Başkan Obama Ankara'ya vardığında Ortadoğu'da etkili bir rol oynamaya şevkli bir Türk hükümeti bulacak. Türkiye son yıllarda bölgeye önemli katkılar yapmasına rağmen etkinliği Washington'da tartışmalıydı. Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Ocak ayında Davos'ta Gazze krizi hakkında düzenlenen bir panelde esip gürlediğinde Türkiye'nin diplomatik akınına ilave bir tartışma zerk etmişti.
Olay, Davos'taki arbedeyi, kökü Türkiye'nin İslamcı hareketine giden Ak Parti yönetimindeki Türkiye'nin Ortadoğu'daki radikaller lehine batıdan yüz çevirdiğine delil sayan Amerikalı politikacıların, analist ve gazetecilerin eleştiri sağanağına yol açtı. Erdoğan'ın Davos'taki tavrı, İsrail'in Gazze saldırısı sırasında Hamas'ı kucaklaması ve yer yer İsraili anti-semitizme sapar şekilde eleştirmesi, Türkiye'nin Ortadoğu'da yapıcı bir rol oynayıp oynayamayacağı hususunda gözlemcilerin merakına yol açtı.
Ankara, Ak Parti'nin 2002'de iktidara gelmesinden bu yana bilinçli bir şekilde Türkiye'nin Osmanlı sahasıyla bağlarını yeniden kurma stratejisi güttü. Türkiye'nin uzun süreden beri Ortadoğu hattı boyunca diplomatik misyonları var fakat Batıyla ilişkileri ve cumhuriyetin resmi sekülerizmini önceleyen Ankara'nın dış politika yönelimlerine bakınca, Ortadoğu'da marjinal bir oyuncuydu. İlkini Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün kurduğu ve 2003 yılından beri de Tayyip Erdoğan yönetimindeki Ak Parti yönetimleri, Türkiye'nin AB üyeliği arzusunu güvenceye almaya bakarken aynı zamanda Kahire, Şam, Bağdat, Riyad ve Tahranla ilişkileri geliştiren tutkulu bir dış politika benimsediler ki gözüpek iç siyasi programlara ve reform programlarına muvazidir. Türkiye'nin hem Avrupaya hem de Ortadoğuyu yakın olma çabası, AK Parti içerisinde dış politikanın normalleştirilmesi gerektiğine dair mevcut inancı yansıtıyordu. Türkiye'nin Avrupa ve ABD'ye müstesna yönelimi Soğuk Savaş süresince yani NATO üyeliğinin devasa bir dış politika gerçeği olduğu zamanlarda uygun olmuş olabilir fakat Türkiye'nin çıkarları artık çok boyutlu bir dış politika gerektiriyor.
Adalet ve Kalkınma Partisinın yaklaşımı Washington'da neredeyese derhal şüpheyle karşılanmıştı. Irak'ın planlanan işgali için Türk topraklarının kullanılması üzerinde Washington ve Ankara arasında 2002 yılı sonlarında ve 2003 başlarında süren asabi görüşmeler ve ABD kuvvetlerine Türk topraklarından saldırma izni için Meclisin tezkereyi geçirmede düştüğü müteakip acziyet Amerika'yı öfkelendirdi. Ne ki Irak, Ankara ve Washington'ın kendilerini karşı karşıya buldukları serüvenler dizisinin sadece ilkiydi. Örneğin 2005'de ABD, iddia edildiğine göre Refik Hariri suikastında Şam'ın sorumluluğu olduğu ve cihadçıların Irak'a sızmalarında oynadığı merkezi rol gerekçesiyle Suriye'yi tecrid etmenin yoluna bakarken, Türk hükümeti Suriyelilerle diplomatik ve ekonomik ilişkileri derinleştiren bir siyaset izledi. Hamas 2006 yılı Ocak ayında Filistin seçimlerini kazandığında zamanın dış işleri bakanı Abdullah Gül ve diğer dış işleri bakanlığı yetkilileri Hamas lideri Halid Meşali AK Partinin Ankara'daki merkezinde ağırladılar. Bu gelişmeler, Ankara ve Tahran arasındaki ilişkilerin iyileştiği ve Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, İsrail'in Gazze Şeridi ve Batı Şeria'daki askeri harekâtını düzenli bir şekilde "devlet terörizmiyle" bir tutan sert söyleminin olduğu bir zeminde yaşanıyordu.
