Piyasa ekonomisinden başka çaremiz var mı?


 
 
Zaman'da bir süre önce yayınlanan Amerikan kriziyle ilgili yazıma Mümtaz'er Türköne'den bir eleştiri geldi. Değerli arkadaşım, kıymetli fikir adamı Türköne'nin önemli gördüğüm bazı eleştirilerini kısaca ele almak istiyorum..  
 
Bir kere bu tartışma esas olarak iktisadi mantık ve ekonomik sistemlerle ilgili. Bu yüzden Anglikan Kilisesi'nin veya benzer şeyler söyleyen Papa'nın şahitliğine güvenmek bana anlamsız görünüyor. Destek almak için ille de gönderme yapmamız gereken birileri varsa bunlar herhalde düşünce tarihinde iz bırakmış iktisatçı yazar ve filozoflardır. Bu yüzden tartışmaya teşkilatlı dinlerin önderlerinin değil Marx'ın dahil edilmesi daha doğru ve yararlı.

Marx'ın haklı olup olmadığı ekonomik sistem ve temel insani değerler konusunda nerede durduğunuza bağlıdır. Özellikle vurgulamak gerekir ki, düşünce tarihinin önemli filozoflarından birinin eseri olmakla beraber Marksist ekonomi öğretisi iktisat dünyasında hiçbir zaman ağırlıklı bir konum kazanamamıştır. Türköne'nin haklı olarak vurguladığı gibi Marksist ekonomi anlayışı özü itibarıyla bir kapitalizm eleştirisidir. Bu eleştiriyi okumak heyecan verici olmakla beraber emek değer teorisi üzerinde yükselen Marksist iktisat teorisi karmaşık ekonomik olguları anlama ve açıklamada yetersizdir. Bundan da kötüsü, doludizgin kapitalizm eleştirisi yapan Marx'ın kendi sisteminin temellerini ve nasıl işleyeceğini hemen hemen hiç açıklamamış olmasıdır. Ama, Marx namına kurulan ve komuta ekonomisi veya planlı merkeziyetçi ekonomi adıyla bilinen sistemler insanlığa sefalet ve zulümden başka bir şey getirmemiştir.

DEVLETSİZ PARA MİTOLOJİ DEĞİLDİR

oğrusu üniversite yıllarımda Marx benim için de heyecan vericiydi. O zaman kapitalizme şiddetle karşıydım. Keskin kapitalizm eleştirisi ve bütün problemlerin çözüldüğü bir cennet hayali her genç insan gibi beni de çekiyordu. Ne var ki liberal filozoflarla tanışıp piyasa ekonomisi bilgisine gitgide daha çok vakıf olmaya başlayınca Marx'ın büyüsü dağıldı. Liberal entelektüel kaynaklardan beslenen biri için Marx ne caziptir ne de hayatı daha iyi anlamaya yardımcı olabilecek bir kaynaktır. Esasen liberal yazarlar Marksizm'i hayli erken bir tarihte entelektüel olarak çökertmiştir. İlk olarak Böhm-Bawerk, arkasından aynı gelenekten gelen Mises ve Hayek Marksizm'i bitirmiştir. Böhm-Bawerk'in temel kitaplarından birinin "Marx ve Marksist Sistemin Bitişi" olması, Mises'in daha 1922'de "Sosyalizm" adlı bir başyapıta imza atması boşuna değildir. Marksist düşünce hâlâ bu eserlerle hesaplaşamamıştır. Buna rağmen Marksizm 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında entelektüel âlemi kasıp kavurmuştur. Bununla da kalmamış, ona gönül verenler tarafından "grand" ekonomik ve siyasi projeler haline getirilerek hayata aktarılmak istenmiştir. On yıllar önce entelektüel olarak iflas eden Marksizm'in pratik iflası bu sistemlerle gerçekleşmiştir. Buna rağmen, Marx'ın ve Marksizm'in entelektüel cazibesi pek azalmamıştır. Ülkemizde de durum böyledir. Bu yüzden, Türköne'nin kimsenin piyasanın kaldırılmasını, yerinin başka bir şey tarafından alınmasını istemediği iddiası ancak medyayı iyi takip etmediğinin işareti olabilir.

İnsanların ütopyalarının olması her zaman kötü değildir. Asıl mesele ütopyanın niteliği ve ona ulaşmada hangi yol ve yöntemlerin benimsendiğidir. Marksizm şiddet, baskı ve kana dayanan ve insanlığın yok olmasına yol açacak bir ütopyadır. Asgari devletli veya minimal devletli toplum ütopyası ise barışı tesis edecek ve insanların özgürlük ve refahını artıracak bir ütopyadır. Marksizm uzaktan cazip ama yaklaştıkça kavurucudur. Minimal devlet uzaktan cazibesiz ama yaklaştıkça ferahlatıcıdır. Benim ütopyam devletin beşeri hayata asgari müdahalede bulunduğu, bütün insanların aynı hak ve özgürlüklerle donandığı, müreffeh bir toplumdur. Bunun neresi niye yanlış anlamak zor.

