Ortadoğu demokrasisinin aktif yargıçlara ihtiyacı var

Önce Tunus ve Mısır’dı. Ardından Yemen, Bahreyn ve Libya geldi. Şimdi Suriye’de. Nerede duracak? Nasıl sonuçlanacak? Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da halk isyanlarıyla yazılan hikâye, kahramanca mı yoksa trajik mi sonlanacak? Ne olursa olsun, Arap Baharı’nın başarısına yönelik umutlar, sonrasında ne geleceğine dair korkuların burukluğunu taşıyor. Birçokları için en kötü senaryo, teokratik bir devlet kurmak isteyen İslamcıların kontrolü ele alması. İran Devrimi, Ayetullah Humeyni ve din adamlarından oluşan çetesi tarafından gasp edilmişti; bunun tekrarlanabileceğinden endişe ediliyor. 

Humeyni’nin sözü yasaydı
Mısır’da Müslüman Kardeşler, yeni hükümetin şekillenmesinde önemli bir etki yapabilecek konumda. Protestoları başlatan laik gençler kenara itiliyor. Kaddafi rejimine muhalefetin üssü olan Doğu Libya’da, İslamcı köktenciler için verimli bir ortam oluştuğuna dair haberler geliyor.

Tüm bu ülkelerde reformcuların karşı karşıya olduğu zorluk şu: Hem laiklerin hem İslamcıların güvenebileceği bir yönetim sistemi tasarlamak. Bütün vatandaşların desteğini almak için, müstakbel hükümetlerin bütün taraflara adil ve saygıyla davranabildiğini göstermesi gerekiyor.

İyimser olmak içinse sebepler var. Arapların başarılı olma ihtimali, İranlılardan daha yüksek. İran’daki 1979 devriminin yarattığı umutların boşa çıkmasından bu yana dünya, Doğu Avrupa’da başarılı devrimler tecrübe etti ve hukukun üstünlüğünün bu ülkelerde yayıldığına tanık oldu. En önemli husus şu: Avrupalıların İranlılardan farklı olarak yaptığı şey, yöneticilerinin hukukun üstünlüğüne bağlı kalınmasında ısrar etmeleriydi. Komünist rejimlerin keyfi ve ihlalci uygulamalarına geri dönülmemesini garantilemek için temel insan hakları, anayasalarda güvence altına alındı ve yargıçlara bunları uygulayacak yetkiler tanındı. İran’daysa süreç, başka şekilde gelişti. Kuralları ruhani lider Humeyni koydu. Sözü yasaydı.

Son yirmi yılda diktatörlük ve despot yönetimlerinden anayasal demokrasilere yapılan başarılı geçişlerde, yargıçların başrolde olması çarpıcı. Ellerinde temel hakları güvenceye alan anayasalar ve adalet terazisi bulunan bağımsız ve tarafsız yargıçların, hükümetlerin ne zaman çizgiyi aştığını tayin edebileceğine dair yaygın bir kabul var artık.

Gerçekten de 1989’dan bu yana yargı denetimi düşüncesi, küresel çapta iyi yönetimin altın ilkesi haline geldi. Yargı denetimi, şu an 100’den fazla ülkede siyasi hayatın bir parçası. Yargıçlar, seçilmiş yetkililerin kararlarını anayasal haklar çerçevesinde denetlerken, çoğunluğun iradesini bir azınlığın veya dezavantajlı grubun haklarına karşı dengeleme görevini yerine getiriyorlar. Bir davada çatışan çıkarları, terazinin iki kefesine koyuyor ve hangisinin ağır bastığını ölçüyorlar. Gözleri kapalı ve elinde terazi tutan ‘Justicia’ imajı, tarafların veya meselenin ne olduğunun önemli olmadığı anlamına geliyor. 

Vicdani rol üstlenenler
Önyargılarının verdikleri kararları etkilememesini sağlamak için yargıçlar, orantılılık ilkesine dayanıyor. Orantılılık, bir ölçü ve hoşgörü standardı ortaya koyuyor. Bu ilkenin dayandığı temel düşünce şu: Her ihtilaf, belli bir davayı kaybeden taraftaki kişi veya grubun alacağı yükleri asgariye indirecek biçimde çözülmeli.

Sözgelimi ifade özgürlüğü gibi bir meselede mutlaklık yoktur. Birinin söyleyebileceklerinin sınırları vardır: Nefret söylemine, çocuk pornografisine geçit verilemez. Bir insanın bu konularda kendisini ifade etme hakkına getirilen küçük kısıtlama, çocuklara ve azınlıklara verdiği zarar karşısında mevzubahis edilmez.

Benzer biçimde, kadınların istedikleri gibi giyinme hakkı da bir denge meselesidir. Hükümetler, kadın öğrencilerin sınıfa çıplak veya gözleri dışında her yeri örtülü biçimde giremeyeceğini söyleyebilirler. Bir sınıfta her ikisi de diğerinin sosyal ve eğitim çıkarları açısından aşırı ve oransızdır.

Yargıçları devrimlerin demokratik ruhunu korumakla sorumlu kılmak, Ortadoğu’nun siyasi tarihiyle köklü bir kopuş olmayacak. Yargıçlar ve hukuk mesleği mensupları, bölgedeki hükümetlerde yasallık ve dürüstlük için mücadele verdikleri uzun bir tarihe sahip. Bin yılı aşkın bir süre Müslüman yargıçlar, toplumlarının vicdani rolünü üstlendiler ve despot gibi davranarak Tanrı’nın yasalarını ihlal ettiklerinde muktedirlere meydan okudular.

Yargı denetimi de Arap dünyasında bilinmeyen bir şey değil. Mısır’da 1980’den bu yana nispeten bağımsız bir Anayasa Mahkemesi var ve her karara katılmasalar da bütün tarafların kabul edebileceği umut verici bir kararlar silsilesi ortaya koymuş durumda. Sözgelimi Müslümanların başörtüsü takma özgürlüğüne dair kararı, ihtilafın her iki tarafını da hesapa katıyordu: Hükümet, öğrenciler için peçe takmayı engelleyen kıyafet kuralları koyabilirdi, fakat bu, başörtüsü için geçerli olamazdı.

Yargıçlar, tarafsızlıkları ve bağımsızlıklarını sürdürdüklerinde toplumdaki bütün anlaşmazlıkların bütün taraflar için adil biçimde çözülebilmesini garanti edebilirler. Şu an Arap dünyasında yaşanan halk devrimlerinin ruhuna ihanet edilmemesini de onlar sağlayabilirler. (Beyrut’ta yaşayan bir yargıç, 14 Nisan 2011)

Kaynak: Radikal