12 Eylül’de yapılacak kısmi Anayasa değişikliği için Referandum süreci yaşanırken, Türkiye’nin temel sorunları da, tekrar çok çeşitli platformlarda, kitlesel katılımların olduğu toplantılarda, topluca masaya yatırılmış durumda.
2011 Milletvekili Genel Seçimi sürecini de başlatan referandum ile kronikleşen bazı sorunların ve konjonktürel gelişmelerin genişletmekte olduğu tartışma ortamlarında, gerçekleri açıklayan, maskelenmiş yüzleri açan, gelişme ve değişimin engellerinin yıkılmasına yardımcı olan, sadece ve sadece “insan”ın mutluluğu-refahı için mücadele verenlerin söyleyebileceği her söz, atabilecekleri her adım, yapabilecekleri en geniş kucaklaşma, her zamankinden daha fazla önem kazanmıştır.
Çözümün anahtarı
Meselelere makro seviyede, total olarak yaklaşırken, yerelde, acılı, tedirgin, bir somuna muhtaç hanelerde mevcut ve artmakta olan çaresizliği de göz ardı etmeden, çözümler için önceliklerimizin; silahların susturulması, şeffaflık, yapıcı tartışma ortamları hazırlanması, derinlikli demokrasi sürecine yönelişte bütünleşme, insani-demokratik zihniyet ve kurumsallaşma değişimi için tavır alma, dayanışma kurma zamanı olduğunu görebilmeliyiz. Sayın Sezgin Tanrıkulu’nun “lanet olsun” feryadını kalbinde, vicdanında duyan ve paylaşan milyonların, Türkiye insanının kararı ve kararlılığı, yarınlarımıza olan güvenin teminatıdır, çözümlerin vazgeçilmez anahtarıdır.
Sorunun boyutları
Yaşadığımız konjonktürel konuları da, Türkiye’nin temel sorunları ve küresel gelişmelerle bağlantılar bütünlüğü içerisinde değerlendirmek durumundayız. Meselelerin tarihsel sürekliliği içerisinde, sosyo-ekonomik, sosyo-politik, stratejik boyutlarının, psikolojik alt yapısının, uluslararası uzantılarının, bölgesel-küresel bağlantılarının, etki ve tepkilerin, günümüzde evrensel değerlerin yarattığı zihniyet, sistem ve yaklaşımlarla, çözümler için yönlendirilemeyişinin ortaya çıkardığı sorunlar yumağı ile karşı karşıya olduğumuzu, yeni gecikmelere mahal vermeden anlamak zorundayız. Her birinin, zincirin ayrılmaz halkaları olduğunu, nedensellik ilişkilerinin yaratmakta olduğu sonuçları görebilmemiz durumunda; kısmi Anayasa değişimine bakışımız, yeni bir Anayasa inşasının kaçınılmazlığı, vesayetçi zihniyetin-sistemin mahkum edilmesi, “barış” şartlarının oluşturulması, siyasi-ekonomik istikrar-gelişim ihtiyacı gibi gerçeklerle yüzleşebilme, çözümler üretilebilmesi şartlarının yaratılabilmesi mümkün olabilecektir.
Yetmez ama evet
Kısmi Anayasa değişikliğinin yetersizliği tartışılmaması gereken bir gerçekliktir. Ancak meseleye 2002 seçimlerinden itibaren AK Parti’yi ve Hükümetini kuşatan vesayetçi yapının sürekliliğe sahip engellemelerinin, bazı hukuk ve yasa dışı girişim hazırlıklarının, sonuçları dikkate alınarak yaklaşmak durumundayız.
