İsrail’i ziyaret edip Haaretz için ‘İsrail Üzerindeki Gölge’ başlıklı yazıyı yazdıktan sonra, birçok insan bana ‘pozisyonumun’ ne olduğunu sordu. Pozisyonlar olaylar geliştikçe değişir, fakat benim ‘pozisyonum’ şu: Herkes için en iyi sonucu diliyorum. Peki ne gibi bir sonuç bu ve alternatifler ne?
Kafanızda kendi halinde bir kahin canlandırın. Muhtemelen bugün astrologluk yapıyor olurdu. İsrail ve Filistin’e bakar, yıldızlarına danışır, bir çıkış yolu görmeye çalışırdı. Fakat gelecek asla tek değildir, çok sayıda değişken vardır. Bu yüzden de kahinimiz çok sayıda gelecek görürdü.
İlk iki senaryo da felaket
İlk gelecekte İsrail yok: Savaşta yok edilmiş ve bütün İsrailliler öldürülmüş. (Muhtemel değil, fakat imkânsız da değil.) İkincisinde Filistin yok: İsrail’le birleşmiş ve Filistinliler ya katledilmiş ya da sınırların dışına sürülmüş. İsrail tecrit edilmiş: Uluslararası kamuoyu öfkeli, boykotlar başarılı olmuş, ABD’nin mali yardımı sona ermiş; Irak ve Afgan savaşlarının yol açtığı borçla zayıflayan, maden zenginliği ve petrol vaadiyle ayartılan ABD İsrail’e mesafe koymuş ve Müslüman dünyayla ittifak yapacak noktaya gelmiş. İsrail Kuzey Kore veya Birmanya gibi bir asker devleti olmuş ve sivil haklar da uygun biçimde budanmış. Ilımlı İsrailliler göç etmiş ve sürgünde, heba edilen fırsatlara ve yıkılan hayallere yazıklanarak geçen bir hayat yaşamaya başlamış.
Üçüncü gelecekte tek bir ülke var, fakat sonucu iç savaş olmuş, çünkü artan nüfus ortak bir bayrak, ortak bir tarih, ortak bir hukuk ya da ortak ulusal anma günleri (zira biri için ‘zafer’ olan gün, diğeri için ‘felaket’) üzerinde uzlaşamamış. Dördüncüsünde tek devlet çözümü daha iyi sonuç vermiş: Her bireyin oy hakkı olduğu, herkesin eşit haklardan faydalandığı bir demokrasi. (Yakın gelecekte muhtemel değil, fakat uzun vadede imkânsız değil.)
Beşinci gelecekte, ne Filistin ne de İsrail var: Atom bombaları insani yaşam alanlarını yok etmiş. Altıncıda iklim değişikliği bölgeyi susuz bir çöle çevirmiş.
Fakat başka bir gelecek de var: Yedinci gelecek. Bu gelecekte ‘İsrail’ ve ‘Filistin’ diye iki devlet var. İkisi de gelişiyor ve ikisi de, bölgenin bütününü etkileyen meselelerle iştigal eden bögesel bir konseyin üyesi. İki canlı devlet arasında uyumlu bir ticaret akışı var, ortak kalkınma girişimleri oluşturulmuş, know-how paylaşılıyor ve Kuzey İrlanda’da olduğu gibi, barış meyvelerini veriyor.
Kuşkusuz bu arzu edilir gelecek, diye düşünüyor kahin; peki buna nasıl ulaşılabilir? Kahinimiz zamanda yolculuk becerisine sahip olduğu için yedinci gelecekten öncesine sıçrıyor ve oraya varana kadar atılmış adımlara bakıyor.
İtici güç İsrail’den gelmiş. İsrailli liderler havanın döndüğünü görmüş: Artık
eski ezici güç ve işgal topraklarına el koyma politikasının aleyhinde esiyormuş. Bu değişime yol açan neymiş? Yıkıcı Dökme Kurşun harekâtına uluslararası tepki mi? Filo eylemcilerinin öldürülmesi mi? ABD ve Avrupa’nın bir araya getiren boykot faaliyetleri mi? J-Street gibi örgütlerin lobi faaliyetleri mi? 2010 Dünya Siyonist Kongresi’nin yerleşimlerin dondurulmasına ve iki devletli çözümün desteklenmesine arka çıkan kararı mı?
