Ortadoğu'daki liderler neden Obama yerine Putin'i muhatap alıyor

Dünya Bülteni/ Haber Merkezi

ABD'nin Orta Doğu'daki askerî kapasitesi Rusya'dan daha büyük. 35,000 Amerikan askeri ve yüzlerce savaş uçağına mukabil Rusların kabaca 2,000 askeri ve belki de 50 uçağı bölgede mevcut. Lakin bölgedeki devletlerin liderleri bugünlerde Moskova'ya gidip Vladimir Putin'i ziyaret ediyor. Washington'a gitmekte ise bir aceleleri yok.

İki hafta önce [Yazının yayınlandığı tarih itibariyle Nisan 2016] İsrail başbakanı Binyamin Netanyahu Putin'le görüşmek için, geçtiğimiz sonbahardan sonra Rusya'ya ikinci seyahatini yaptı. Suudi Arabistan kralı Selman da yakınlarda bir seyahat yapacak. Mısır cumhurbaşkanı ve diğer Orta Doğu liderleri de Putin'le görüşmek için Rusya'ya seyahat ettiler. 

Bu neden oluyor ve neden bölgeye yaptığım ziyaretlerde Arapların ve İsraillilerin Başkan Barack Obama'ya inanmayı bıraktıklarını duyuyorum? Çünkü idrak salt güçten daha fazla ehem arz ediyor: Ruslar bölgedeki güç dengesine etki etmek için daha istekli olarak algılanıyor, biz ise öyle algılanmıyoruz.

Putin'in Suriye'ye askerî müdahale kararı Beşar Esad'ın pozisyonunu sağlamlaştırdı. Üstelik Kırım'ın ilhakı ve Ukrayna'daki savaşı maniple etmesiyle Rusya'nın maruz kaldığı tecrit de dramatik şekilde azaldı. Ayrıca Putin'in dünya görüşü de Obama'yla tamamen zıtlaşıyor. Obama, güvenliğimiz ve ülkemiz doğrudan tehdide uğradığı takdirde güç kullanımından yana... Onun zihniyeti teröristlere karşı önleyici adımları ve daha ziyade DEAŞ'la savaşmayı savunuyor. Fakat bu tavır Amerikan çıkarlarını ve onları korumak maksatlı güç kullanımını çok dar bir çerçeve hapsediyor. Bu zihniyeti, başkanın Irak ve Afganistan tecrübelerinden ders aldığını gösteriyor. Bir de savaşın insanî bir felakete ve mülteci krizine sebep olduğu, Avrupa Birliği'nin temellerini sarstığı ve DEAŞ'ın yükselişine imkan sağladığı bir ortamda Obama'nın Suriye meselesinde isteksiz davranmasını da açıklamış oluyor. Ve Obama'nın neden Putin'in Suriye'deki askerî müdahalesinden kazançlı çıkamayacağı -haliyle kaybetmekte olduğu- düşüncesinde olduğunu da hakeza açıklamış oluyor.

Fakat öyle görünüyor ki Putin'in güç kullanım görüşünün istisna değil, mevcut norm olarak Orta Doğu'da yürürlükte olduğu. Ve bu müttefiklerimiz ve düşmanlarımız için de geçerli. Suudiler Yemen'de fazlaca inisiyatif aldılar, çünkü ABD'nin İran'ın bölgedeki yayılmacılığına mani olmayacağından korktular ve "kendi çizgimizi kendimiz çizeriz" dediler.

İran ise nükleer anlaşmasından sonra bölgede çok daha saldırgan bir hale geldi: Devrim Muhafızlarına katılan düzenli birliklerini Suriye'de konuşlandırdı, Şii milisler silahlandırdı, Bahreyn'e ve Suudi Arabistan'ın doğusuna gizlice silah ikmali yaptı ve balistik füze denemeleri yaptı.

Rusya'nın mevcudiyeti de bize pek yardım etmedi. Rus askerî müdahalesi Suriye'de rüzgarı tersine çevirdi ve Obama'nın fikirlerinin aksine, Rusları, kayda değer bir bedel ödemeksizin, daha güçlü bir pozisyona yerleştirdi. Suriye'ye müdahale ettikleri için cezalandırılmaları şöyle dursun, Obama bizzat kendisi Vladimir Putin'e sesleniyor ve Esad'a baskı yapması için yardımını istiyor; böylece avantajı elinde tutanı da tanımış oluyor. Orta Şark liderleri de bu vakıayı tanıyorlar ve menfaatlerini korumak istiyorlarsa Ruslarla konuşmak gerektiğinin farkındalar. Şüphesiz dünyanın geri kalanı da gücün tabiatını (the nature of power) Obama gibi tanımlasa daha iyi olurdu. Yine tüm dünyada Putin kaybeden olarak görülse daha iyi olurdu. Ama kaybetmiyor.

