Putin'e Kadar Rusya'nın Verâset Tarihi

III. İvan'dan Vladimir Putin'e Kadar Rusya'nın Verâset Tarihi

XIX. Bölüm

Sanırım stalinizmin hala hayatta olduğunu ispat etmeye gerek yoktur. O marjinalleşti fakat eskide kalmadı. Bir taraftan bunun sorumlusu primitif aynı zamanda da  inatçı olan antikominizm düşüncesidir. Başka bir taraftan da baktığımızda görüyoruz ki insan yaratılışı itibariyle öyle düzenlenmiştir ki, hoş olmayan gerçekliğin ağır baskısını çok az adam kaldıra biliyor. Profesyonel 'vatanseverler' şöyle diyorlar: "Büyük ülkeyi ne kadar kötüleye biliriz? Yeter artık". Buradan da yeni bir iş çıkmaktadır. Stalin büyük bir yöneticiydi. Öyleyse biz de yöneticilik hakkında konuşalım.

Şöyle bir şey hayal edelim. Bu gün yoldaş Cukaşvili hayatta olsaydı ve büyük bir şirkette iş arıyor olsaydı acaba ne olurdu?

Onun eskiden Kafkas'larda neler yaptığını hatırlayalım. İhtilalden önce genç Koba (Stalin) çarın hazinesine çok sayıda gasb vurgunları düzenledi. İhtilal ve büyük önder için mali kaynaklar oluşturdu. Bu vurgunlar her biri organizatırluk, yaratıcılık ve önderlik becerisi talep etmekteydi. Peki çağdaş yöneticilikte bu saydıklarımız özellikler olmazsa bir şeyler yapıla bilinir mi? Eskilerin yaptıklarından sonra polislerin topladıkları cesetleri hesaba katmıyoruz. Biz sadece yöneticilik hakkında konuşuyoruz.

Başka bir taraftan zaman gösterdi ki Stalin yalnız vurgun yapmakta değil, kendi 'patron'unun güvenliğini korumada da çok başarılıydı. Bu ise günümüzde "güvenlik şirketleri' için iyi bir referanstır.

Razliv'deki meşhur Şalaş'ın mimarı da bizzat Stalin'in kendisidir. Ve yine o Ekim ihtilali gerçekleştiği sıralarda Lenin'in Finlandiya'ya çekilmesinin de projesini hazırlamıştı. Bundan dolayıdır ki ayaklanmanın en şiddetli zamanında kendisi 'Pravda' gazetesinin idare binasında oturmuş ve gazeteleri gözden geçirmekteydi.

Sonralar çoğu tarihciler onun hakkında kötü niyetlerini ortaya koyarak şöyle yazmaktaydı: "İhtilale katılmayan insan". Tabii ki onlar hata ediyorlardı. Hatalarının nedeniyse çok basitti. Onlar 'güvenlik birim'lerinin çalışma şekillerinden pek anlamazlar.İhtilalin gerçekleştiği sırada Troçkiy beyaz atın üzerinde savaşır, yoldaş Cukaşvili ise sadece gürcü çayı içer ve sinyal beklerdi. Duruma göre ya Lenin'i yurt dışına kaçıracak ya da yeni ihtilal hükümetinde bakan olacaktı.

İkinci ihtimal gerçekleşti. Yine de işin aslını icra eden ihtilal gruplarını hesaba katmıyoruz. Netice itibariye Stalin çayını sonuna kadar içti, gazeteleri bir kenara bıraktı ve yeni bakanlığı oluşturmak için yola çıktı.

Evet, bu yine de bir yöneticilikti. Ancak sanırım bu gerçekliği onun biografisine eklememize gerek yoktur. Stalin milli meselelerde her zaman başarısızdı. Neyi hatırlayacağız ki? Halkların toplu sürgünlerini hatırlayacak değiliz her halde. O kadar çaba göster, bir o kadar da ceset bırak ve ortada halkların dostuluğundan hiç bir şey kalmasın. Tam tersine biz bile Çeçenistan'da payımızı aldık. Netice itibariyle bunun etkili olduğu söylenemez.

Baş sekreterlik görevini yürütürken Stalin büyük tecrübeler kazandı. Çünkü kadrolaşma işini bizzat baş sekreter yürütmekteydi. Parti içi görevlere kimin tayin edileceği ondan soruluyordu. Bu ise yönetici Stalin'e parti meclisinde gerekli çoğunluğu sağlamak imkanı vermekteydi.

