Davos çıkışıyla gördüğümüz üzere Türkiye bölgeye dönüyor. İran, Suriye, İsrail ve Türkiye güç çekişmesi halindeyken,?Arapların sesi çıkmıyor.
'Osmanlı' Türkiye'sinin Ortadoğu bataklığına bu sıcak dönüşünün tek bir açıklaması var, o da yeni Ortadoğu'nun taksiminde Türk fesine uygun yer aramanın erken hazırlığı.
Avrupa Stratejik Araştırmalar Merkezi'nden (ASAM) Sekan Taflıoğlu'na göre, son aylarda Türkiye'nin Ortadoğu'ya yönelik dozu artan hareketliliği şu düşünceden kaynaklanıyor: Ortadoğu'daki gelişmelerin geleceği büyük ölçüde İran-ABD ilişkilerinin önümüzdeki iki veya üç yıldaki şekline bağlı olacak. Taflıoğlu, Türkiye'nin hareketliliğini hayata geçiren şeyin, Ankara'nın çıkarları ve gücü doğrultusunda bölgedeki doğal rolün oynama arzusu olduğunu da ima ediyor.
Sorun Erdoğan'ın Gazze çocuklarını izlerken ortaya koyduğu insani ayaklanışından ibaret değil, çünkü insani duygular tek başına siyasi hareketlenmelerde temel etken değildir. Türkiye şu an uzun süreli bir göz ardı edişin ardından Osmanlı geçmişine dönüyor; sebep İslamcı partilerin bazı destekçilerinin inanmak isteyeceği gibi Osmanlı 'şanını' yeniden tesis etmek değil. Amaç daha ziyade, Türkiye'nin bölgedeki tarihsel, siyasi ve ekonomik önemine uygun bir varlık elde etmek.
İran Humeyni devriminden bu yana Arap diyarına girişte daha erken davrandı. Humeyni devletinin Irak'la savaşı sebebiyle bu devrimci reaksiyon bir süre sakinleşti. Humeyni'nin öğrencisi Mahmud Ahmedinecad dönemiyle birlikte, Tahran Arap dosyalarına, Filistin ve Lübnan'daki sorunlarına yönelik baskısına döndü. Ankara Tahran'ın Irak'a erken girişiyle nasıl kazanımlar sağladığını gözlemledi.
Türkiye de İran gibi bölgede imparatorluk geçmişine sahip. Osmanlı Türkiye'siyle bölgede güç yarışına giren tek imparatorluk Safevi İran'dı. Aralarındaki mücade alanlarından biri de Irak'tı. Bugün tanık olduğumuz mezhepçilik büyük ölçüde bu iki ülke arasındaki imparatorluk çekişmesinin sonucudur.
Şu an Arap halkları nezdinde Erdoğan'a tutulan alkış kardeşlik edebiyatını örnek alanlardan geliyor. Erdoğan'ın İsrail'e Osmanlı'nın torunu olduğunu hatırlattığı her zikredildiğinde, kalabalığın harareti artıyor. Fatih Sultan Mehmet'in Tel Aviv kapılarına dayandığı, Osmanlı halifesinin döndüğü, Erdoğan'ın Türkiye'yi uyandırdığı ve Osmanlı bayraklarıyla döndüğü yorumları yapılıyor. Bu hayaller, NATO üyesi olan, AB'ye girmek isteyen, kendilerini Atatürk mirasının olarak gören generallerin kolladığı laik anayasayla idare edilen laik devlet Türkiye'nin hedeflerini ifade etmez.
Acaba karşımızda, Suriye hariç bütün Arap ülkeleri aleyhine gelişen yarı nesnel bir koalisyon mu var? Bu 'yarı nesnel' koalisyon İran, Türkiye, Suriye ve İsrail'den oluşuyor. Zira savaş ve barışı tekellerine almak için çekişiyorlar. İran ABD'yi, uluslararası toplumu ve bölge Araplarını kendisini nüfuzundan ödün vermeye zorlamamaya sevk ediyor. Gecikmeli uyanan Türkiye de bu çekişmeye katılmak istiyor. İsrail'se bölgedeki güç üstünlüğünü korumak istiyor. Suriye de atılacak akıllı adımın, hasarlı Arap gemilerini terk edip kendisini batan bölgenin sularından koruyacak İran veya Türk dağına sığınmakta saklı olduğunu düşünüyor.
Geriye şu soru kalıyor: Şu an kurulmakta olan bu siyasi pazarda Arap ülkeleri nerede duruyor?
(Londra'da Arapça yayımlanan Şark ül Evsat gazetesi, 3 Şubat 2009)
Kaynak: Radikal