Parti kapatmada Avrupa kriterleri


 
 
DTP ve AK Parti hakkında açılmış olan kapatma davaları, partilerin kapatılmasında Avrupa kriterlerinin ne olduğu sorusunu gündemimize getirmiştir. Bu bağlamda, yurtiçinde ve dışında birçok çevreler, özellikle çeşitli Avrupa kurumlarının sözcüleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Venedik Komisyonu kriterlerine dikkat çekmektedirler.  
 
Her şeyden önce bu alandaki milletlerarası kriterlere uymanın, tamamen Türk Anayasa Mahkemesi'nin subjektif takdirine bağlı bir keyfiyet olmayıp, Türk pozitif hukuku bakımından da bir zorunluluk olduğunun çok iyi anlaşılması gerekir. Bilindiği gibi, anayasamızın 2004 yılındaki değişikliği ile, 90'ıncı maddenin son fıkrasına eklenen cümle söyledir: "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır". Avrupa Konseyi bünyesi içinde 1950 yılında Roma'da imzalanan ve 18 Mayıs 1954 tarihinde Türkiye tarafından onaylanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)'nin bu nitelikte bir milletlerarası andlaşma olduğunda kuşku yoktur. Ayrıca Türkiye, 22 Ocak 1987 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'na bireysel müracaat hakkını, 25 Eylül 1989 tarihinde de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının bağlayıcı etkisini kabul etmiştir. Bu durumda, AİHS hükümlerini yorumlayan, onlara hayatiyet kazandıran ve onlarla bütünleşen AİHM kararlarının da Türk yargı organları tarafından, milli kanunlar karşısında öncelikle nazara alınması gerektiğinde kuşku yoktur.

Venedik Komisyonu (Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu) ise, gene Avrupa Konseyi bünyesi içinde bir "genişletilmiş andlaşma" (enlarged agreement) ile 1990 yılında kurulmuş ve Avrupa Konseyi organlarına anayasal konularda danışmanlık yapmakla görevli bir organdır. Komisyon, ya Avrupa Konseyi organlarından (Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi, Bakanlar Komitesi ve Genel Sekreter) birinin, ya da ilgili üye devletin isteği üzerine anayasal konularda raporlar hazırlar. Kuruluşundan bu yana üyesi olduğum Venedik Komisyonu'nun görüşleri, hukuka bağlayıcı değil, sadece istişari nitelikte olmakla birlikte, bunların Avrupa Konseyi çevrelerinde büyük manevi ağırlık taşıdığı bir gerçektir. Nitekim Komisyon, komünizmin çöküşünden sonra, Doğu ve Orta Avrupa ülkeleriyle bazı eski Sovyet cumhuriyetlerinin demokratikleşme süreçlerine büyük katkıda bulunmuş; onların anayasalarının ve diğer bazı temel kanunlarının (seçim kanunları, siyasi partiler kanunları, anayasa mahkemelerinin kuruluş ve görevleriyle ilgili kanunlar, yargı teşkilatına ilişkin kanunlar, vs.) hazırlanmasına aktif katkıda bulunmuştur. Zaten Komisyon'un kuruluş amacı da budur. Dolayısıyla, önümüzdeki olayda, Komisyon'un 1999 yılında kabul etmiş olduğu "Siyasî Partilerin Yasaklanması ve Feshi ile Benzer Tedbirlere İlişkin Yol Gösterici İlkeler" (Gıidelines on Probhibition and Dissolution of Political Parties and Analogous Measures, Venice, 10-11 December 1999, CDL-INF 2000,1) başlıklı raporu önem taşımaktadır. Çeşitli Avrupa organları sözcülerinin, AK Parti hakkındaki kapatma dâvası vesilesiyle sık sık Venedik Komisyonu ilkelerine atıfta bulunmalarının sebebi de budur.

