Türkiye'nin yıllarca uzak tutulduğu Ortadoğu'da haritaların yeniden çizileceği bir sürece girildiğinin işaretleri iyice belirginleşti. Suriye'de başlayıp Irak'ı da içine alan iç savaş hali ile ortaya çıkan şey; sınırların ne kadar yapay ve coğrafya, insan, kültür faktöründen uzak oluşunun fark edilmesinden ibarettir. Eğer süreç haritaların yeniden çizilmesine doğru gidecekse bu durum yeterli bir gerekçe oluşturacaktır.
Osmanlı'nın tasfiyesiyle belirlenen haritanın yeniden çizilmesi, yüzyıl geriye giderek işin başına, yani 'nerde yanlış yapıldığı' sorusuna dönüleceği anlamına gelmiyor. Ne yazık ki daha büyük yanlışlara gebe olma ihtimali büyük.
Osmanlı sonrası Ortadoğu'da iki büyük travma yaşandı. Bunlardan biri Araplarla Türkleri bir arada tutan ortak değerlere rağmen araya husumetin girmesidir. İkincisi sembolik düzeyde bile olsa hilafetin kaldırılarak Türkiye'nin İslam aleminden kopması ve resmi olarak başka bir medeniyete dahil olması...
Osmanlı'nın son dönemlerinde çıkan İslamcılık hem merkezi tahkim etme hem Müslümanları kucaklama, diğer taraftan da Batı medeniyetine bir cevap geliştirme çabası idi. Ortadoğu'nun yeniden dizayn edilmesi ile İslamcılığın İslami birlik iddiasının modern çağda geçerliliğinin kalmadığı, dönemin milliyetçilik çağı olduğu tezi işlendi. Madem İslam ittihadı idealinin pratik karşılığı kalmamış, Osmanlı'nın parçalanmasını engelleyememişti bu durumda milliyetçilik modern dünyanın ideolojisi olarak Arapları ve diğer etnik grupları kurtarmaya yetecekti.
Osmanlı sonrası tecrübe şunu gösterdi ki: milliyetçilik Arapları birleştiren bir ideoloji olmaktan çok parçalayan, çatıştıran bir siyasal akımdı. Arap milliyetçiliğinin kurucu ideologlarının arasında Hristiyan Araplar olması bu durumu değiştirmiyor. Araplar arası din farkına rağmen birleşmeleri bir yana bu modern pagan ideoloji onları, birbiri ile rekabetten öte çatıştıran bir işlev gördü. Baas Partisinin Irak ve Suriye kolları, Nasırizmin Yemen'den Suriye'ye uzanan maceraları, hem siyasi anlamda hem de toplumsal olarak Ortadoğu'yu daha da parçalı hale getirdi.
Yaşadığımız süreç bu hızla devam ettiğinde Ortadoğu'da yeni parçalanmaların, çatışmaların kapısı aralanacak demektir. Milliyetçiliğin, özelde de Arap milliyetçiliğinin birleştirici değil parçalayıcı olduğunun, çizilen haritaların yapay ve iç dinamiklerden çok emperyal projeleri karşılamak için çizildiğinin anlaşıldığı bir süreçte elde edilebilecek kazanımların nasıl ters yüz edilebileceğinin kanlı örnekleri sergileniyor. Emperyal projelerin darmadağınık ettiği tarihi tecrübeyi Araplara, Türklere, Kürtlere bir kazanıma dönüştürmenin önüne yeni tehlikeli engeller çıkıyor.
Ders kitaplarında Arapların bize ihaneti masalı ile büyümüş, Arapları da Osmanlının kendilerini sömürdüğü yalanını anlatarak büyütmüş nesiller olarak önümüzdeki tehlikenin ne olduğunu yeniden tespit etmekte yarar var.
Türklerle Araplar arasındaki ayrışmanın tam kapanacağı bir ortamda bunu tersine çevirecek bir tuzağın içine çekiliyoruz. Bu tuzağa bizzat Batılıların hegemonik niyetleri, Arap devletçiklerinin iktidar hırsları ve Türklerin de fazlaca heveskar öngörüsüzlükleri, İran'ın stratejik çıkar taasubu neden olmaktadır.
