Kaide’nin Bağdat’ta bir kilisede işlediği katliamın Ortadoğu halkları arasında ışık hızıyla yaydığı korku, bu insanların ayaklarının altındaki zeminin ne kadar kaygan olduğunun göstergesi.
Batı televizyonlarındaki haber bültenlerinden farklı olarak, El Cezire ve El Arabiya bu tür katliamların dehşetini bütün boyutlarıyla yansıtıyor. Kollar, bacaklar, kafası uçurulmuş gövdeler, neler yaşandığını tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Bölgedeki bütün Hıristiyanlar, bu saldırının ne manaya geldiğini anladı. Gerçekten de Iraklı Şiilere yönelik saldırıların mezhepçi niteliği göz önüne alındığında, Kaide’nin bizim tahayyül ettiğimiz gibi, ‘dünya terörü’nün merkezi/çekirdeği/membaı olmanın çok uzağında, kurulmuş en mezhepçi örgütlerden biri olup olmadığını merak etmeye başlıyorum. Şundan da şüphe duymuyorum: Tek bir Kaide yok, bölgedeki adaletsizliklerden beslenen birden çok Kaide var. Bu kanı Kaide’nin vücuduna Batı (İsraillileri de bunun içine katıyorum) naklediyor.
Bütün Hıristiyanlar hedef
Aslında şunu da merak ediyorum: Hükümetlerimizin, bizi korkutmak, korkudan titretmek, bize boyun eğdirmek, küçük hayatlarımıza daha fazla güvenlik zerk etmek için bu teröre ihtiyacı mı var acaba? Ve o aynı hükümetlerin, güvenliğimizi tehlikeye atan şeyin tam da Ortadoğu’da yaptıklarımız olduğunu günün birinde idrak edip etmeyeceğinden de hayli kuşkuluyum. İsfahan Lordu Blair, 7 Temmuz 2005’te Londra’yı kana bulayan intihar bombacılarından biri, ölümünden sonra yayımlanan video kaydında eyleminin nedenlerinden birinin Irak işgali olduğunu söylediğinde bile bunu inkâr etti, keza Bush da. Kaide Fransa’ya saldırmak yönündeki en son tehdidini hayata geçirirse, Sarkozy’nin de aynı şeyi yapacağına kuşku yok.
Kaide şimdi Ortadoğu’daki ‘bütün Hıristiyanları’ gözüne kestirmiş durumda ve buna dair tehditlerini misket bombaları misali bölgenin her tarafına saçıyor. İki milyondan fazla Mısırlı Hıristiyan Kıpti’nin Kaide’nin tehditleri yüzünden Luksor’daki dini festivalleri sırasında yüzlerce polis tarafından korunması gerekiyor artık. Zira Kaide, iki Müslüman kadının Kıpti kilisesi tarafından rızalarının dışında alıkonulduğunu iddia etti. Bu meselenin kökeninde, kadınların kocalarından boşanma kararı vermesinin ve Mısır’daki kilise boşanmaya izin vermediği için İslamiyet’i kabul etmelerinin yatıyor olması teferruat..
Üçüncü saldırı
Salgın, Hizbullah’ın eski Başbakan Refik Hariri suikastı için kurulan BM mahkemesinin suçlamalarının reddedilmesi talebi nedeniyle Şii-Sünni gerilimlerinin zaten zirvede olduğu Lübnan’a da yayılıyor. Başka zaman olsa vandallık denip geçilebilecek bir eylem, yani bir Hıristiyan mezarının tahrip edilmesi, Müslümanlar bundan sorumlu tutulmasın diye, ülkedeki bütün din adamlarının ateşli sevgi mesajlarına vesile oluyor. Beyrut’un güneyinde kendi halinde mutlu mesut yaşayıp giden kıyı kasabası Jiye’de birileri Aziz George Kilisesi’ne girip George Philip Kazzi’nin cesedini mezarından çıkardı ve kafatasını ezip bıraktı. Bunun, kasabada son 10 yılda bu türde düzenlenen üçüncü saldırı olduğu belirtiliyor.
