Paradoks mantığı

Yeni  ve farklı şeyler söyleme merakı insanın toplum içinde kendini gösterme ve dikkat çekme arzusunun bir açılımı olsa gerektir. Dikkat çekme açsından en fazla tatmin duygusuna ulaşanların pop şarkıcıları olduğunu sanıyorum. Bazı oyuncular, futbolcular, komedyenler de benzer kitleye ulaşıyorlar. Bu arada büyük paralar kazanıyorlar. Genellikle kendilerine gösterilen bu aşırı ilgi onları sarhoş ediyor ve nahoş davranışlar göstermeye başlıyorlar. Çocuklarda bile aşırı ilginin davranış bozukluğuna yol açtığını eğitim uzmanları bilir.

Aynı insani eğilimin hayatımızın birçok alanında farklı biçimlerde karşımıza çıktığını düşünüyorum. Mesela doktorlar bir tedavinin, bir teşhis yönteminin “başkası”  tarafından bilinmesinden adeta rahatsız olurlar. Bilgilerini hastayla, hatta meslektaşlarıyla  paylaşmaktan kaçınırlar. Bir konudaki yaygın uygulamanın hatalı olduğunu söylemeye ise bayılırlar. Oysa “eskiden beri “ veya “yaygın olarak” bilinen bir şeyin ille de hatalı olması gerekmez. Buradaki zihinsel tuzak, bilginin kendisi değil, farklı olmanın cazibesidir.

Sosyal bilimlere gelince olay daha bir çetrefilli hale geliyor. Çünkü burada yeni buluşlar yapılması ihtimali daha bir azalıyor. Tek dayanağımız yeni bulgular ve belgeler olabilir ama belgelerin insan öznesi karşınızdaki zayıflığı ve yorumlanabilirliği bizi aynı kapıya çıkarıyor. Mesela tarih biliminde belge fetişizmiyle teorinin gücü arasında bir tercih durumu söz konusudur. Aynı belgeler insanları farklı yorumlara götürebiliyor. Bizim burada dikkat çekmek istediğimiz husus, insanın temel içgüdüsüyle ilgili ; ulaşılan sonuçta elde edilen bilgilerin oranı nedir, dikkat çekme, farklı şeyler söyleme  merakının oranı nedir ? Bunu ölçmek pek mümkün olmasa da dikkate almak bile bizi daha sağlıklı yorumlara, çözümlemelere götürebilir.

Bu merakın son yıllarda tarihimize karşı ilginin artmasına yol açtığını, sadece “muhafazakar” kesimlerin değil genel anlamda toplumumuzun tarihe, özellikle yakın tarihe, Osmanlı tarih ve kültürüne daha pozitif bakmasını sağladığını söyleyebiliriz. Yüz yıl süren karalama kampanyaları toplumda  bıkkınlığa yol açmış ve yeni bir yaklaşım cazip hale gelmiştir. Şimdi bu sürecin rahatlığını yaşıyoruz. Fakat bu arada yaygın bilgileri sorgulama, farklı şeyler söyleme merakı da boş durmuyor ;  Osmanlı devletinin kurulduğu yer Bilecik sanıyorduk, meğer Yalova imiş !  Padişahları evliya sanıyorduk meğer bizim gibi insanmış ! Paradoks mantığı birçok bilim adamının, köşe yazarının adeta azığı, geçim kaynağı olabiliyor.

Son zamanlarda “dini” konularda da bu mantığın cazibesinin gündemde olduğunu görüyoruz. Dinin temel doğrularının yaşatılması, anlatılması, aktarılması dururken, hem tarihe hem günümüze atıfta bulunularak yaygın bilgilerin hatalı olduğu vurgulanabiliyor. Dinin kaynakları, geleneği, çok büyük bir literatürle kaydedilmiş ve günümüze kadar ulaşmıştır. Bu birikimi inkar ederseniz tarihteki benzer yanlışlara ve kısır döngüye kapı açmış olursunuz. Tarihte elbette büyük tartışmaların yapıldığı dönemler yaşanmış ve belli kültür havzalarında belli sonuçlara varılarak bugünlere ulaşılmıştır. Günlük hayat, hukuk, ticaret, insan ilişkileri, devlet yönetimi gibi konular her zaman geliştirmeye, katkıda bulunmaya uygun alanlardır. Şu anda belki de İslam dünyası bu anlamda yeni bir dönemin sancılarını yaşamaktadır. 

İtikat ve ibadet konularında ise yüzyıllar önce bir durulma yaşanmıştır, burası yeni buluşlar yapılacak bir alan değildir. Ne de olsa dinden söz ediyoruz. Din, son peygamber tarafından son şekli verilen İbrahimi bir gelenektir. Yani gelenek işin özünde vardır.  Toplumumuz bilerek veya bilmeyerek belli bir sisteme sahip  itikad ve ibadet anlayışını uygulamaktadır.  Problem varsa, modern çağda bunların bilerek ve hakkıyla uygulanmasıyla ilgilidir. Taklitten tahkike geçilmesiyle ilgilidir ki geleneksel dini öğretimizin, tasavvuf ekollerinin temel hedefi de budur.

Yenilik uğruna  geleneği ve birikimi karşısına almayı göze alanlar, geçmişteki alimleri, tasavvuf önderlerini adeta  “aradan çekilmeye” davet ediyorlar. Bu şekilde insanların “direk” muhatap olacaklarını var sayıyorlar. Oysa bu durumda otomatikman kendileri, onların yerini almış oluyor.  

Ortaya atılan ve yeni gibi görünen argümanların önemli bir kısmının,  tarihte ve günümüzde başka coğrafyalarda kullanıldığını görüyoruz. Yeni olan, belki bu argümanların bizim coğrafyamıza taşınmasıdır.  

Ben işin ilmi yönünü uzmanlara bırakarak mantıksal yönüne dikkat çekmek istiyorum. Paradoksun cazibesi sınır tanımıyor. Buna kapılan insanlar, her halükarda farklı bir şey söylemeyi fazilet saymaya başlıyor. Başka yerlerde ve zamanlarda kullanılmış bile olsa, içinde bulunduğu ortamda, toplumda dikkat çekmek, farklı bir şey söylemek adına,  yeni gibi görünen argümanlara sarılabiliyor. Toplumun karşılaştırma imkanı ve zamanı olmadığından, bu konuları sadece o şahıstan duyduğundan, fikir yeni gibi gelebiliyor. Bu da argümanın albenisini artırıyor.

Peki argüman yeni olsa ne olurdu ? Ben burada yeni veya eski olmasından çok, mantığıyla ilgileniyorum. Paradoks tuzağına dikkat çekmek istiyorum.