Bütün bunlara ilave olarak baş sekreter Politbüro'nun o kadar da doğru olmayan icraatından mükemmel bir şekilde faydalandı. Orkbüro üyeleri tarafından ret edilmeyen Parti sekreterliğinin kararı otomotik olarak Orkbüro'nun kararı sayılmaktaydı. Politbüro tarafından ret edilmeyen Orkbüro'nun kararı da, Politbüro'nun kararı olarak kabul edilirdi. Bu üç yapının hepsinin birden içinde bulunan tek kişi Stalinden başkası değildi. Alınan kararları her üç yapıda o maruzat yapmaktaydı. Tabii ki bu onun işine yaradığı için bu şekildeydi. Nihayetinde baş sekreter olan Stalin, Kominterna'nın da işine müdahil olma hakkını kazandı. Fazla bir süre geçmeden bu teşkilatın da para akımlarını oradan da bütün faaliyetini kontolü altına almış oldu.

İşte bu İosif Vissarionoviç'in faailyetlerini gerçekten özetleyecek bir durumdur. Biliyormusunuz bu bir yetenek işidir, küçük ve basit bir  'aletle' bütün düşmanlarını saf dışı bırakacak, varis mevkine gelecek, sonra da 'patron'un koltuğuna oturacaksın. Bu arada da bütün rakiplerini saf dışı edeceksin. 

Başka bir taraftan ise iyi düşünecek olursak bunun o kadar da başarılı bir örnekleme olmadığını kabulleniriz. Burada o kadar büyük bir 'yaratıcılık' var ki böyle bir yetenek başkanlık için de tehlike arz etmektedir. Ve hiç bir patron da böyle bir duruma hoş görüyle yaklaşamaz. Hasılı üzülerek de olsak yoldaş Stalin hakkında aktardığımız son pasajı çıkarıyoruz. Yoksa Kafkas'yalılar Moskova'nın hiç bir yerinde iş bulamazlar.

Kulak'ları hiç hatırlamıyoruz. Böyle bir şey hiç olmadı. Soljeniçın ve Şalamov'u rüyamızda görmüştük.

Ancak teorik olarak Stalin'i anlattığımızda Almanya ile yaptığı tarihi uluslararası anlaşmayı da hatırlata bilirdik. Hayır, Molotov-Ribbentrop anlaşmasından bahsetmiyorum. Daha önce yapılmış ve büyük bir yaratıcılık özelliği taşıyan anlaşmadan bahsediyorum. Ki bu anlaşmaya göre zayıf Sovyetler ve zayıf Almaniya bir birilerin sırtlarına çıkarak franzız ve anlklosaksları kızdıracak şekilde yüksele bilirlerdi. Bu ittifakın savaş öncesine ait zengin bir tarihi vardır. Örneğin alman pilotlar ustalıklarını rus havaalanlarında denemekteydiler.

Stalin'in partaygenoss Kerinka'yı ve bütün alman lyutfaffını rus şehirlerini tam isabet kayd ederek nasıl bombalayacaklarını öğrettiği ortaya çıkmasaydı bu o kadar da önemli olmazdı.

Yaratıcılık şayet olumlu sonuç doğuruyorsa iyi bir şeydir. Burada ise vatanın çınkıl taşı gibi savrulmuş şehir ve kasabaları, altına gömülmüş sayısız insan cesetleri söz konusudur. Önceden de söz verdiğim gibi mahv edilmiş kalplerden bir şey anlatmayacağız. Sadece bir şey de ilave edeyim ki bu hiç de yönetici Stalin'in en etkili kararı değildi.

Doğrusunu söyleyeyim, hangi birinden bahsedeceğimi kendim de bilmiyorum. Kollektifleştirme mi? Sağ-sol- merkez muhalifeti mi? Finlerle yapılan savaş mı? Siz ne önerirdiniz bunlardan hangi birini 'etkili yöneticinin' hanesine yazalım?

Büyük Vatan Savaşı mı? Onu da önermiyorum. Çünkü bu sadece kazandığımız günün anısına her sene geleneksel olarak düzenlenen bir tören değildir. Bu ne biçim 'etkili yöneticilk dir ki' ülkenin yarısını düşmanın ayakları altına terk etti sonra da inanılması güç kayıplar sayesinde onu geri aldı. "Nihayet düşmanı kendi topraklarında az kan akıtarak, büyük bir darbeyle dağıtacağız!"