Türköne'nin mitolojiye başvurduğum ve gerçeklikten koptuğum iddiaları temelsiz. Para tarihi çalışmaları paranın devletler tarafından yaratılmadığını, değişik maddelerin insanlar tarafından bir siyasi otoritenin buyruğu olmaksızın para olarak kullanılmasından sonra maden para veya maden ihtiva eden para sisteminin doğduğunu, piyasalarda doğan ve gelişen parayı siyasi yönetimlerin sonradan egemenlik göstergesi yapmak ve ülke sakinlerini soyma, yayılmacı emellerini destekleme aracı yapmak amacıyla tekeline aldığını göstermektedir. Yani devletsiz para bir mitoloji değildir. Dolayısıyla, gerçekleşmesi imkânsız bir ideal, bir hayal olması da söz konusu olamaz. Olsa bile zaten bunun bir zararı yoktur. Aslında devlet tarafından çıkartılmayan, bir başka deyişle özel para olgusu bugün bile kısmen yaşanmaktadır.

PARANIN DEĞERİ EKONOMİK GÜÇ İLE İLGİLİ

erçek ile gerçekliği aşağıdaki gibi tanımlayıp aralarında bir ayrım yaparsak ikisinin her zaman birbirine tekabül etmesi söz konusu olmayabilir. Gerçek dönemsel-fiili bir olguya gerçeklik temel bir beşeri duruma işaret ederse, gerçeğe karşı çıkmak ille de gerçeklikten kopmak anlamına gelmez. Bir tarzın veya bir fiili durumun uzunca bir süredir var olması, yaşaması onun gerçekliğe denk düştüğünü göstermez. O gerçeği-olguyu eleştirmek veya reddetmek de gerçeklikten kopmamıza sebep olmaz. Bu çerçevede gerçeklikten nasıl kopulacağının iki örneğini vereyim. Din eğitimi bütün toplumlarda bir ihtiyaçtır. Yani bir gerçekliktir. Hangi topluma giderseniz gidin din eğitimi talebi karşınıza çıkacaktır. Ama bir toplumda din eğitiminin mesela bir kamu hizmeti olarak devlet tarafından mı verildiği yoksa dindar insanların kendilerine mi bırakıldığı bir olgudur. Türkiye'de Cumhuriyet Dönemi'nde din eğitiminin devlet tekeline alınması bir gerçekliğe tekabül etmez, sadece bir olguya tekabül eder. Ve onun karşısına bir alternatif çıkarmak, mesela din eğitiminin inananlara bırakılmasını talep etmek de, gerçeklikten kopuk bir öneride bulunmak manasına gelmez. Aynı muhakeme para için de yürütülebilir. İnsan toplumlarının dolaylı mübadeleyi sürdürebilmek için paraya, yani bir mübadele aracına ihtiyaç duydukları bir gerçekliktir. Bu gerçeklik her yerde ve her zaman geçerlidir. Bu yüzden, parayı reddetmek veya parayı kaldırmayı öngören bir sistem vaat etmek gerçeklikten kopmaktır. Aynen Marksizm'in ideal toplumu ve meşhur adil düzen tasarımı gibi. Ama paranın kim tarafından çıkarıldığı bir olgu, bir gerçek meselesidir. Tarihî tecrübe gösteriyor ki para, piyasa tarafından da temin edilebilir devlet tarafından da çıkarılabilir. Karşılıksız da basılabilir, altın standardına da bağlanabilir. Bunlardan hangisinin tercih edileceği, yani gerçeğin nasıl olacağı, birçok faktöre bağlıdır. Dolayısıyla, asıl mitoloji paranın piyasa tarafından sağlanmasını talep veya teklif etmek değil, paranın ilk olarak devlet tarafından yaratıldığını veya bütün tarih boyunca devlet tarafından çıkartıldığını zannetmektir.