Aziz Charbel manastırından Peder Selim Namur, Jiye’nin barış içinde bir arada yaşamak açısından örnek bir kasaba olduğunu belirtiyor ve Ortadoğu’nun dört bir köşesindeki bütün kiliselerde ve camilerde dualarla karşılanacak şu sözleri sarf ediyordu: “Bu şekilde düşünmemiz mümkün değil. Biz Müslüman kardeşlerimizin ölülerini defnederiz, onlar da bizim ölülerimizi defneder.” Yüksek Şii İslam Konseyi’nin başkan yardımcısı Şeyh Abdül Emir-Kabalan eylemi ‘barbarlık’ diye niteledi ve ‘hiçbir dinle ve insanlıkla alakası olmadığını ve mantıken kabul edilemez olduğunu’ vurguladı. Lübnanlı Maruni piskoposlar da Bağdat’taki bombalı saldırıyı ‘beyhude bir suç eylemi’ diyerek kınadı.
Batı korku içindeki bu Hıristiyanlara yardım etmekte aciz kalıyor. ‘İnanç temelli’ (Hıristiyan inancı elbette) siyasetçilerin faaliyetleri, Ortadoğu’da yeni bir Hıristiyan trajedisine yol açmış durumda.
Esad açık konuştu
Aklı başında kimse Kaide’nin enerjisini Lübnan’da böyle iğrenç olsa da küçük bir eyleme harcamayacağını düşünecektir. Fakat Lübnan’da ayan beyan Kaide var. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’dan da duyduk bunu. Gerçekten de Esad’ın geçen hafta bu konuda söyledikleri son derece ilginç: Zira Esad’ın Şii Hizbullah ve Şii İran’la ilişkisi, Bin Ladin’in ekibinden hiç hazzetmemesi anlamına geliyor. Esad El Hayat gazetesiyle söyleşisinde şunları söylüyordu: “Kaide’den sanki iyi yapılanmış, bütünlüklü bir örgütmüş gibi söz ediyoruz. Bu doğru değil. Daha ziyade kendisine Kaide adını veren bir düşünce akımı olarak hareket ediyor.
Riyad’a övgü ironik
Bu örgüt yaşananların bir sonucu, sebebi değil. Az gelişmişliğin, kaosun bir sonucu. Siyasi hataların sonucu ve bir tür siyasi yönelim. Bu örgütün her yerde, Suriye’nin yanı sıra, bütün Arap ve İslam ülkelerinde var olduğunu söylemek, yaygın veya popüler olduğu anlamına gelmiyor.”
Ancak Esad’ın kendi rejimini veya güvenlik yasalarıyla devlet onaylı olanlar haricinde her tür siyasi gösteriyi yasaklayan ve bu yüzden çok uzun zamandır Müslümanları siyasi tartışmaları düzenli olarak gittikleri tek kurumda, yani camide yapmaya mecbur bırakan diğer Arap ülkelerinin rejimlerini aklaması mümkün değil. Ve elbette, bu haftanın muazzam ironisi, lordlarımızın ve efendilerimizin Suudi Arabistan’daki Vahhabi rejimini yardımlarından dolayı (uçaklardaki bombalı paketler konusunda Batı’yı uyarmışlardı zira) öve öve bitirememesiydi. Halbuki Bin Ladin’i ve emrindekileri yıllar boyu besleyip büyüten o Suudi Arabistan’ın ta kendisiydi.
Aynı bildik hikâye
Ortadoğu’nun diktatörleri de halklarını korkutmayı pek sever. Mısırlı yoksullar muktedir seçkinlerden tiksiniyor, fakat seçkinler Kahire’de İslami devrimler olmamasını garantiye alma derdinde. Ve Batı da aynı şeyi istiyor: Aman Kahire, Libya, Cezayir, Suriye veya Suudi Arabistan’da (kalanını siz ekleyin) İslami devrimler olmasın. Aciliyet taşıyan mesele şu: Kaide Batı’nın olduğu kadar bu rejimlerin de altını oymaya çalışıyor. Ve bu yüzden, ülkenin Hıristiyanları ve Şiileri üzerinden Irak’a yükleniyor.
Ve biz de Pakistan’da insansız savaş uçağı saldırıları düzenlemeye, Afganistan’da masumlara bomba yağdırmaya, Arap dünyasındaki işkenceci rejimleri hoşgörmeye ve İsrail’in Filistinlilerden daha fazla toprak çalmasına göz yummaya devam ediyoruz. Korkarım ki aynı eski hikâyeyle karşı karşıyayız. Barışı ‘dünya terörü’ne karşı istihbarat savaşları değil, adalet getirecek. Fakat liderlerimiz bunu yine kabul etmeyecek. (6 Kasım 2010)
Kaynak: Radikal