Partilerin unuttuğu iki hakikat

Türkiye'de yeni bir siyasal iktidar seçiminin arifesinde 'siyasi partiler ne vadediyor' sorusu çok anlamlı durmuyor şimdilik. Geleneksel siyasetin daha çok korku siyaseti üzerine kurulu olduğu bir düzenden söz ediyoruz çünkü.

Geleneksel korku siyasetinin üçlü sacayağı vardı, “bu kış komünizm gelebilir” söylemi, soğuk savaş döneminin kapanmasıyla terk edileli epey oldu. Memlekette Komünist Parti bile resmi faaliyet gösteriyor.
İkinci korku siyaseti “aziz vatanın bölünme tehdidi altında olması”ydı. Kısmen bu söylem prim yapsa da “çözüm süreci”nin getirdiği ortam, seçim atmosferinde fazlaca etkili olmadı.

Her ne olursa olsun değişmeyen korku gerekçesi ise “irtica tehlikesi”dir. Soldan sağa siyasetin hemen bütün yelpazesi irtica söylemi üzerinden siyaset yaparak sisteme biatlerini yenilerlerdi. Askerden yargıya müesses nizamı temsil eden her kurum ve kuruluştan medyaya kadar uzanan egemenler bloğunun birleştirici korkusu irtica tehdidi oldu.

Bu seçim dönemine iki söylem eksik girdik. Farkında mısınız bilemem ama olanca seçim gürültüsü, polemik, zaman zaman terbiye ve insaf ölçülerini aşan iri iri cümlelerle kurulmuş ithamlar arkasında irtica unsuru eksik gibiydi. “Laikliğin elden gittiği” söylevlerinin, dini göstergelerin, tezahürlerin seçkinleri rahatsız eden unsurlarından şikayetin ve de tehditlerin pek yaşanmadığı bir süreçti.

İrtica tehdidi ve korkusu üzerine kurulu siyasi söylemin soldan sağa statükoya sarılan partiler için maliyeti nihayet fark edilmiş oldu. Bu durum aynı zamanda Türkiye'de siyasetin normalleşmesi açısından önemsenmesi gereken bir durum. Her ne kadar Ce He Pe'nin laik ulusalcı seçkin seçmenlere selam babında bazı niyet belirtisi söylemi olsa da en azından kampanyası bunun üzerine kurulu değildi. Bilakis hemen her partinin geçmiş dönemde din istismarı ve irticanın yükselmesine gerekçe sayılabilecek söylemi bol bol kullandıkları bile söylenebilir. Yani siyaset irtica yarışına girdi.

İrtica söyleminin eksikliğinin bazı şeylerin normalleşmesi anlamında olumlu bir adım olarak kayda geçmesi gerekir. En azından politik pragmatizm açısından gündeme fazla gelmedi.

Doğrudan irtica söylemiyle kodlanmış bir siyasal dilin din karşıtlığı, halkın değerleri ile çatışma anlamına geldiğinin fark edildiğini düşünmeli miyiz? Muhtemel tedbir olarak bu olsa bile müesses nizamın da bu dilden vazgeçerek, daha muhafazakâr kesimleri merkeze alan uzlaşma çizgisinin etkili olduğu düşünülebilir. Kurucu partinin bile dini kökenli aday stratejisinin geçmiş dönemden daha farklı isim ve temsiliyet üzerine kurulu oluşunun gerekçesi budur.

Bu seçimlerde sürekli dillendirilmesine rağmen yine de eksik kalan söylem “ahlak” vurgusu idi. Özellikle muhalefetin söylemini geniş anlamda ahlak ve ahlaki değerler üzerine kurduğu bir kampanya yaşandı.

Hem iktidar partisi hem tüm çeşitleriyle muhalefetin, siyasi polemik düzeyindeki söylemlerinin dışında toplumdaki çözülme, manevi boşluk, ahlak erozyonu, kültürel yabancılaşma gibi temel konulara dair hemen hiçbir projeleri öne çıkmadı.

Başta siyasi ahlak olmak üzere toplumda yaşanan değer erozyonu, kültürel yabancılaşma, kimlik bunalımı, medeniyet aidiyeti, Müslümanların sekülerleşmesinin yanısıra gençliğin kariyerizmin pençesinde idealizmden çok çıkarcılığın ruhlarını sardığı ortamda bir gelecek inşa etmeyi düşünüyoruz? Bu konuda bir fikriniz var mı? Bunun cevabı tek başına ne daha çok İmam Hatip okulu açmaktır ne de dindarlara selam verirken bu okulların sayısını fazla bulmaktır. DEVAMI>>>