Patrisyen siyaset ve kulluk rejimi

   

            Bireysel özgürlüğünü ve benliğini us dışı kabul ettiği tanrıdan kurtararak profan eğilimlerini yaratıcı kabiliyetleriyle buluşturmayı amaçlayan reformist ve rönesanstik çıkış, heterodoks başkaldırıyla beraber sadist din ve dünya otoritelerine karşı durmayı da ussallaştırdı kuşkusuz.

 

            Modernizmin teorik temeli, tanrı adına otorite icra eden din sadizminin ikonalarıyla birlikte kırılmaya başladığı bu varoluşsal başkaldırı döneminde atılmıştır.

 

            Dinsel dayatmalardan makul bir çıkış arayan insanın ussal ve ruhsal gereksinmelerine yönelmesiyle başlayan Protestan kopuşlar, tanrının sınırsız gücüne karşı topyekun bir istenci örgütlemiş ve modernizmin “kitapsız bir din” yada “dinsiz kitaplar” ideolojisi olarak hayata hükmetmesi sonucunu doğurmuştur.

 

            İkonoklast başkaldırının dinsel figür ve temsillere karşı örgütlediği bu özgürlükçü istenç, varoluşsal diyalektiği ruhları dayatma altına alan din ve tanrı otoritesinden aşırarak ussal bir merkeze yerleştirmiştir.

 

            Tanrı ve şeytanın bir arada temekkün ve temerküz ettiği insan ruhunun özgürlük adına başlattığı arayış tanrıyla buluştuğu noktada köleleşirken, akla tasallut olan şeytanın gücü oranında ters bir koşutlukla özgürleşmiştir.

 

            Tanrının “kalplere indirdik” evresiyle başlayan ve “akıl etmez misiniz?” sorusuyla kalbin akla müracaatını zorunlu kılan öğretileri, ruh ve aklın diyalektiğinden çok (tam da şeytanın istediği düzlemde) çatışmasından tezahür eden yanlış ve sapkın tasavvurların merkezine oturmuştur.

 

            Zira ruhsal arayışın bulgularını akıl süzgecinden geçirmeyen her türlü kutsal, paganist yaratıcılığın ve seküler dinciliğin bir tezahürü olarak kişi başına düşen ruh sayısı kadar çeşitlilik arz eder. Tanrıdan kurtarılmış özgür ruhların başlattığı arayış son tahlilde yaratılmış bir tanrının kudreti karşısında köleleşir. Şeytanın özgürlük adına insan ruhuna soktuğu varlık sancısı ve akla yerleştirdiği edilgenlik istifhamı, yaratılmış kul olmaktan sıyrılıp tanrılar yaratan kudretli insanın varlık ve tahakküm mücadelesine zemin oluşturur.

 

            Ruhunu kaybettiği Tanrının kiliselerinde ussal yönelimlerle kilise tanrıları yaratan batının çok tanrılı inanış manzumesi, tek tanrılı İslam toplumlarında ruhunu adadığı ölçüde aklını devre dışı bırakan  bir din tasavvurunun yerleşmesine tahrik ile sebep olmuştur.

 

            Ruha karşı akli tezler geliştiren modernizmin ve paganizmin başlattığı bu savaş daha çok özgürlük ve daha çok benlik adına sürerken; dini, akli sorgulamalardan vareste tutan toplumlar daha çok bağlılık ve daha çok aidiyet içgüdüsüyle kendisini yönetenlere köleleştirmiştir.

 

            Tam da bu noktada başlayan teslimiyet, varlığını armağan ettiği başka bir varlığa kayıtsız ve koşulsuz itaat etmeyi gerektiren bir kulluk rejimine dönüşmüştür.

 

            Tanrısal dinler insan ruhunu mutmain ederek aklı harekete geçirmeyi metodolojik olarak benimserken, kulluk rejiminin patrsiyenleri aklı işgal ederek ruhları teslim almayı benimser.

 

            Aklı teslim alacak argümanların ruhsal bir karşılığı olmasına dikkat eden bu anlayış, pagan dinciliğin farklı sembolleriyle kendisini arz eder. Devletin bekası, milli bütünlük, kurucu kudret, koşulsuz itaat gibi soyut ve kulluk rejimin temsil ve figürlerinin yer aldığı alan ve mekânları somut bir tapım nesnesi olarak kullarına sunar.

 

            Kulluk rejiminin sadık inananları patrisyenlerin her türlü dayatma kutsallarına karşı aşağılık ve güçsüzlük duygusu içinde mazoşist bir ruh haliyle boyun eğerler. Mazoşizmin özgül koşullardaki değeri bireysellikten toplumsallığa doğru ilerledikçe patrisyenlerin ussal üstünlükleri, kulların ruhsal tabuları üzerinde sadist bir hâkimiyete dönüşür.

 

            Dinsel örgütlerden siyasal proseslere kadar kendisine güç izafe edilen bütün yönetici/patrisyenlerin kulluk rejiminden topladığı parsaya karşılık, kullara sunulan mitoslar rejimin temel savunması haline gelir.

 

            Tanrının, kendisini bile tartışmaya açık bir varlık olarak sunduğu insanların, yönetsel hüviyet kazanan rejimlerde totemleri ve değerleri koşulsuz kabul etmeye zorlanması; siyasi olarak faşizm, psikolojik olarak sadizm ve dinsel olarak totemizm gibi ruhsal ve ussal değerlerin ötesinde bir kabul olarak değerlendirilir.

 

            Bu teorik temellendirmeler noktasından bakılacak olursa, Namık Kemal’in “Köpektir zevk alan seyyad-ı bi insafa hizmetten” dizesinin, insanın bilinçlenme ve aydınlanma, özgürleşme ve bireyselleşme çabası önündeki manilerin, bizzat insanın kendisindeki mazoşist bir tapınmadan kaynaklandığı söylenebilir.

 

            Patrisyenlerine ve kutsiyet atfettiği kulluk rejiminin değer ve totemlerine karşı, aşağılık ve güçsüzlük duygusu taşıyan ve varlığını armağan ettiği tartışmasız güce tapınmayı mukaddesata adanmışlık addeden mazoşist bir toplum var mı daha?