Otoriter, kanlı bir vesayet ilişkisi

Mevcudiyetini savaş koşullarına borçlu örgüt barışa dönük adımların önünü kesmek için ne Türk canına acıyor ne de Kürt canına. Katlettiği askerlerin hanelerinde bölgenin yüzlerce yıllık ortak hüviyetinin duaları ve ağıtları bir kez daha yükseliyor. İşte o sahneler yüzünden de katiller hangi kişisel hikayeleri anlatırlarsa anlatsınlar, kurtuluş savaşçısı olarak adlandırılamayacakları bir karanlığın içine çekilmeye devam ediyorlar.

Barış neredeyse bütün Kürtlerin dileği değil mi? Bana kalırsa, evet. Bir kesim veya özellikle örgütlü güç savaşı sürdürmek istiyorsa, sebep icat etmek hiç de zor değil. Asıl zor olan barışın haklı sebeplerine sahip çıkmak, onun mücadelesini vermek. Ulusçu ideolojinin yasaklama yoluyla Kürt olarak işaretlediği Güneydoğu halkı iyiliğinin barıştan yana olduğunu bilmeyecek kadar kör değil.

Eylül ayı sonlarında Taksim'de katıldığım Barış Meclisi toplantısında Kürt kökenli Müslüman yazarlarla İslami kesimin Kürt meselesi karşısındaki geriden izleme tavrıyla süreç içinde insiyatifin PKK havzasına toplanmasının, sorunun işte bu kanlı noktaya tırmanmasındaki etkisi üzerine konuşmuştuk. Yıllardır Güneydoğu'da yaşayan yazar Sabiha Ünlü de kendisiyle Dünya Bülteni için yaptığım söyleşide bölgede İslami kesimin Kürt meselesini zamanında okuyamamış olmasının yol açtığı yaraları dile getirmişti.

Dolayısıyla İslami bir gelenekten gelen AKP'nin Kürt sorununu barışçıl yollarla çözme yolundaki çabasını ısrarla sürdürmesi tarihsel bir borç anlamına da geliyor. Barışçıl çözümde direnmenin güçlükleri ortada. Her PKK saldırısı toplumsal metaneti yeniden sarsıyor, ulusçu sloganların canlanmasına destek veriyor, Kürt varlığını biraz daha ötekileştirmenin haklı gerekçesi olarak kaydediliyor çatışmalar tarihine.

Kendisini "sosyal demokrat Müslüman" olarak tanımlayan Siirtli, Geylani aşiret mensubu Zeki Ercan'la savaş ve barış üzerine uzunca bir söyleşi gerçekleştirdim yenilerde. "Kürtler savaşı istemiyor, buna herkes emin olsun, hükümet isterse, kararlı davranırsa barışın yolları açılır. Çözüm hükümetin elinde. AKP'nin barış için daha kararlı, ısrarlı ve çözüm üretme yeteneğine haiz olduğuna inanmıştık, bir ara çok umutluydum, Allah'ım bu iş bitecek, diyordum. Seçimden sonra hava değişti" diye dile getiriyor Ercan, örgütün kanlı saldırılarıyla Hükümet'in kararsızlığı arasında kalmanın sevkettiği düşünceleri. Aslında hâlâ hükümetin sağ-milliyetçi reflekslere kapılmadan barış yolunda adımlar atacağına güvendiğini belirtiyor hemen ardından. PKK ne yaparsa yapsın, devlet samimi adımlar atarsa bu işi çözer, buna da hâlâ inanıyor.

Bir Kürt genci durduk yere niye dağa gitsin? Çocukluk ve ergenlik benliğinin oluşumu yıllarında yaşanan hırpalanmalar bunun en büyük nedeni. 11 kardeşin en büyüğü Zeki. Kalabalık bir aşiretin reis ailesine mensup olmanın zorlukları var. Bir taraftan Adıyaman'daki şeyhe akraba. Sağ-sol çatışması sürüyor, o ideolojik bir yönelim içinde değil, fakat tehlikeli gidişat, okuldan alıyor amcası, nasılsa nakliye kamyonları var, işsiz güçsüz kalmayacak. Bir tarafta amcası milletvekili, öte tarafta dağa çıkan akrabalar... Şırnak'tan kömür yüklü kamyonlarla, Kurtalan'a dönüyorlar. Amcası kömür ihalesini almış. Yıl 1988. Özel Hareket Timi kesiyor yolu. Adam kasaturayla kamyonun önündeki "Özgeylani" yazılı levhayı tutan çubukları söküyor. 17 yaşındaki Zeki, niye söküyorsun, diye soruyor, genç ruhu bu tahribata cidden bir anlam veremediği için. Konuşma lan, diye girişiyor birkaç kişi birden, tekmeyle tokatla. Niye dövüldü, hiç soru sormamak mı gerekir, her soruda her an birileri tekme tokatla üzerine mi yürüyecek... Zeki yıllarca bu sorularla beslediği korkuyu atamıyor üzerinden. Kin ve nefret duygularıyla savaşıyor, dağa gitmemeye çabalıyor; çok yönlü bir baskı var üzerinde, insanlar hatta yakın akrabaları dağlara gidiyor. Nihayet faili meçhullere karışmasın diye ailesi İstanbul'a gönderiyor onu.

