Türk milliyetçiliğini ele alırken, siyasal, idari ve kültürel algılarımızı derinden etkileyen bu akımı 18 ve 19. yüzyılda ortaya çıkan genel milliyetçi ideolojilerden ayrı düşünemeyiz. Bu ideoloji kaynağını, Batı Avrupa'da ve bilhassa Fransa'da ortaya çıkan milliyetçi ideoloji teşkil etmektedir. İmparatorluğun milliyetçi akımlar etkisinde dağılma sürecini, Balkan milliyetçiliği, Türk milliyetçiliği ve Arap milliyetçiliği şeklinde sıralamamız mümkün. İslam dünyasının genelini göz önüne aldığımızda Kürt milliyetçiliği "geç kalmış milliyetçilik" olarak görülebilir.
Batı'daki milliyetçi akım ve oluşumların ilk hareket noktasını çok daha eski bir tarihe, 1648 Vestfalya Anlaşması'na kadar götürmek mümkün. Almanya'nın Vestfalya eyaletinde imzalanan anlaşmanın önemli maddelerinden biri, ulusal devletlerin tescil edilmiş olmasıdır. Böylece, beşeriyet tarihinde ilk defa, ulus ve ulusal form içerisinde tarih sahnesine çıkmış bulunan siyasi organizasyonlar, ulus devlet olarak teşekkül etmiş oldu. Anlaşmanın diğer önemli bir maddesi, mezhep savaşlarını sona erdirmesidir. Anlaşmaya göre, mezhepler birbirini toprak temelli tanıyacak ve İngiltere, Hollanda, Portekiz, Fransa gibi sömürgeci ülkeler bir centilmenlik anlaşması imzalayacaklardır.
Ulus devletin hangi şartlarda ortaya çıktığına, özellikle de ekonomik boyutuna baktığımız zaman, üç unsur dikkat çekiyor: 1) Deniz aşırı ticaret, Batı-dışı tabii kaynakların, altın ve gümüşün ve muazzam bir servetin Batı'ya akmasından sonra sermaye birikiminin teşekkül etmesidir. 2) Köle ticareti ve sömürgecilikle birlikte, bedava bir emek de bulunmuş oldu. 3) Yahudi sarraf ve tüccarlarının ekonomiye dahil ettikleri faiz ve banknottur.
Bu üç unsur bir araya geldiğinde, kapitalist gelişme de ortaya çıkmış oldu. Kapitalizmle birlikte, yeni kapitalist coğrafi bölgeler, şehirler ortaya çıktı, süreç içinde burjuva sınıfı teşekkül etti. Burjuvazinin büyük ihtiyacı rekabettir; çünkü sermaye biriktirmek istiyor. Kapitalizmi tek bir cümleye indirgeyecek olursak, bu sisteme "sınırsız sermaye biriktirme düzeni" diyebiliriz. Tabii, rekabet ederken de koruyucu bir güce ihtiyaç duyacaktır; bunu da devlet sağlar.
Devlet demek, aynı zamanda toprak ve sınır demektir. Modern devletin, klasik olanlardan belirgin farklılık olarak üç önemli unsuru vardır: Toprak, ahali ve hükümranlık. Bu üç unsur bir araya geldiğinde devlet ortaya çıkar. O halde burjuvazinin, önce bir toprak parçasına, sonra bu toprak parçasının sınırla çevrilmesine ve bir de devlet (ordu) tarafından korunmasına ihtiyacı vardır.
İddia edildiğinin aksine, kapitalizm, gerçek bir liberal düzen veya serbest piyasanın işleyen kuralları içerisinde teşekkül etmiştir. İlk gün de koruyucu güçler vardı bugün de o kuruyucu güçler -lobiler, şirketler, sınıflar, devlet, polis teşkilatı, ordu- vardır. Burjuvazinin toprak üzerinde bir sınır çizmesi ve hükümranlık tesis etmesi, bir devlet ve orduya sahip olması, onun ideolojisini ortaya çıkardı. İlk milliyetçi ideoloji bu şekilde teşekkül etti ve aynı zamanda bu, cemaat yapılarının, ailelerin, loncaların, kiliseye, geleneğe ve tarihe ait yapıların dağıtılıp, ulus formu içerisinde yeniden tanzim edilmesine ve tanımlanmasına sebep oldu.
Fransız ihtilali, siyasi uhuvvet (kardeşlik) fikrini ortaya attı ve Napolyon bunu itici bir güç olarak kullandı. Kısa zamanda bu siyasi ideolojiyle Avrupa'yı kasıp kavurdu. Bir bakıma geri dönülmesi artık neredeyse mümkün olmayan bir sürece girilmiş oldu. Fransa'dan sonra bütün ülkeler, bu ideolojinin içerisinde yer almaya başladılar, böylece milliyetçilik, modernleşen toplumların ideolojisi haline geldi.
Milliyetçilik, Avrupa'yı kasıp kavurunca; bu çerçevede herkes kendine ait bir kökene, bir etnisiteye veya bir kurucu ideolojiye dayanarak milli devlet kurmak isteyince, tabii bu durum Osmanlıyı derin bir şekilde sarstı. Bilindiği üzere Osmanlıda ilk önemli ayaklanmalar, Balkanlarda olmuştur. Yunan ve Bulgar ayaklanması ve arkasından Arnavutların isyanı; hem kuzeyde Rusya hem de Batı'da Düvel-i Muazzam dediğimiz büyük güçler, bu süreci tetikleyince, imparatorluk toprak kaybetmeye başladı.