Avrupa'da parti kapatma çok istinai bir olaydır

AİHM içtihatlarının, Venedik Komisyonu ilkelerinin ve Avrupa ülkelerindeki uygulamaların birlikte değerlendirilmesi açıkça ortaya koymaktadır ki, Avrupa kıtasında siyasî partilerin kapatılması, bazı CHP sözcülerinin ve onların paralelindeki görüş sahiplerinin takdim etmeye çalıştıkları gibi, sıradan, "ahval-i âdiye"den bir olay değil, çok aşırı ve istisnaî durumlarda son derece seyrek olarak uygulanan bir müeyyidedir. Birçok Avrupa ülkesinde böyle bir müeyyide hiç olmadığı gibi, olanlarda da parti kapatma sebepleri çok sınırlı, uygulama da gayet istisnaîdir. Nitekim İkinci Dünya Savaşı'nın bitiminden bu yana, tüm Avrupa kıtasında kapatılan parti sayısı, ikisi Almanya'da biri İspanya'da olmak üzere, sadece üçtür. Almanya'daki iki parti, 1952 yılında kapatılan, Nazi partisinin devamı niteliğindeki Sosyalist Devlet Partisi ve 1956'da kapatılan Almanya Komünist Partisi'dir. Her iki partinin, demokrasiyi yok etme amaçlı totaliter partiler olduğunda kuşku yoktur. Daha sonra bu eğilimdeki partiler başka adlar altında tekrar kurulmuşlarsa da, kapatılmamışlardır. İspanya'daki örnek ise 2001 yılında Bask Batasuna partisinin kapatılmasıdır ki, bu örnekte kapatma sebebi, sözü geçen partinin Bask terör örgütü ETA ile olan organik ilişkileridir.

Buna karşılık Türk Anayasa Mahkemesi, kurulduğu 1962 yılından bu yana, 6'sı 1961 Anayasası döneminde, 18'i de 1982 Anayasası döneminde olmak üzere, toplam 24 parti hakkında kapatma kararı vermiştir. Bu kararların büyük bölümü, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün ve lâik devlet ilkesinin korunmasına ilişkin anayasal yasaklara aykırı hareket iddiasıyla verilmiştir. Sadece bu karşılaştırma bile, Türkiye'deki parti kapatma kurallarının, Avrupa normlarından ne kadar uzak olduğunu göstermeye yeter. Parti kapatma konusunda Türk Anayasa Mahkemesi'nin uyguladığı kriterlerle Avrupa kriterleri arasındaki uyumsuzluk, AİHM kararlarıyla da açıkça ortaya çıkmaktadır. Parti kapatma kararlarına karşı AİHM nezdinde yapılan başvuruların, bir tek Refah Partisi (RP) dâvası müstesna olmak üzere, hepsinde (Türkiye Birleşik Komünist Partisi, Sosyalist Parti, ÖZDEP, HEP) AİHM, Türkiye'nin Sözleşme'yi (AİHS) ihlâl etmiş olduğuna karar vermiştir.

Venedik Komisyonu'nun anılan raporunun 3 numaralı tavsiyesine göre, "siyasi partilerin yasaklanması veya zorunlu olarak feshi, ancak demokratik düzeni devirecek, böylece anayasanın güvence altına aldığı hakları ve hürriyetleri tahrip edecek bir siyasal araç olarak şiddet kullanımını savunan veya şiddet kullanan partiler bakımından haklı görülebilir. Bir partinin, anayasanın barışçı yöntemlerle değiştirilmesini savunması, tek başına, onun yasaklanması veya feshedilmesi için yeterli değildir". Raporun açıklayıcı notlarında (explanatory report) şiddet savunusuna, "ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve hoşgörüsüzlük gibi, onun özgül tezahürlerinin de dahil" olduğu belirtilmektedir. Dolayısıyla bu unsurların, ancak bir şiddet savunusu mahiyeti aldıkları takdirde kapatma sebebi sayılabilecekleri anlaşılmaktadır. Gene açıklayıcı notlarda, devlet makamlarının bir siyasî parti hakkında kapatma istemiyle yargı organına başvurabilmeleri için, "anayasal düzene veya vatandaşların temel hak ve hürriyetlerine karşı gerçek bir tehdit bulunduğu hususunda yeterli delile sahip olmaları gerektiği" ifade edilmektedir.