Arap coğrafyasında derin ayrışma yaşanıyor. Bu ayrışma sadece siyasal olarak devlet/çikler arası rekabet ve siyasi nüfuz mücadelesi ile sınırlı değil.
Her ulusdevlet içinde yeni ayrışmalar, Araplar arası iç savaş kanlı bir şekilde alevlendirilmek isteniyor. Suriye'de, Irak'ta yaşananlar Arap'ın Arap'la savaşına dönüştü. Mısır gibi devlet geleneği olan büyük bir ülke kendi içinde adeta ikiye bölünerek siyasal elitlerle dışlanan İslamcı kitle arasında bir çatışmaya sahne.
Bu sürecin en kritik coğrafyasından biri olarak Irak'ta Arap-Kürt ayrışmasının alacağı şekil bölgenin geleceğini belirleyecek düzeydedir. Kürtlerin Ortadoğu'nun geleceğini belirleyecek yeni ve önemli bir aktör olarak devreye girecekleri ortaya çıkmıştır. Önemli olan Kürtlerin bu bölgenin yerli unsuru olarak, doğal dinamiklere dayanarak rol alıp almayacaklarıdır. Arap-Kürt ve Kürt-Türk çatışması hem İslamcılığın tezlerine karşı geliştirilen milliyetçiliğin hem de seküler milliyetçi devletçiklerin ortaya çıkardığı bir sorundur.
Sadece Araplarla Arapların, Kürtlerle Arapların savaşıyla sınırlı olmayan yeni çatışma potansiyeli mezhep eksenli gerilimdir. Amerikan işgaliyle Irak'ta baş gösteren, Suriye'deki iç savaşta uluslararası boyut kazanarak tetiklenen mezhep eksenli bölünmenin sıcak çatışmaya dönüşmesi yüzyıl öncesinin de tecrübe edilmeyen yeni bir parçalanma halidir.
Birleştiricilikten çok siyasal rekabetle çatışma kaynağı olan milliyetçilik sekter karakter kazanarak aynı ulusdevlet ve aynı etnik yapı içinde yeni bölünmelere yol açmaktadır. Bu coğrafyanın tabiatında, tarihi tecrübesinde olmayan iki hastalık nüksetmiş bulunuyor: Etnik ve sekter çatışma.
Irak'ta şimdiden etnik ve mezhep temelli parçalamanın tohumları atılmıştır. Kürt-Arap ve Araplar içinde de Sünni-Şii ayrışması tüm kanlı yüzüyle ortaya çıktı.
Etnik ve sekter çatışmanın aynı zamanda uluslararası bir gerilimi, hatta çatışmayı doğurma tehlikesi son derece yüksektir. İran, Türkiye ve Suriye ekseninde bakıldığında hem etnik hem mezhep eksenli ayrışma bölgeyi ciddi biçimde tehdit etmektedir. Bir yanda Şiilik tehlikesi propagandası ile kitleler harekete geçirilirken diğer tarafta Sünnilere karşı acımasız bir iktidar savaşı ateşlenmiş bulunuyor.
Tüm bunlar olup biterken 'sentetik Sünnilik' olarak tanımlanabilecek silahlı grupların hem İslamcılığın iddialarını tersyüz eden hem de modern ideolojilere karşı bir teklif olma imkanını yok eden bağnaz şiddetleri daha vahim sonuçlara gebe görünüyor. İdeolojilerin bittiği bir dönemde İslam'ın kurtarıcı soluğunu üfleyecek, teklif sunacak bir dil yerine parçalayan, bölen, nefret ettiren, kan ve şiddete dayalı bir din anlayışıyla farklılıkları katleden bir hareketin gündeme oturtulması düşündürücüdür.
Küresel hegemonyanın bölgeyi eskisi gibi kontrol etmek kapasitesinin zayıfladığı bir süreçte en büyük kozunu oynayarak bölgenin tarihine, kültürüne sentetik bir aşı yaparak dokusu bozulmak istenmektedir. <<<DEVAMI>>>