Ama şayet birisini 'vatanseverlik' nağmeleri tırmaladıysa, o zaman onun cehenneme kadar yolu var. Biz meseleyi kısa, öz ve fazla teferruatına inmeden irdeliyoruz. Generalissimus emekli oldu. "Büyük vatan savaşını' yazmak kanaatimce şimdiki savaş gazilerini aşağılamak olurdu. Çünkü savaşı generalissimus değil onlar kazandı.

En doğrusu onları yoldaş Stalin'in organizyasonunda birer 'vurma aleti' olarak ele almak olacaktır. Başka bir ifadeyle onların rolünü şöyle özetleye biliriz: " Yoldaş Beriya ile beraber 'vurma aletini' yarattı ve onun arkasından da milli ilim faaliyetlerinde büyük katkısı olan insanların yetenekleri ortaya çıkmış oldu."

Ya da kanalların inşasını, mesela Belemorkanal'ı örnek olarak verebiliriz. Hayır, onun nelere mal olduğundan bahsetmeğe yine de gerek görmüyoruz.

Yoldaş Stalin'inin zengin uluslararsı tecrübesi de belirtile bilir. Bir tek yoldaş Stalin'inin Ruzvelt ve Çerçel'le beraber çektirdiği foto bile bunu göstermektedir. Ancak yine de çözümsüzlükle karşı karşıyayız. Bu üçlü Avrupa haritası üzerinde etki alanlarını paylaşmak için nasıl bir ticaret yaptıklarını hatırlamayacağız, 'bütün siyasiler hay....'. Yine de bir şeyi hatıtlayalım büyük bir mucizeyle faşist kamplarından kurtulan rusları amerikalılar nasıl oldu da NKVD'nin eline verdiler? İlginçtir acaba Stalin bu iş anlaşması sırasında Avrupa topraklarının hangi parçasını feda etti?

Burada isim, orada ise haç var. Onların kabirlerindeyse haç bile koymadılar.

Batılı demokratların kendi bronz heykelleri ve toplumsal vicdanalrıyla nasıl hesaplaşacakları onların bilecekleri iştir. Biz kendi 'yöneticimiz'le problemimizi çözelim. 'Eskiler', ihtilal, vadandaşa ait, Finlere ait, vatanî, devasa fabrikalari kolhozlar, martinler, füzeler, kotlovanlar, yazarlar birliği – bunların hepsi kemikleşmişlerdir.

Stalin döneminde üç büyük ev yapıldı. Naberejni'deki ev, Vosstaniya meydanındaki ev ve Kotelniçeskiy'deki ev. Doğrudur Stalin döneminde onların sakinleri hızlı değişirlerdi. Ancak evlerin kendileri içinde bulunan ruhlarla beraber hayatta kalmayı başardılar. Ve hala birilerinin gözlerine hoş gele biliyorlar.

Onun zamanda horolar da çok gelişti. Bunlara meşhur Aleksandrov'un horosu da dahildi, kolhozlarda ve pioner teşkilatrının horosu da. Unutulmaz güzel şarkılar çalardılar. "Hikmetli, yakın ve  sevimli Stalin hakkında halk güzel şarkılar yazmaktaydı." İkincisi de "Önder böyle bir halkla, halk ta böyle bir önderle güvendedir."

Ve nihayet, üçüncüsünde de "Hadi bakalım bize bir şarkı söyle, sevimli rüzgar!" İtiraf ediyim ki bu son şarkıyla biz de nostalji yaşamaktayız.

Şöyle bir tarihi fıkra var.

Stalin XV yüzyılın büyük sanat yapılarından olan Spasa-na-Boru kilisesinin yanından geçiyordu. Kilisenin yanındaysa odun parçaları vardı. – Kaldırın! – diye Stalin bağırdı. Ona neyi kaldırmaları gerktiyi elbette ki kimse soramadı ve odun parçalarını kaldırdıktan sonra kiliseyi de yok ettiler.

Galiba İosif Vissarionoviç'e hayranlık duyanlar onun bütün bu yaptıklarını 'etkili yönetmenlik' diye tanımlamaktalar.

Bu makale İbrahim Ali tarafından Rusça aslından Türkçeye Dünya Bülteni için çevrilmiştir.