K Parti ve Hükümetine; ‘güven’ sorununu kırmakta gösterdiği zafiyet, demokratikleşme çalışmalarında duraksamalar, projelendirme ve alt yapı, hazırlık çalışmalarında karşılaşılan yetersizlikler, parti ve çevresi çıkarlarına öncelik verme gibi konularda getirilebilecek eleştirilere rağmen, sekizinci yılını dolduran iktidar süresinin muhasebesi ile 12 Eylül zihniyeti ve kurumsal yapılarıyla hesaplaşılmasına, vesayet sisteminin ve zihniyetinin zayıflatılmasına, nitelikli yeni bir Anayasa inşası sürecinin başlatılmasına “kaçınılmaz” şekilde yol açan kısmi Anayasa değişikliği sürecine destek verilmesi, Evet oyu kullanılması, reel siyasetin ve objektif şartların tabii bir sonucudur. AK Parti’nin, bu yeni konjonktürde, 2011 milletvekili seçimi sürecinde, evrensel değerlerin şekillendirdiği bir yeni Anayasanın inşası için atabileceği somut adımlar ve oluşumuna öncülük edebileceği, diyalog, dayanışma, empati kurma, işbirliği şartlarını oluşturucu girişimleri, Türkiye’nin geleceğinde de belirleyici rol oynayacaktır.
Yüksek Askeri Şura (YAŞ) tartışmalarında, yasal-hukuki yapıya rağmen, komuta kademesinin şahıslarına indirgenen ve gerçeği ifade etmeyen “teamül”lere uygunluk anlayışının ısrarı; Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) ile kısmen Anayasa Mahkemesi’nin yeniden yapılandırılmasına karşı gösterilen direncin, “vesayet” kültürü, geleneği ve yapılarıyla bağlantılı olduğu da, açıklıkla görülebilmektedir.
Silahlı Kuvvetlerin; siyasi iradenin haklı ve meşru kararlılığı, Başbakanın ataması, Cumhurbaşkanının onayı ile oluşan yeni komuta kademesinin, demokratik zihniyetinin, demokratik-hukuki sisteminin, objektif-sübjektif ve şekli normlarını özümseyen icraatları, söylem ve davranışları, Türkiye’nin öncelikle ihtiyaç duyduğu vesayetçi-darbeci zihniyet ve alışkanlıkların sonlandırılmasında önemli rol oynayacaktır. Keza; Silahlı Kuvvetlerin yanı sıra, üst yargı organlarının da, demokratik ve bağımsız yargı sisteminin, evrensel hukuk normları çerçevesinde, yeniden yapılandırılmasında yapabilecekleri katılımcı, yapıcı öncü girişimleri, Türkiye’nin öncelikli temel ihtiyaçlarındandır.
Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde, vesayetçi zihniyetin ve uzantılarının sonlandırılmasında, siyasi muhalefet ile sivil toplum örgütlerine ve meslek kuruluşlarına da önemli roller, sorumluluklar düşmektedir. Evrensel değerlerle şekillendirilmiş bir Türkiye yapılanmasının ‘vizyon’u çerçevesinde konumlanmış “siyasi iktidar-muhalefet-sivil toplum” ilişkilerinin, siyasi yelpazenin asgari demokrasi müşterekliği çizgisinde bütünleşebilme ve dayanışma kurabilme ihtiyacı da, her geçen gün önemini arttırarak korumaktadır. CHP’nin lider değişikliğine, MHP’nin ‘millet’ iradesine önem ve öncelik veren yaklaşımına rağmen, AK Parti karşısında alternatif, küresel ve ulusal değişim dinamiklerini yönlendirebilecek kurumsal yapıları oluşturabilen demokratik bir siyasi hareketin bulunmayışı ve alternatif somut çözüm politikalarıyla kitlelerle ilişkilerde ortaya çıkan boşluklar, siyasi platformlarda zafiyetler ortaya çıkarmaktadır.