Aynı yıl başka bir olay okuyor, taksiyle Şırnak'tan Siirt'e giderken. Taksinin önü kesiliyor şehrin girişinde. Zeki ve amcasının oğlu, arabadaki diğer yolcularla şehir merkezinde bir yere götürülüyorlar, gözleri kapalı. Suçları nedir? "Siz PKK'lıları arabanıza bindirmişsiniz." Gece üçten sabah on bire kadar sorgu sual. Bir itiraza mahal yok asla, suçlamaları kabul etmeleri bekleniyor. Nihayet Zeki milletvekili amcasını hatırlıyor da serbest bırakılıyorlar. Milletvekili amcası olmayan ne yapsın? Çatışma yolları insanlar yapmadıkları, yapmayı hayal dahi etmedikleri eylemleri üstlenmeye zorlanarak açılıyor, genişletiliyor. Akrabaları var dağda Zeki'nin, şahsen tanımasa da... Kendisi 32 yıldır İstanbul'da yaşıyor. "1990'da çok dayak yedim, Avrupa'ya kaçtı arkadaşlarım benzeri nedenlerle, ben gitmek istemedim" diyor. Baykan'ın bir ilçesine başsağlığı için gidiyorlar, komando yollarını kesiyor ve soru sorulmadan dayak başlıyor. Her soru daha fazla dayak demek. "Konuşma lan!"

Hiçbir şey eskisi gibi değil çoktandır, olumlu gelişmeler var, bir de kan dökülmese... Kimileri çözüme giden yolda tek insiyatifin dağda direnmeyi sürdüren güçlerde olduğunu savunuyor, bunun ötesinde barış için dile getirilen her cümleyi işte bu yaklaşımla şiddetle kınayanlar eksik değil; tartışmalarını izlediğim "Barış için vicdani red" grubunda bunu görüyorum. Kimileri de Kürt meselesinde katedilen mesafeyi kan dökülmesiyle gelen çözüm arayışlarına bağlıyor ya, Zeki öyle düşünmüyor. Sorunların kan dökülecek raddeye gelmesinin, kimilerinin kanlı bıçaklı olayların nihai çözüme katkısına inandırılmasının sebebi, her zaman, katılım problemi. Mesela devlet 5 bin kişi yerine aşiret reisini muhatap almaya alışmış. Güneydoğu halkı devletle yüz yüze muhatap olmak nedir, bilmiyor ki... Arada hep otoriter, kanlı bir vesayet ilişkisi var.

Dördü kız on kardeşin ağabeyi Zeki diyor ki, asla bölünmesin Türkiye, ve bundan böyle bir kişi daha ölmesin, sona ersin savaş, iki tarafın da hataları var, orta yol bulunsun, savaşın sürmesi yönünde adım atanlara karşı barışın sebeplerini öne çıkartan bir cephe oluşturulsun.

Hükümet samimi bir adım atsa bu iş biterdi, Zeki buna inanıyor. Kürtler savaş istemiyor, savaşı değil barışı sesleyen elleri tutacak onlar. Hâkim yargı bu "Kürt" nüfusta: 80 yıl daha sürer böyle, ama ne değişir ki, ölen bu ülkenin çocukları. O sosyal demokrat bir Müslüman olarak tanımlıyor kendini, Kürt olmaktan önce. Ne yazık ki kişiyi kendini öncelikle Kürt olarak tanımlamaya zorluyor savaş hali. Geylaniler sülalece AKP'li, 20 bini bulan oyla. Artık çözsün bu kördüğümü AKP, ama şiddetle çözeceğini düşünmeden, diye bağlıyor sözü Zeki, yolu dağlara düşmesin diye çabalamış, Türkiye'yi seven, ırkçılıktan uzak Müslüman bir Kürt olarak.