Politikasız bir Kürtler…


DTP'nin "vebali" dedik dün. Devam edelim… Gün geleceği dünden belli oluyor…

6 Ekim 2004 tarihli İlerleme Raporu sonrası 18 Aralık 2004 tarihi AB zirvesinin öncesinde bir grup Kürt aydını Le Monde ve Herald Tribune gibi Batı'nın önde gelen gazetelerine bir ilan vermişlerdi.

AB'ye "Türkiye, Kürt meselesinde yeterince adım atmadı, müzakereleri başlatmak için bunu şart koşun" anlamına gelebilecek bir mesaj veren bu bildiri, o günlerde de yazdığımız gibi, zamanlaması ve içeriğiyle "üç anlam" taşımaktaydı.

Kürt siyasetçiler Türkiye çerçevesinde ve Türkiye içerisinde değil, tersine kendilerini Türkiye dinamikleri ve meselelerinden ayrıştırarak Avrupa üzerinden Kürt siyaseti yapmaya soyunduklarını ilan ediyorlardı...

İddiaların tersine AB'nin getireceği özgürlük ve demokrasi çerçevesini mevcut Kürt politikası açısından yeterli görmediklerini, hatta bu çerçeveyi Kürt politik alanı ve projesini değiştireceği ve çözeceği kaygısıyla tehlikeli bulduklarını ima ediyorlardı...

Faydacı, millici, hatta militarist bir bakış açısıyla, AB'nin Türkiye'ye sadece bir baskı mekanizması olarak yönelmesini talep ediyorlardı…

11 Aralık 2004 tarihli yazımızda şöyle demişiz:

"İlk adımı demokratikleşme sürecinin zirvede olduğu an silaha geri dönüşle atılan "bu ilan ve çıkış Kürt politikası ve Kürt sorunu açısından bir milattır.

Her ne kadar Kürtlerin çoğunluğunu temsil ettiğine inanmasak da, egemen güçlerin kontrolünde olduğu oranda tek ses olarak ortaya çıkan bu tavır, Kürt politikasının bir 'kültürel, sosyal talepler manzumesi' olmaktan çok, 'politik bir iddia' olduğunu şüpheye yer bırakmayacak şekilde dışa vurmaktadır.

Bugüne kadar, özellikle Zanaların tahliyesinden sonra Kürt siyasetçilerin yaptıkları açıklamaların hilafına 'ayrılıkçılığı' olmasa bile 'ayrılığı' ön plana çıkarmaktadır.

Belirtmek gerekir ki, bu çıkış bir siyasetçi topluluğu için olabilecek en akılsız çıkıştır.

Türkiye'nin devletinde, entelijansiyasında, toplumsal ve ekonomik merkezlerinde, hatta derin toplumsal noktalarında Balkan savaşından bu yana yaşanan 'Azınlıklar-Türkiye-Batı' ilişkileri modeli ve kaygısının yeniden canlanmasına, Kürt siyasetinin son zamanlarda ülke içinde artan meşruiyetinin ciddi biçimde gerilemesine yol açacaktır.

Bu denli az akıllı bir çıkış ancak üç nedenle açıklanabilir:

Ya, Kürtlerin iç iktidar kavgalarından beslenen, 'Stalinist nitelikli bir yapı'yı korumaya yönelen 'koyu bir milliyetçilik'...

Ya, Öcalan ve onun üzerinden 'Kürtlerin, Türkiye'nin siyasal merkezinde cirit atan AB karşıtı ulusalcı lobi tarafından kullanılması'...

Ya da, ikisi birden..."

Peki bugün hangi noktayız?

Daha koyu bir noktada…

DTP gerginlik sürecinde herkesten çok gerilmiş ve savaş baltalarını çıkarmış görünüyor.

Son kongre, Tuğluk ve Türk'ün yerine sert ve şahin politikacılara bırakması, koalisyon döneminin sona ermesi bunun bildik kanıtı…

Nitekim DTP Genel Başkanlığı'na seçilen Selahattin Demirtaş Eylül sonunda Diyarbakır'daki Kürt Konferansı'nda bakın nasıl bir sorun ve çözüm tanımı yapıyordu:

"AB'nin ve şu andaki AKP hükümetinin çözüm önerilerine DTP olarak katılmıyoruz. AB'nin yaklaşımı bireysel hak ve özgürlükler temelindedir. Kürt halkını, Kürt halkı olarak, halk olarak kabul etmeyen, kolektif haklarını tanımayan, aidiyet duygusunu ortadan kaldıran ve sadece bireyselleştiren bir önerisi vardır AB'nin… Kültürel haklar, Kürt sorununu çözme konusunda son derece yetersizdir. Siyasal bir sorunları var aynı zamanda Kürtlerin. Devlet yönetimine ortak olmak istiyorlar. Hem merkezi devlet yönetimine, hem de geliştirilecek yerel yönetim modelleriyle kendi kendini yönetmek istiyor Kürtler…"

Evet, çatışma vaadi olan her yerde vebal olur…

Kaynak: Yeni Şafak