İsrail-Filistin konusunda o kadar kötümser hale gelmişim ki, İsrail'in sertlik yanlısı Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman'la bile aynı fikirde buluyorum kendimi: "Kim birkaç yıl içinde ihtilafı sona erdiren bir anlaşmaya varılabil-eceğini söylüyorsa, durumu hiç anlamıyor ve yanılsamalar yayıyor demektir."
ABD Başkanı Barack Obama'nın ilk aylarından çıkan ders bu. Başkan yerleşimler konusunda İsrail'e karşı çıkarak, Filistinlilere müzakereleri sürdürmeleri için tatlı dil dökerek ve Müslüman dünyaya elini uzatarak barış görüşmelerini canlandırmaya çalıştı. Başarısız olan bu girişim, Obama'nın sevilmediği İsrail'de insanları uzaklaştırdı ve Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas'ı istifanın eşiğine getirdi.
Tekrar düşünmenin vaktidir.
Yerleşim politikasını kırmak zor
Yanlış giden neydi? Taktik hatalar yapıldı, sözgelimi acemi davranan ABD, İsrail'in yerleşimleri durdurması yerine 'dizginlemesini' kabul etmek konusunda kararsızlık sergiledi. Fakat daha derin hata stratejikti: Obama'nın eski başkan Bill Clinton'ın 2000'de bıraktığı yerden devam edebileceği ve iki devletli çözüm merkezinde toprak karşılığı barış fikrini yürütebileceği sanısı hatalıydı.
Bu yaklaşım son 10 yılda açılan şu derin yaraları görmezden geliyordu: 2000-2006 arasındaki İkinci İntifada'da öldürülen 992 İsrailli ve 3 bin 399 Filistinli; İsrail'in Batı Şeria'nın büyük bölümünü yeniden işgal etmesi; Hamas'ın Gazze'de iktidarı şiddet yoluyla ele geçirmesi ve buna bağlı olarak imhacı ideolojinin dirilmesi; Batı Şeria'daki yerleşimlerin ciddi biçimde yayılması ve İsrail'in 400 kilometrelik bir ayırma duvarı inşa etmesi. Bu duvar İsrail'i intihar bombacılarından korurken, Filistinlilerin hayatlarını paramparça ediyor, topraklarını gasp ediyor ve İsrailli avukat Michael Sfard'ın deyişiyle, "Batı Şeria yerleşim planının ayrılmaz bir parçası haline gelmiş durumda".
Bunlar önemsiz gelişmeler değil. Ortadoğu'nun fiziki görünümünü değiştiriyorlar. Daha önemlisi, temel aktörlerin psikolojilerini dönüştürüyorlar. İsrailliler kendilerini Filistinlilerden duvarla ayırıyor. Doğru düzgün görmedikleri insanlarla bir anlaşma yapmaya hiç olmadığı kadar az merak duyuyorlar.
Ariel yerleşiminin kurucusu Ron Nachman, Rene Backmann'ın 'Filistin'de Bir Duvar' adlı kitabında, Filistinlilerin duvar inşaatının başladığı 2002 ortasından önce gerçekleştirdiği intihar saldırılarının şu anlama geldiğini söylüyor: "İsrailliler ayrılmayı istedi. Araplarla karışmak istemediler. Onları görmek bile istemediler. Bu ırkçılık gibi gelebilir, fakat olay bu." Filistinliler, "Bir karış toprak bile vermeyeceğiz" der. Onları İsrail'in yanı
sıra birbirlerinden ayıracak biçimde örülen duvarın yol açtığı sayısız aşağılanma, bu 'hayır'ı daha da pekiştirdi.
Yüzeyde Obama'nın ilk önce yerleşimleri ele alma kararı yeterince mantıklı.
Filistinlileri en çok öfkelendiren şey, İsrailli yerleşimcilerin akın akın Doğu Kudüs'e ve Batı Şeria'ya gelmesi. Hem Oslo (1993) hem de Yol Haritası (2003) yerleşimlerin durması çağrısı yapıyordu, fakat yerleşimlerin sayısı adım adım 450 binin üzerine çıktı. Başkan Kahire'deki konuşmasında gayet netti: "ABD süregiden İsrail yerleşimlerinin meşruiyetini kabul etmiyor."
Ben de etmiyorum. Fakat gerçekler zorlu - ve Obama o gerçekleri görmezden gelmeye çalışıyor. Yukarıda kısaca özetlenen tarih, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun sağcı hükümetinin 1967'den beri yürürlükte olan yerleşimlerin genişletilmesi politikasından ayrılmayacağını açıkça gösteriyor.
Duvar ilhak aracı
Aksine, Backmann'ın kitabı İsrail'in politikasında tavizsiz bir devamlılık olduğunu ve bu politikanın iki amacı (teröristleri durdurmak ve 'yerleşimleri koruyup gelişmelerini sağlayacak alan açmak') olan duvarla güçlendiğini gösteriyor. Bu nedenle şu anki 400 kilometrelik uzunluğuyla bile duvar (600 kilometrenin üzerine çıkması öngörülüyor) 1967 öncesi sınırdan veya Yeşil Hat'tan daha uzun: Batı Şeria'da, İsrail tarafına büyük yerleşimlerin inşa edileceği bir oyuk açıyor ve toprağın yüzde 12'sini ilhak ediyor.
ABD, yerleşimleri takviye eden duvar inşasına göz yumdu. Yıkılması da, en azından öngörülebilir gelecekte mümkün değil. Barış ve duvarlar bir arada olamıyor. Fakat bir ateşkes ve duvarlar olabilir. Ve gönülsüzce de olsa şu sonuca varıyorum ki, umut edebileceğimizin en iyisi bu.
Nobel'i cebine koyan Obama beklentileri azaltmalı. Barış hakkında konuşmayı bırakmalı. Kelimeyi tedavülden kaldırmalı. Yumuşamadan konuşmaya başlamalı. Lieberman'ın istediği bu; Hamas'ın istediğini söylediği bu; kaçak güreşen Netanyahu'nun kaçamayacağı son nokta bu.
'Kıbrıs kötü değil'
Abbas'ın istediği bu değil, fakat gücü yok. Yorumcu Şlomo Avineri şunu söylüyor: "Şiddetsiz bir statüko tatmin edici olmaktan çok uzak, fakat kötü değil. Kıbrıs kötü değil mesela." Dostum Şlomo'nun barış hayalleri kurduğu zamanları hatırlarım. Son 10 yıl bu hayalleri yıktı, duvarı dikti. Cesur liderler Ortadoğu'yu terk etti. Cesurların barışı yerini, en iyi ihtimalle, vasatların ateşkesine bırakmak zorunda.
En azından İsrail'in intifadayla travmaya uğrayan psikolojisi değişene dek... David Grossman'ın yazdığı şu satırlara katılıyorum: "Onlarca atom bombamız, tankımız ve uçağımız var. Bunların hiçbirine sahip olmayan insanlarla karşı karşıyayız. Ve yine de, zihinlerimizdeki kurban bizleriz. Kendimizi başkalarıyla ilişki içinde görmek konusundaki yeteneksizliğimiz, başlıca zayıflığımız." (17 Kasım 2009)
Kaynak: Radikal