Çözüm için silahlar susmalı
Türkiye’nin demokratikleşme sürecinin, henüz aşılamayan bazı engellerine rağmen, küresel gelişmeler ile Türkiye dinamikleri kaçınılmaz şekilde, Türkiye’yi demokratikleşme ve yeniden yapılanma istikametinde zorlamaktadır. Böylesi bir gerçeklik içerisinde, Türkiye toplumsal iradesinin şekillenmekte oluşu da, önemli bir tespittir. Bu gerçeğin Türkiye siyaseti yapıcıları tarafından, tüm boyutlarıyla görülebilmesi, önem kazanmıştır. Çeşitli sebeplerin ortaya çıkardığı bazı duraksamalara rağmen, devam etmekte olan demokratikleşme sürecinde, akan kanın devamlılığı, silahların susturulamayışı, bundan sorumlu aktörlerin, farklı derecelerde de olsa, ortaya çıkan yetersizlikleri, başat sorun olarak varlığını korumaya devam etmektedir. Öncelikle altı çizilerek şu tespitin yapılmasını yararlı görüyorum: “Türkiye’nin çok kimlikli, farklı inançlara sahip, çok kültürlü, çok renkli toplumsal yapısı ile jeo-politik ve jeo-stratejık konumunun yarattığı derinlikli potansiyeli, farklılıkların içselleştirildiği, ancak farklılıkların aşılarak eşit ‘insan’ hakları ekseninde bütünleşmeyi sağlayan, evrensel demokratik zihniyet ile hukukun üstünlüğünün şekillendirdiği kurumsal yapıların oluşturulmasını ve hayata geçirilmesini zorunlu kılmaktadır.”
Bu belirlemede, 19-20. yy’ın ‘ulus-devlet’, ‘millet’, ‘vatandaşlık’ kavramlarının, 21. yy’ın gelişen ve değişen evrensel değerleriyle, yeniden şekillendirilmesi gibi bir önemli gerçekle yüzleşebilme durumundayız. Siyasi iktidar ve Türkiye siyaset kurumları, medeniyetler, farklı kültürler beşiği Anadolu insanını yeniden bütünleştirebilecek bir yaklaşımı ve kucaklaşma bütünlüğünü, yeni Anayasa inşası ile gerçekleştirebilme becerisini gösterebilme gibi tarihi bir fırsatla karşı karşıyadırlar. Ulusal sınırların değiştirilmeden, siyasi-ekonomik-kültürel-tarihsel sürecin birikimleriyle de bağlantılı olarak aşılması potansiyeline sahip olan Türkiye, gelişmeleri öngörebilen, sorunlarını çözümleyebilen siyasi ve kurumsal yapılarını hak etmektedir.
Siyasi yelpazede yer alan ve alabilecek siyasi hareketler, bu gerçeklik çerçevesinde, değişim ve dönüşümü başarabilme durumlarına göre varlıklarını koruyarak geliştirebilirler. Sol, sağ, liberal, muhafazakâr... Demokratik olan her siyasi hareket, konumunu, duruşunu, yeniden yapılanışını, ifade edilmeye çalışılan gelişme dinamikleri ve potansiyeli ile yeniden değerlendirmek durumundadırlar. Çözmekte çok geciktiğimiz Kürt sorunu, Kürt sorununun sonuçlarından biri olarak ortaya çıkan PKK silahlı hareketinin fiili gerçekliği de, Türkiye’nin temel demokrasi meselesinin standartlarıyla bağlantılı olan, köklerini Cumhuriyetin gelişim sürecine de uzatabilen, kangrenleşen temel konularımızdandır. Meseleye bütünsel yaklaşımlar çerçevesinde, çözüm şartları bulunan, ancak ideolojik-duygusal-milliyetçi-çıkar hesaplarına dayanan yaklaşımlarla, hastalığı derinleştiren ve toplumsal çatışma risklerini tetikleyen, çok karmaşık sorunlar yumağı ile karşı karşıya bulunulmaktadır.
