilerin değişmesine yol açacaktır. Bu ihtimal içinde ortaya çıkabilecek en önemli sonuç ise artık yeni anayasa çalışmasına öncülük etmesi söz konusu olamayacak olan AK Parti'nin hiçbir yeni anayasa çalışmasının da içinde yer almaması yahut, "hayır" diyenlerin kendilerini galip ilân edip, AK Parti'yi dışlamaları olacaktır. Bu da, hayır'dan sonra yeni anayasa yapma düşüncesinde olan kişi ve grupları, en başta da CHP'yi, toplumsal-siyasî desteği inkâr edilmeyecek bir düzeyde sürmekte olan AK Parti'nin içinde yer almadığı bir süreçte anayasa yapmaya yönelterek, aynen evet ihtimalinde olduğu gibi, toplumsal bölünmeyi derinleştirici bir karşı etki yaratacaktır.

Sonuç olarak tespit etmemiz gerekiyor ki, iktidarın da, muhalefetin de, "evet" diyenlerin de, "hayır" diyenlerin de, hattâ "boykot" yanlılarının da, referandumda nasıl bir sonuç çıkarsa çıksın, bunun Türkiye'nin anayasal demokrasi sorununu çözemeyeceğini görmeleri şart. Bu şart, Türkiye'nin bütünüyle yeni bir anayasaya kavuşmasının elzem olduğunda birleşmiş olmak kadar, hattâ belki ondan da önemli. Zira referandum sonucunun anayasa sorununu hiçbir biçimde tümüyle çözemeyeceğinin görülmesi, referandumdan sonra yeni anayasanın en azından temel ilkeleri üzerinde toplumsal bölünmeyi giderici yaklaşımların geliştirilmesini de sağlayacaktır. Temenni edelim ki böyle olsun; aksi halde anayasa krizini daha ileri bir demokrasi yönünde aşmamız neredeyse imkânsız olacaktır.

Kaynak: Zaman