Paradigma farkı(1)

Başörtüsü yasağının –hiç değilse üniversitelerde- kaldırılmasıyla ilgili AK Parti ve MHP'nin 411 oyla Anayasa'da 10 ve 42. maddelerde düzenleme yapmaya kalkışmaları büyük tartışmalara yol açtı. Laikçi Kemalist kesimlerin tutumları belli. Bu tartışmalarda dikkate değer husus, adına "liberal, sol veya demokrat" denen aydınların önemli bir bölümünün de düzenlemeye karşı tutum takınmış olmalarıdır. Hiç kuşkusuz hepsini aynı kefeye koymak haksızlık olur. Ama AK Parti iktidarının koruyucu kanatları altında Türkiye'de altın çağlarını yaşayan bu aydınların önemli bir bölümünün çeşitli bahaneler öne sürerek 'yasakların devamı'ndan yana tutum takınmaları önemliydi.

      Bu, uzun bir zamandır liberal, sol, demokrat aydınlar ile Müslümanlar arasında var olduğu düşünülen ittifak veya işbirliğinin mahiyetinin teşrih masasına yatırılmasına vesile oldu ki, bu açıdan bunun hayırlı olduğunu söylemek mümkün. Başörtüsü tartışması, liberal, sol, demokrat aydın-Müslüman ittifakı şu soruyu gündeme getirdi: Bu ittifak veya işbirliği "paradigmatik" mi, "politik" mi?

      Bu satırların yazarı, hangi ideolojiye ve siyasi görüşe sahip olursa olsun, belli ahlakî değer ve kaygılar korunduğu sürece Müslümanların "politik" işbirliği yapabileceklerine, diyalog kurmaları gerektiğine inanmaktadır. Paradigmatik ittifak ve işbirliği ise bambaşka bir şeydir, bu itikad esaslarının karmaşasına, başka inançlarla halite teşkil etmesine sebep olur ki, İslam noktai nazarından meşru ve makbul değildir.

      Nihayet, sözünü ettiğimiz aydınların da bu ilişkiyi paradigmatik seviyede görmedikleri apaçık ortaya çıktı. Buna çeşitli örnekler gösterilebilir. Ben burada bir örnek üzerinde duracağım. Bu örnek de, başörtüsü yasağına kategorik olarak karşı çıkan Gülay Göktürk'ün kendisiyle yapılan bir konuşmada, temelde ne kadar farklı bir paradigmadan olaylara baktığını göstermektedir:

      Gülay Göktürk'e şu sorulmaktadır: " Kadının eşlik ve annelik rolünü önemsememek biyolojik açıdan mümkün mü?" Göktürk'ün verdiği cevap önemli:

       "Bu geleneksel rol bölüşümü evrenseldir. Dünyanın her yerinde kadın hareketinin ana temaları da zaten, anneliğin kutsanışı ve annelik vasıtasıyla kadının eve hapsedilişine, çalışma hayatında ikinci sınıf telakki edilmeye karşı çıkmak olmuştur. Türkiye'de de böyle, Batı'da da böyle. Öyleyse kadın hareketinin bunlara karşı geliştirdiği özgürlük temaları da evrenseldir. İslâmî kesimden bazı arkadaşlar 'Biz Batı'nın dayattığı özgürlüğü istemiyoruz!' dedikleri zaman, bu evrenselliği reddetmiş oluyorlar. 'Benim özgürlük anlayışım bana, senin özgürlük anlayışın sana' dediğiniz anda konuşacak da pek fazla bir şey kalmaz. Ama bir özgürlük anlayışı her iki tarafında kabul ettiği bir kavram olursa, bunun üzerinde konuşmak mümkün olabilir. Bu anlamda ben, kadın hareketinin önderlerinin bu konuda daha çok düşünmesini ve tartışmasını önemsiyorum. Siz çocuk da büyütebilirsiniz, ev işi de yapabilirsiniz. Her türlü şeyi yapabilirsiniz ama yeter ki, onu sizin aslî işiniz olarak görmeyin. Bunu varlık sebebiniz ve kocanızın asla yapamayacağı bir iş olarak görmeyin." (Ayşe Böhürler röportajı, Yeni Şafak, 7 Mart 2008.)

      1980 sonrasında "liberal kimliği"yle öne çıkan Gülay Göktürk'ün öne çıkardığı temalar şunlar: 1) Dünyanın her yerinde kadın hareketinin öne çıkardığı temalar, anneliğin kutsanışı ve annelik üzerinden kadının eve hapsedilmesine, çalışma hayatında ikinci sınıf telakki edilmesine karşı çıkmak; 2) Kadın hareketinin bu teması evrensel özgürlüğü ifade eder; 3) İslami kesimden bazı bayanlar 'Bize Batı'nın dayattığı özgürlüğü eleştirdiklerinde söz konusu evrenselliği reddetmiş oluyorlar; 4) Birden fazla özgürlük anlayışı olamayacağından bu durumda konuşacak bir şey kalmaz; 5) Kadın her işi yapabilir –çocuk büyütmek, ev işi yapmak- ama bu işi kendi aslî işi, varlık sebebi olarak görmemeli.

      Bu beş ana tema tek tek ele alınmayı hak eder, bundan sonraki yazının konusu bu olacaktır.