Kürt sorununu çözerken, şüphesiz BDP dâhil, tüm farklı Kürt siyasetlerinin, örgütlü yapılarının, Kürt toplumunun demokratik hak taleplerini dikkate almak zorunludur. Hatta her ideolojik marjinal örgüt ve grupların olduğu gibi PKK’nın da taleplerini değerlendirmek, demokratik bir duruşun çözüm arayışlarının tabii sonucu olarak görülebilmelidir. Ancak hak taleplerinin karşılanması, etnik-inanç-kültürel farklılıklar ekseninde, yeni bölünmeleri, çatışmaları davet edici kanalları kapatarak, evrensel değerlerin eşitlikçi yaklaşımları ve uygulamalarıyla, çeşitlilik, çoğulculuk zenginliği içerisinde “insan” eksenli bütünselliği gerçekleştirici yaklaşımlarla sonuçlandırılması, çözüm projelerinin temel değerlendirmelerinden olabilmelidir.
Türkiye siyasetleri, farklı kimlikleriyle bu bütünleştirici gerçeği görebildikleri zaman, sorunun çözümü şartlarını daha etkin şekilde hazırlayabileceklerdir.
Kürt toplumsal yapısında, akan kanın durması ve silahlı çatışmaların sonlandırılması konusunda, PKK’ya, devlet yönetimine ve tüm aktörlere yapılan kitlesel çağrıların giderek güçlenmesi ve seslerin gürleşmesi, umutları artırmakta, beklentileri yükseltmektedir.
İçerisinde bulunulan Türkiye şartlarında, silahlı mücadele için hiçbir objektif ve subjektif haklı sebebi bulunmayan PKK’nın da, Türkiye demokratik sürecinin gelişim dinamikleri çerçevesinde, sorunun çözümünü talep eden, barışı içtenlikle isteyen sempatizanlarının, Kürt toplumunun yükselmekte olan sesini dikkate alarak, silahların sustuğu, yeni bir Anayasa inşası sürecinin gelişmekte olduğu bir ortamda, çözümleyici tartışmalara da imkân vererek, olması gereken, yapıcı aktör olma rolüne gerçeklik kazandırabilmelidir. PKK’nın bir gerçeklik olan fiili durumu karşısında, silahların kesin olarak bıraktırılmasını ve silahlı gücün sorunlarının, demokratik-hukuki-meşru yollar çerçevesinde çözümleyici şartların yaratılabilmesi için, öncelikle Parlamento’ya, siyasi iktidara, muhalefete görevler ve sorumluluklar düşmekte ve toplumsal desteğin kazanılmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Siyasi iktidarın bir sene öncesine dayanan, yüksek beklentileri de ortaya çıkaran, ancak gelişmelerin hayal kırıklığı ve “güven” erozyonu da yarattığı sonuçlarına rağmen, yaşanan ve çözümleyici bir iradeye de dayanan deneyim, duraksamaya yeniden güçlü bir açılımla hayat kazandırma imkânlarını hazırlayabilecek zenginliktedir.
Yeni anayasa için ilk adım
Söz konusu zenginliğin, silahların susturulduğu, çözüm şartlarına ve sonuçlarına odaklanılan bir ortamda değerlendirilmesi imkânlarını, gecikmelere yol açmadan kullanılabilmesi ihtiyacı, Hükümete öncelikli sorumluluklar vermektedir. BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın, Demokratik Toplum Kongresinin Eş Başkanlıklarına seçilmelerini önemli işaret olarak görmek istediğim Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un , Öcalan’ın ve Murat Karayılan’nın son açıklamaları, sürekliliğe sahip ateşkes beklentileri ve çözüm sürecinin başlatılabilmesi yönünden, yeni bir durum değerlendirmesi yapılması şartlarını da hazırlar mahiyettedir.
Barışçı çözüm sürecinin, muhtemel gelişmeleri çerçevesinde; siyasi iktidar ile BDP arasında, Doğu ve Güneydoğu’da yarışan partiler gerçeği üstünde, gerçekleştirilmesinin geciktirilmesinin sakıncaları bilinen diyalog-empati- işbirliği sonuçları, yeni açılım sürecinde önemli gelişmeleri ortaya çıkarabilecektir.