Bu, bizim zayıf, Rusya'nın ise güçlü olduğu manasına gelmiyor. Objektif bakıldığında Rusya iktisaden geriliyor ve düşük petrol fiyatları artan malî sorunları artırıyor. Bu detaylar, Putin'in ülkesinin dünya sahnesindeki rolünü pekiştirme ve Orta Doğu'da cebire başvurma arzusunu bir nebze izah edebilir. Velakin Obama'nın Suudi Arabistan'a gerçekleştirdiği son ziyaret Amerikan güçsüzlüğü idrakini ve bölgedeki güç dengesine tesir etme isteksizliğimizi değiştirmedi.

Körfez Arap ülkeleri DEAŞ'tan daha ziyade İran'ın artan varlığından korkuyorlar ve ABD'nin, İran'ın bölgede hakimiyet tesis etme arayışına razı geleceğinden de eminler. Obama'nın Körfez İşbirliği Konseyi zirvesindeki toplantısından hemen sonra, Suudi liderlere yakınlığıyla bilinen Abdurrahman el-Raşid şunu yazdı: "Washington hem İran'ın bölgedeki ülkeleri tehdit etmesine müsaade edip hem de bundan zarar gören ülkelerden bunu sineye çekmesini bekleyemez."

Bölgeye yaptığım ziyaretlerde duyduğum kadarıyla Araplar ve İsrailliler müstakbel ABD yönetimine bel bağlamışlar. Rusların istikrar getirecek kudrette olmadığını biliyorlar ve bu rolü ABD'nin oynamasını bekliyorlar. İşin garip yanı Obama ülkesinin bölgede güç kullanmasına dair gönülsüzlüğünü ifade etmişken, yine bölgedeki birçok eski müttefikimiz farkına vardı ki bizzat kendileri elini taşın altına koymak zorunda kalabilirler.

Ters tepecek yollara başvurmadıkları müddetçe bu ille de kötü bir şey değil. Mesela Suudiler bizim İran kaynaklı tehditlere karşı koymadaki istekliliğimizden emin olsalardı yine de Yemen'deki savaşa girerler miydi — beklendiği gibi kazanması çok zor ve ağır bedelleri olan bir savaş? Obama bölgedeki tarafların DEAŞ'la savaşta daha büyük bir rol oynaması gerektiğine inanmakta haklıydı. Öyle yapacaklarına ise onların gördüğü daha büyük tehdidi bizim göremeyişimiz ve güvenilirliğimize olan kuşkularına rağmen inanmakla ise maalesef hata etti.

Elbette Amerika'ya olan itimatlarını sorguladıkları sürece kendilerini kısıtlı olarak öne atacaklar — DEAŞ'la savaş olsun, Rusya'nın isteklerine kulaklarını tıkamak olsun yahut Filistin'in İsrail ile uzlaşmasında vereceği tavizlerde daha mühim bir sorumluluk üstlenmek olsun. Daha fazla riske girmek ve daha fazla sorumluluk üstlenmek için Amerika'nın sözünün eri olduğunu, deklare edilen ama yerine getirilmeyen "kırmızı çizgilere" artık yer olmadığını, onların gördüğü tehditleri bizim de görmemizi, ABD yönetiminin güç tatbik etmenin bölgenin manzarasını etkilediğini idrak ettiğini ve bunu tekrar tatbik etmekten çekinmediğini bilmek ve görmek isteyeceklerdir.

Bu intibaı vermek için birkaç adım yardımcı olacaktır:

* Müşterek Kapsamlı Hareket Planı'na (Joint Comprehensive Plan of Action) riayet etmezse ve nükleer silaha sahip olmayacakları şeklindeki taahhütlerini yerine getirmemelerine ihtimaline karşı İran'ı açık ve sert bir dille, cebir kullanmaktan çekinilmeyeceği yönünde uyarma politikamızı sertleştirmek;

* Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi ülkeleri ve İsrail ile İran'ın giderek artan şekilde Şii milisleri silahlandırıp bölgedeki rejimleri zayıflatmak maksatlı kullanmasına karşı spesifik opsiyonlar belirlemek gayesiyle bir acil durum planlaması yapmak. (Arap ve İsrailli askerî planlamacılarla gizli bir toplantıya ev sahipliği yapmak müşterek tehdit algısını, yeni stratejik realiteleri ve hem radikal Şii hem de radikal Sünni tehditlere karşı koymak araçlarını tanıdığımızı gösterecektir.)

* Irak'taki Sünni aşiretleri silahlandırmaya hazırlanmak (Irak başbakanı Haydar el-İbadi'ye İranlılar ve önde gelen milisler tarafından bu konuda engel çıkartılırsa)

* Eğer Ruslar Esad'a arka çıkmaya devam eder ve onu Viyana esaslarını kabul etmeye zorlamazsa (ateşkes, insanî koridor açma, pazarlıklar ve siyasî bir geçiş/değişim), bize müttefiklerimizle birlikte uçuşa yasak güvenli bölgeler kurmaktan başka seçenek bırakmamış olacaklar.
Putin ve Orta Doğu liderleri cebire başvurmanın mantığını anlıyorlar. Güce yeniden başvurma sırası bizde.

Kaynak: politico.com
Dünya Bülteni için çeviren: Mustafa Doğan