Hangi nedenle olursa olsun, İsrail kendi hikâyesinin kontrolünü kaybetmiş. Akıl almaz zorluklara karşı cesurca mücadele eden küçük ülke hikâyesinin başrolünde artık Filistinliler varmış. ‘İsrail’e bir ağaç dik’ mantrası artık muteber değilmiş, zira Filistinlilerin zeytin ağaçlarını yıkan buldozerlerin görüntüsünü hatırlatır olmuş. İsrail’in, imajını tepeden tırnağa değiştirmeksizin mevcut rotasında ilerlemesi mümkün değilmiş. Liderlik işaretleri doğru okumuş ve barışçı çözüm ilelebet ulaşılmaz hale gelmeden harekete geçmeye karar vermiş. Liderlerin halklarına uçurumun eşiğine değil, daha iyi bir geleceğe doğru rehberlik etmesi gerektiğini düşünüyorlarmış.
İlk olarak Golan Tepeleri, uluslararası gözetim altında askerden arındırılmış bir bölge oluşturan bir anlaşma uyarınca Suriye’ye geri verilmiş. Oradaki az sayıda İsrailli’ye isterlerse kalma izni verilmiş, ancak artık vergilerini Suriye’ye ödeyeceklermiş. Ardından, artık dost olan Suriye’nin yardımıyla, Hamas görüşmelere davet edilmiş. Kuzey İrlanda’yı akıllarından çıkarmayan liderler, sonra müzakere edilmek üzere önşart öne süremeyeceklerini anlamışlar, bu yüzden İsrail’in Yahudi bir devlet olarak önceden tanınmasını talep etmemişler. Hamas, birçoklarını şaşırtarak daveti kabul etmiş, zira kaybedecek bir şeyi yokmuş. Hamas’la Fetih arasında barış yapılmış ve Filistin tek bir heyet halinde temsil edilebilmiş.
Amerikalı yerliler yardım etmiş
Müzakereler karmaşıkmış, fakat insanlar sinirlerine hâkim olmak için elinden geleni yapmış. Kuzey Amerika Yerli Halkları’na mensup bazı müzakereciler akıl hocalığı için davet edilmiş, zira tecrübeye ve sabra sahipmiş bu insanlar; ve (Güney Afrika’yı hatırlayarak) bağırıp çağırmanın sonuç vermeyeceğini iyi biliyorlarmış. Uçaktan iner inmez, bölgeyi birikmiş korkulardan, nefretlerden ve umutsuzluktan temizleyip olumlu duyguları teşvik etmek için bilgelikle çalışmaya başlamışlar.
Anlaşma beklenenden kısa sürede sağlanmış, taraflar ciddi olduğunda yaşandığı gibi. Ardından her iki ülkedeki insanlara, fiziksel ve ahlaki felaketler getiren işgal sona ermiş ve Filistin’in bağımsızlığı ilan edilmiş. Karşılıklı bir savunma paktı imzalanmış, bunu ticaret ve kalkınma paktı izlemiş. İsrail kuruluşunu uluslararası hukuka, aynı hukuku ihlal etmeden dayandıramayacağını idrak ettiği için, 1967 sınırlarına dönülmüş, birkaç toprak takası yapılmış sadece. Kudüs uluslararası şehir ilan edilmiş, hem İsrail hem Filistin parlamento binaları Kudüs’teymiş artık. Gazze koridorlarla Batı Şeria’ya bağlanmış; limanlar açılmış. Oluk oluk yardım akmaya başlamış ve tam istihdam sağlanmış. Su kaynakları ıslah edilmiş, adil kullanım anlaşmaları imzalanmış ve tuzdan arıtma süreciyle daha fazla su elde edilir olmuş.
Yerleşim kirası geçim kaynağı
Peki ya yerleşimler? Yerli Halklar danışmanları kendilerinden bazı örnekler vermişler: Yerleşimciler, kira yoluyla, isterlerse Filistin’de kalabilecekmiş. Yerleşimcilerin ödediği kira ve vergi, Filistin için gelir kaynağı haline gelmiş ve yerleşimcilerin ürünleri artık boykot edilmediğinden, onların da refahı artmış. Barış hükmünü ilan etmiş. Savaşlarda ölenlerin anıldığı ortak bir Anma Günü bile varmış.
Yedinci gelecek yakın (yıldızlar öyle söylüyor), fakat kahin birçoklarının statükoyu tercih ettiğini biliyor: Çatışma kârlı olduğu kadar avantajlı da. Ne var ki değişim genellikle ansızın geliyor. Bu tür dönüşümlerde ne kadar kan akacağı liderliğin maharetine ve bilgeliğine bağlı.
Böyle bir bilgeliği nasıl teşvik edebiliriz? Bir kahinin geleneksel görevi alternatifleri ortaya koymaktır. Kahinler (dalkavuklardan farklı olarak) muktedirlere duymayı istediklerini değil, duyması gerekenleri söyler. (İsrail gazetesi, Kanadalı şair ve yazar, 16 Ağustos 2010)
Kaynak: Radikal