Genel bir çerçeve içerisinde yapılan değerlendirmenin sonuçlarını özetlemek yararlı olabilecektir;
12 Eylül Kısmi Anayasa değişikliği referandumu ile demokratların yükselen sesi, “Yetmez Ama EVET” olmalıdır. 2011 seçim süreci, öncelikle siyasi iktidarın, ana muhalefetin ve siyasi hareketlerin, yeni bir anayasanın inşası için somut önerilerle toplumdan “güven” alabildiği bir çalışmayı ortaya çıkarabilmelidir.
Yeni anayasanın çerçevesini ve niteliklerini 21. yy’ın gelişen-değişen evrensel değerleri şekillendirmelidir.
Türkiye toplumunun renkliliği, Anadolu medeniyetlerinin kültürel birikimi, farklılıkları özümseyen, ancak farklılıklar üzerinde bütünselliği sağlayabilecek bir siyasal-sosyal-kültürel yapının gerçekleştirilebilmesine imkânlar sunmaktadır. Kürt sorunu dâhil, PKK terörünün sonlandırılması ve diğer inanç ve kültürel farklılık sorunlarının çözümlenmesinde, yeni bir anayasanın inşası sürecinin başlatılması, önemli rol oynayabilecektir. Referandum ve 2011 seçim sürecinin, toplumsal çatışma riski taşıyan sorunlarının çözüm süreci için “güven” artırıcı söylem ve adımları ortaya çıkarması, öncelikli ihtiyaçlardandır.
Sivil-asker, siyaset-devlet, siyaset-yargı-kurumsal yapılar ilişkilerinin, demokratik zihniyetin ve demokratik sistemin içselleştirilmiş normlarına uygun şekilde yeniden yapılandırılması ve yaşanması, Türkiye’nin ve Türkiye insanının yaşamsal beklentilerindendir.
Türkiye’nin demokratik güç ve aktörleri, demokratik Kürt siyaset ve örgütlü yapıları, silahlı mücadeleyi devam ettiren her türlü girişime, gelişmelere, provokasyonlara karşı iradelerini, şeffaflık içinde seslendirmek ve güç birliği oluşturmak durumundadırlar. Devlet kurumsal yapıları içinde, PKK bünyesinde yer alan bazı oluşumlarla irtibatlar kurulabildiği gibi inanılması güç iddiaların gerçeklik durumunun, en kısa sürede toplumla paylaşılması ve hukuki sonuçlarının alınması, devletin önemli kurumsal yapılarının ve kadrolarının güvenirliklerinin korunması yönüyle de, önemini artırarak korumaktadır. Güvenlik kuvvetlerimizin yeni ve eski yönetimlerinin benzer iddialar karşısında daha hassas ve şeffaflık sağlayan, hukuki bir sistem çerçevesinde, meselelere yaklaşımları, siyasi-hukuki-idari denetim mekanizması içerisinde olmaları, demokratik sistemin vazgeçilmez görev ve sorumluluklarındandır.
Her kesime eşit mesafeli devlet
Evrensel değerler çerçevesinde yeni bir anayasa inşası ile yeni anayasanın temel felsefesiyle uyumlu siyasi-hukuki-idari düzenlemeler, Kürt sorununu çözebilecek bir süreci başlatabilecektır. PKK silahlı gücünün dağdan indirilmesi meselesi ise özenle düzenlenmiş, toplumsal desteği de alabilecek, yeni hukuki ve idari tedbirler geliştirilmesine ihtiyaç göstermektedir.