Refah davasının farkı

AİHM de, özellikle RP ve HEP dâvaları vesilesiyle oluşturduğu içtihatta, siyasî partilerin kapatılabilmesi için iki temel şarttan birinin varlığını zorunlu görmüştür. Bunlardan birincisi, partinin önerdiği siyasal projeyi her bakımdan hukukî ve demokratik araçlarla gerçekleştirmeye çalışması, diğer bir deyimle şiddet kullanımından veya şiddet kullanımını teşvikten kaçınmasıdır. Bu kriterin, Venedik Komisyonu kriteri ile tam bir paralellik gösterdiği açıktır. İkincisi ise, partinin önerdiği siyasal projenin kendisinin de, içerik bakımından, demokrasinin temel ilkeleriyle bağdaşmaz olmasıdır. AİHM, RP kararında her iki kriter açısından, partinin kapatılmasını Sözleşme'nin ihlâli niteliğinde görmemiştir. Nitekim AİHM, bazı RP ileri gelenlerinin beyanlarının şiddete çağrı niteliğinde telâkki edilebileceği sonucuna varmıştır: "Refah liderlerinin hükûmet belgelerinde, siyasal bir silah olarak güç ve şiddet çağrısında bulunmadıkları doğru olmakla birlikte, kendilerine muhalif politikacılara karşı güç kullanma imkânını onaylayarak bundan kamu önünde söz eden Refah üyeleriyle aralarına mesafe koymak için âcil pratik tedbirler almamışlardır. Dolayısıyla Refah liderleri, iktidarı ele geçirmek ve korumak için şiddet yöntemlerine başvurulması imkânına ilişkin bu beyanların müphemliğini ortadan kaldırmamışlardır." (European Court of Human Rights, Case of Refah Partisi (the Welfare Party) and others v. Turkey, paragraf 131)

Öte yandan AİHM, ikinci kriter yani partinin siyasal projesinin içerik bakımından demokrasinin temel değerleri ile bağdaşmazlığı açısından da, kapatma kararını haklı bulmuştur. Burada AİHM, RP nin çok-hukukluluk önerisine ve partililerin şeriat düzeni savunusu niteliğinde görülen beyanlarına dayanmıştır: "Mahkeme, şeriatın getirilmesi yönünde açık referanslar içeren ihlâl edici beyanların, birlikte okunduğunda, Sözleşme'nin tümünde tasavvur edilen demokrasinin temel ilkeleriyle bağdaştırılmasının güç olduğunu kaydetmektedir. Bir yandan demokrasiye ve insan haklarına saygısını ilân etmek, öte yandan ise, özellikle ceza hukuku ve ceza usûlü, kadının hukukî statüsüne ilişkin kuralları ve özel ve kamusal hayatın bütün alanlarına dinsel kurallar uyarınca müdahale etmesi bakımından Sözleşme değerlerinden açıkça sapan, şeriata dayalı bir rejimi desteklemek güçtür... Mahkemenin görüşünce, faaaliyetleri Sözleşme'nin âkit devletlerinden birinde şeriatı getirmek amacını güden bir siyasî parti, Sözleşme'nin bütününün temelinde yatan demokratik ideale uygun davranan bir dernek sayılamaz." (aynı karar, paragraph 123)

AİHM, HEP dâvasında da, RP dâvasında oluşturduğu bu kriterleri aynen tekrarlamıştır: "Bir siyasî parti, kanunlarda veya devletin hukukî ve anayasal yapılarında bir değişiklik için, iki şartla kampanya yürütebilir: Birincisi, bu amaç için kullanılacak araçlar her bakımdan hukukî ve demokratik olmalıdır; ikincisi, önerilen değişikliğin kendisi de temel demokratik ilkelerle bağdaşabilir olmalıdır. Bunun zorunlu sonucu olarak, liderleri şiddeti teşvik eden veya demokrasinin bir veya birden çok kuralına uymayan veya demokrasinin tahribini ya da bir demokraside tanınan hak ve hürriyetlerin çiğnenmesini amaçlayan bir politikayı öneren bir siyasî parti, bu gerekçelerle kendisine verilen cezalara karşı Sözleşme'nin korumasını talep edemez." (Yazar, Karataş, Aksoy and the People's Labour Party (HEP) v. Turkey, 22723/93, ECHR 408, 9 April 2002, paragraph 49)

Görülüyor ki, parti kapatma konusundaki Avrupa normları çok açıktır. Parti kapatma sebepleri, şiddet kullanma, şiddet kullanımını savunma ve temel demokratik ilkelerin tahribini amaçlama hususları ile sınırlıdır. Türk Anayasa Mahkemesi'nin bu kriterler uyarınca hareket etmesi, sadece Avrupa Konseyi üyeliğimizin ve milletlerarası taahhütlerimizin icabı değil, yukarıda da açıklandığı gibi, Türk pozitif hukuku bakımından da Anayasa'mızın 90'ıncı maddesinin son fıkrasının getirdiği bir anayasal zorunluluktur. Anayasa Mahkemesi, bu anayasa değişikliğinin gerçekleştiği 2004 yılından bu yana, bir parti kapatma kararı vermemiştir. Halen önünde bulunan kapatma dâvalarında söz konusu milletlerarası kriterleri ölçü alıp almayacağı, Anayasa Mahkemesi bakımından çok önemli bir sınav oluşturacaktır.
 
Kaynak: Zaman