ABD'nin finans piyasaları üzerindeki ağırlığını emperyal amaçlar için kullandığını zaten yazıp çiziyoruz. Ama bu, manzaranın tamamı değildir. Konu elbette bu açıdan da analiz edilebilir fakat sadece buna indirgenemez. Ayrıca, böyle bir analiz yaparken birçok yanlış anlayıştan da kaçınmak gerekir. ABD Doları'nın dünya üzerindeki hakimiyeti ABD'nin emperyal bir devlet olmasının sonucu değildir. Öyle olsaydı para ile oynayarak ve parayı silah gücüyle dayatarak dünyada finans hakimiyeti kurulabilirdi. Bir hatırlayalım. İki kutuplu dünyada Sovyet Rusya da büyük bir emperyal güçtü, ama parası ruble hiçbir zaman bir dünya parası olamadı. Sovyet vatandaşları bile rubleden kaçıyordu; çünkü, bütün propaganda yalanlarına rağmen, SB'nin dikkate almaya değecek bir ekonomik gücünün olmadığını herkes biliyordu. ABD'nin parasının uzun süre dünyanın en önemli parası olmasının ana sebebi bu ülkenin dünyanın en büyük ekonomik gücü olmasıdır. ABD dünya üretiminin yaklaşık üçte birini yapmaktadır. Doların dünya piyasalarındaki ağırlığının azalması ve başka paralarla dengelenmesi ancak ve ancak yüksek üretim gücüne sahip başka ülkelerin çıkmasıyla olacaktır. Dünya değişiyor. Belki de gelecekte Çin'in yuanı dünya ticaretinin ana birimlerinden biri haline gelecektir. Gelecekse bunu Çin'in ne kalabalık nüfusu ne de hızla artan silahları sağlayacaktır. Sadece ve sadece üretim gücü ve dünya ticaretinde daha fazla yer işgal etmesi sağlayacaktır.

KAPİTALİZMİ KİM KONTROL EDECEK?

ürköne de diğer bazıları gibi "kontrolsüz kapitalizm"den yakınıyor. Bu yakınma üç kabule dayanıyor. İlki ABD'de kapitalizmin kontrolsüz olduğu. İkincisi kapitalizmin siyasi otorite tarafından kontrol edilmesinin mümkün ve gerekli olduğu. Üçüncüsü bu tür bir kontrolün iyi sonuçlar vereceği. Bunların üçü de verili doğrular muamelesi görüyor; kendiliğinden doğru kabul ediliyor. ABD'de kapitalizm "kontrolsüz" değildir. ABD'de piyasa ekonomisi birçok gereksiz ve yanlış regülasyonun pençesinde kıvranmaktadır. Bu konuda çok geniş bir literatür mevcut. Bunlarda insanları kahkahayla güldürecek regülasyon örnekleri de hikâye edilir. Bu literatüre gidilemiyorsa bile, en azından Cato Institute tarafından yayınlanan "Regulation" adlı dergiye göz atmak vaziyeti kavramaya yeterlidir. Piyasa ekonomisi haklara dayanması, ademi merkeziliği ve rekabetçiliği ile en büyük kontrolü kendi bünyesinde gerçekleştirmektedir. Buna bir de hukukun hakimiyeti eklenince tablo tamamlanacaktır. Devlet müdahalesi bu tabloya yabancı ve bozucu bir unsurdur. Siyasi otoritenin piyasayı tahrip etmeden istediği kontrolü tam olarak sağlaması imkânsızdır. Kontrolün gereği üzerinde mutabık kalınsa bile muhtevası konusu açıkta kalacaktır. Kontrolsüz kapitalizmden şikâyet edenlerin problemin çözüldüğünü zannettiği bu nokta tam da asıl problemlerin başladığı noktadır. Hayek'in planlama için dediği gibi, kontrolün gerekliliğinde anlaşmamız onun muhtevasında da anlaştığımız anlamına gelmez. Kontrolü tanımlama ve tesis etme sürecinde mutlaka farklı talepler oraya çıkacak ve kontroller (yani regülasyonlar) kaçınılmaz olarak vatandaşlar arasında ayrımcılık yapacaktır. Dolayısıyla, güçlü olan kazanacak, zayıf olan ezilecektir. Kontrol yapılabilse bile, iyi sonuç vereceğinin garantisi yoktur. Kontrol kim tarafından yapılacaktır? Papa'nın ricasıyla veya İngiliz papazın duasıyla gökten melekler inmeyeceğine göre kontrol işinin bir görev olarak birilerine verilmesi gerekecektir. Bu görevi üstlenen insanlar, yani bürokratlar, piyasa aktörlerinden hem daha bilgili hem daha erdemli mi olacaktır? Onlar da piyasada iş yapan insanların malul olduğu zaaflarla malul olmayacak mıdır? İnsanlık tecrübesi insanlara en çok zarar verenlerin kamu gücüne sahip olanlar olduğunu gösterdiğine göre bu insanların bilmeden hata yapması, hatta bilerek kötülük yapması nasıl engellenecektir?

Bazı aydınların sanki engelsiz piyasa ekonomisi ve minimal devlet modeli yaşanmış da büyük zararları görülmüş gibi piyasayı sınırlamayı ve devleti büyütmeyi kendine dert edinmesi bana tuhaf geliyor. Devletin dine, kültürel hayata, ahlaka, sanata müdahale etmemesini isteyenler bile iş ekonomiye, ticarete gelince müdahale taraftarı oluyor. Bu ne yaman çelişki böyle!
 

Kaynak: Zaman