Bahse konu gelişmeler için de, Ramazan ayı için beklenilen ateşkes kararına devamlılık kazandırılması gerekmektedir. Böylesi gelişmeler karşısında, Devletin güvenlik güçlerinin de, savunma ve izleme pozisyonuna geçmelerinin mümkün ve yararlı olabileceğini ifade edebiliriz.Türkiye’nin ihtiyacı olan genel demokratikleşme çalışmalarına, PKK’nın silahlı eylemleriyle bağlantı kurulmadan devamlılık kazandırılması, PKK’nın insani-meşru olmayan silahlı eylemliğinin tecridi, demokrat Kürt toplumunun beklentilerinin cevaplandırılabilmesi bakımından da önemlidir.
Yeni anayasada hiçbir etnik kimlik, inanç grubuna ve kültürel farklılıklara öncelik, avantaj sağlanmaması, benimsenen evrensel değerlerin getirdiği bir sonuçtur. Farklı ideolojik yaklaşımlar ve kısa vadeli çıkar hesaplarına dayanan yaklaşımlar sebebiyle, “Türk milleti” tanımının sorunlu görünen durumunun, Anayasa’nın yeniden yazılacak başlangıç bölümünde, Atatürk’ün etnik-ırkçı yaklaşımları reddeden, muasır medeniyetin üzerine çıkma hedefleriyle bütünleşen üst kimlik olarak, evrensel değerlerin şekillendirdiği yeni yüz yılın Türkiye vizyonu çerçevesinde açıklanmasıyla çözümlenmesi mümkün olabilecektir. Tartışılması yararlı olan özerk yönetimler meselesi de; ülkenin toprak bütünlüğünü koruyan, ekonomik-sosyal gelişme potansiyeline dinamizm kazandıran, ademi merkeziyetçi bir yaklaşımın, süreç içinde, milletin iradesinin temsilcisi olan parlamentonun alabileceği bir karar olarak, değerlendirilmesi gereken bir gerçeği yansıtmaktadır. Demokratik gelişim süreci dışında, meşru-hukuki-yasal olmayan yapıların dayatmaları ile BDP’nin bu ve benzer konularda ön şart olarak getirebileceği taleplerinin, hassasiyeti artan vasatlarda, çözüm şartlarını ağırlaştırabileceğini ifade etmek yanıltıcı olmayacaktır.
PKK’ya silahlarının bıraktırılması ile demokratik-meşru legal Kürt siyasetlerinin öncülüğünde demokratik hak taleplerinin şekillendirilmesi, kazanılması sürecinin başlatılmasında, sergilene gelen tüm olumsuzluklara rağmen, hala Öcalan’a, Kandil’e, PKK’nın aktörlerine, Kürt toplumu ve Türkiye insanı için “vicdani” sorumluluklar düştüğüne, işaret edilmelidir. Kürt sorununun çözümü ve PKK’nın silahlı eylemlerinin sonlandırılabilmesi için; kapsamlı projelendirilmiş, riskleri öngörülebilen, parti çıkarlarının üstüne çıkabilen, diyaloga açık, işbirliğini-dayanışmayı genişleten, çözüm iradesine ve uygulamalarına devamlılık kazandıran, toplumsal en geniş desteği sağlayabilen, çözüm dilini kullanabilen, nitelikli çalışmalara ihtiyaç duyulduğunu tekrar vurgulamakta yarar görülmektedir.
Sonuç olarak; yeni yüz yılın Türkiye’ye ve Türkiye insanına verebileceği fırsatların doğru kullanılabilmesi için, demokratik olan, insana ve vicdanlara hitap eden, şeffaflık sağlayan, kurumsal yapılarına evrensel değerler niteliklerini kazandıran, üreten ve gelişen ekonomik dinamizmi sağlayan, dünya ile bütünleşen, değişime yapıcı kesintisizlik kazandıran Türkiye’nin gerçekleştirilebilmesi için, referandumda Yetmez Ama EVET diyenlerin seslerini önemsiyorum.
cevatons@yahoo.com
Kaynak: Star