Ortadoğu'da İngilizler devreye girerse

Ortadoğu'da İngilizler devreye girerse

ABD başkanlık seçimleri, 'iki dönem' geleneğini bu kez de bozmadı. Obama yeniden 'kıl payı' seçilirken, dünyaya pek de parlak vaatlerde bulunamıyor. İlk seçildiğinde geleceğinden ödünç aldığı vaatleri kullandığı için bu kere derisinin renginden başka bir farklılık sunmuyor. Obama'nın renginin Amerikan sistemini aklamaya yetmediğini ilk dönemi göstermişti.

Küresel bir imparatorluk olsa bile Amerika'da her şeyin hesaplanıp planlandığı, iktidara kim gelirse gelsin hiç farklılık olmayacağı anlamı çıkarılamaz. Ancak özellikle Ortadoğu konusunda Obama'nın rengi, dini, kökeni üzerinde o kadar masumlaştırıcı ve romantizme varan beklenti oluşturulmuştu ki, neredeyse sistemin tümüyle değişeceği beklentisi en muhalif kesimlerde bile oluşmuştu. Şu hususu belirtmekte yarar var; Amerika her şeyden önce pragmatizmin belirlediği bir yapıdır. İslam topraklarıyla siyasal anlamda tarihsel bir hesaplaşmaya girmemesi, hegemonik bir güç olarak bu coğrafyada geçmişinin yarım yüzyılı ancak bulduğu hatırlanacak olursa pragmatizmi daha kolay açıklanabilir.

Ortadoğu'da Birinci Dünya Savaşı sonrasında, yani Osmanlı'nın tasfiye edilmesinden sonra, oluşan yapı büyük ölçüde İngiliz sömürge vizyonunun ve emellerinin sonucudur. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası paylaşımda İngilizlerin bıraktığı boşluğu devralan Amerika'nın bölgeye yönelik stratejilerinin belirlenmesinde pragmatizmin etkileri çok bariz biçimde bellidir. Bölgeye yeni gelmiş olmasından dolayı tarihsel arka plandan mahrumsa da, toplumlara hareket serbestisi vererek Avrupalıların sırtında kambura dönüşmüş olan bölgede birikmiş tarihsel öfkelerden, yaklaşımlardan görece uzak olsa da İngiliz hariciyesinin kılavuzluğuna ihtiyaç duyduğu da başka bir gerçektir. 50'li yıllarda yaşanan bir-iki nüfuz çatışmasının dışında bu ikili ilişki devam etti.

Amerika'nın –özellikle- Ortadoğu politikalarında İngiliz etkisinin hala devam etmesinin, en azından işbirliği, danışmanlık düzeyinde belli bir etkiye sahip olmasının sebebini; bu iki ülke arasında kültürel ve siyasal yakınlığın olması kadar bölgenin şifrelerinin İngilizler tarafından kurulmuş olmasında ve bölgedeki İngiliz etkinliğinin de hala devam ediyor olmasında aramak gerekir.

İngilizlerle Amerikalılar arasındaki bu özel ilişki, Ortadoğu politikalarının arkaplanında bir tür İngiliz bakış açısının ortaya çıkmasıyla hep kendini gösterdi. Az-çok siyasi tarihle ilgilenen herkesin yapabileceği bu tespiti Obama'nın yeniden seçilmesi vesilesiyle tekrarlamamın nedeni, Suriye konusunda Amerika'nın son çıkışından sonra İngilizlerin birden devreye girişinin muhtemel sonuçlarına dikkat çekmek için.

Amerikan seçimleri arifesinde yaptığı çıkışla Clinton, yeni döneme giriyor oluşun rahatlığı ile muhalefet ve Esad rejimi ilişkisinde yeni bir aşama teşkil edecek şekilde müdahil olunacağının işaretini verdi. Bu müdahalenin akan kanı durduracağını, Suriye halkının gerçek anlamda kurtuluşunu getireceğini beklemek fazlaca abartılı olur.

Clinton'ın açıklamasının ardından Doha'da başlayan toplantı henüz sonuçlanmadı. Muhtemelen siyasal yapının temsilcileri ve silahlı mücadele veren unsurlar arasında İslamcı kimliği ile bilinenlerin daha geriye çekilmesine, Suriye yönetimine dolaylı olarak destek veren Rusya ile bir uzlaşmaya hazır hale getirilecek bir yapı oluşturulacağına kesin gözüyle bakılıyor.

Körfez ülkelerinin, mali katkılarının yanı sıra, azınlık olmakla beraber, Batı'da Suriye muhalefeti üzerinde baskıyı meşrulaştırıcı işlev gören savaşçı unsurları ihraç etmesine rağmen muhaliflerin savaşın seyrini belirleyecek silah ve organizasyondan özellikle mahrum tutuldukları çok aşikar. İngiliz dışişleri bakanı yaptığı açıklamada, Suriye muhalefetiyle ve özellikle silahlı gruplarla doğrudan temasa geçeceklerini açıkladı. Bir yanda İngiliz başbakanı bölgede boy gösterip mültecilere yardım vaat ederken ve insancıl kaygıları dile getirip bir kaç milyon pound düzeyinde yardımla etkinliğini göstermeye çalışırken diğer tarafta dışişleri bakanı ABD ile tam bir koordinasyon içinde muhaliflerle görüşme zemini hazırlıyor.

İngiliz dışişleri Suriye içinde sivil inisiyatifi, silahsız muhalefeti, gelecekte siyasete şekil verecek toplumsal katmanları eğitme işini üstüne almış görünüyor. Buna paralel olarak silahlı grupları yakından tanıması, özellikle asker kökenli liderleri öne çıkaracak bir operasyona girişmesi tesadüf ve kendiliğinden değil.

İngilizlerin sahip olduğu şifreler, bölgenin siyasal ve kültürel kodlarını çözmeye yetecek mi belli değil ama Amerika'nın etkin ve belirleyici olmak istediği yeni dönemde muhalefeti dizayn sürecinde Türkiye'nin etkisinin ne ölçüde olacağı sorusu da önemli. Türkiye'nin bu süreçte izlediği politikaları eleştirmek, desteklemek ayrı bir konu olmakla beraber İngiliz destekli Amerikan projelerinin bölgede neye hizmet edeceğini düşünmek, ona göre hazırlıklı olmak daha önemli.
Osmanlı sonrası kurulan dengeleri Amerika yine İngilizlerle beraber yeniden şekillendirirken belli ki çok altüstler yaşayacağız. Irak'ı fiilen parçalayan, Bağdat'ı utanç duvarı ile bölen bu işbirliği; Şam'ı, Halep'i harabeye çeviren iç savaştan yeni, hegemonik bir harita çıkarmayı hedefliyor.

Bagdat'a, Şam'a sahip çıkamayan, işgal edilmiş, yetim kalmış Kudüs'üyle bu coğrafyanın insanına, kurtarıcı projelerle gelenlerin tarihte olduğu kadar bugün de bölgedeki kaosun en büyük sorumlusu oldukları fark edilmezse iş işten geçmiş olacak. Daha mozaikleşmiş coğrafyalar, parçalanmış siyasetler, parçalanmış medeniyet aidiyetleriyle hesaplaşmak zorunda kalacağız. O zaman da kimin haklı kimin haksız olduğunu tespit etmek için çok geç olacak belki de. DEVAMI>>>