Bu gelişmelerden her biri ilk bakışta Türkiye'nin dış politika yönelimleri hakkında ciddi sorulara yol açıyor. Ankara'nın batı konsensüsünden sûreta aniden sapması, Türkiye'nin artık güvenilir bir ortak olarak veya Ortadoğu ihtilaflarında Türk yetkililerin can attığı "dürüst aracı" rolünde görülemeyeceği hükmüne varan politika yapımcıları ve diğer gözlemciler nezdinde kafa karıştırıcıydı. Birçok İsrailli ve Filistinlinin ölümünden sorumlu Halid Meşal'in ağırlanması açıkça bir hataydı. Hamas lideri İsrail'i tanıması ve silahlı mücadeleyi terk etmesi yönündeki Türk ricalarına direnirken diğer taraftan da Tel Aviv ve Washington bu karşılaşmaya öfkelendi. Ancak kaydetmeli ki Türkiye'yi kim "kaybetti?" ve Türkiye "Doğuya mı meylediyor?" şeklinde sorular soruluyorsa da Ankara'nın yaklaşımında olağanüstü bir durum söz konusu değildir. Soğuk Savaşın sona erdiği bir zemin üzerinde değerlendirildiğinde, Türkiye'nin AB'yle işkence altındaki ilişkileri ve Irak savaşının yol açtığı güvenlik tehditi karşısında başka herhangi bir Türk hükümetinin benzer bir dış politika izlemesi muhtemeldi. Hamas serüveni bir kenara, Türkiye'nin Ortadoğu politikalarının Türkiye'nin ulusal çıkarlarına uygun olduğu yeterince açıktır ve dahası, Washington Türkiye'nin bu politikalarını kendi bölgesel amaçları için kaldıraç olarak kullanabilir.
Irak ve İran'dan Ortadoğu barışına kadar bir dizi önemli meselelerde Türkiye'nin izlediği politikalar geneli itibariyle Birleşik Devletlerin politikalarıyla tutarlıdır. Türkler uzun zamandır istikrarlı ve federal bir Irak arayışında oldular. Ankara ve Özerk Kürt Yönetim Bölgesi Erbil arasında çiçek açan ilişkiler ve Kuzey Irak'a yapılan hatırı sayılır miktardaki Türk yatırımı, Washington'ın Irak politikasını çetrefilleştiren bir etkeni yatıştırmaktadır. Kerkük'teki durum ve PKK terörünün devam etmesi, parlama noktası olmayı sürdürüyor fakat Türkler ve Iraklı Kürtler yakın bağlar tesis ettikçe Irak'ın son onsekiz aydır kaydettiği ilerlemeleri başa sardıracak Türk askeri müdahalesiyle ilgili en berbat senaryolardan bazılarının önü kesilerek bu problemlerin çapı küçülmektedir. Celal Talabani, Türk ve Iraklı Kürtler arasında gelişen ilişkiler bağlamında, PKK teröristlerine silahları bırakma veya Irakı terk etme çağrısı yaptı. Türkiye, ABD için Irak'ın istikrara kavuşturulması oyununda ne yapacağı belli olmayan joker değildir artık.
İran, Suriye ve İhtiras
ABD nokta-i nazarından bakınca, Türkiye'nin en tartışmalı iki Ortadoğu ilişkisi İran ve Suriye'dir. Eleştirmenler bu iki bağı Ak Parti'nin İslamcı dünya görüşüne delil sayarlarken, aslında Ankara 1990'ların sonu ve 2000'lerin başları itibariyle Tahran ve Şam ilişkilerini beslemeye başlamışlardı. Türk liderliği Obama yönetiminin Tahran'la diyalog kurma çabalarına destek veriyor. Türkiye'nin bakış açısından, İran'la iyi ikili ilişkiler ve bölgesel istikrar hayati önemdedir; ideolojik nedenlerden ötürü değil, ekonomik hesaplardan dolayı. İran, Rusya'dan sonra Türkiye'nin en büyük doğal gaz tedarikçisidir. Türkler, kaynaklarını çeşitlendirmek istemelerine ve yenilenebilir enerji kaynaklarına büyük yatırım planları yapmalarına rağmen, Ankara, kısa ve orta vade'de, hem Tahran'la hem de Moskova'yla dostane ve işbirliğine dayalı ilişkileri ayakta tutmak için elinden geleni yapacaktır.
Enerji tedariğinin icap ettirdiği zaruretler Türkiye'nin Suriye'yle ilişkilerinde söz konusu değil ancak bu ilişkinin de güçlü ekonomik unsurları var. Türkiye'nin geri kalmış güney kesimi Şam'a, Kayseri, Ankara veya İstanbul'dan daha yakındır. Türkler, artan ikili ticaretin can alıcı iki amaca hizmet ettiğine inanıyor: Cizre, Gaziantep ve Diyarbakır gibi illerin kalkınmasını teşvik etmekte ve Suriye ekonomisine destek vermektedir. AK Parti dış politikasının mimarları, Türkiye'nin komşuları kalkındıkça sulhperver olmalarının daha muhtemel olduğunu, bunun Türkiye'nin güvenliğine katkıda bulunacağını ve barışa meyilli bir bölgesel çevre sağlayacağını savunuyorlar. Türkiye'nin Suriye'yle bağları bir diğer jeostratejik çıkara hizmet ediyor. 2006-2007'de, bazı dış politika analistleri Şam'ın İran'la stratejik ilişkiden koparılabileceği fikrine tutundular. Şam'ın kolayca Tahran'dan koparılması ihtimal dâhilinde olmamasına rağmen Beşşar Esad rejimine İran yerine cazip bir alternatif sunmada Türkler önemli bir rol oynayabilirler. Amerika nazarında Türklerin Suriyelilerle diyaloğa soyunması, Esad'ın Hizbullah lideri Hasan Nasrallah ve tecrit edilen İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad'la konuşmasından muhakkak ki tercihe daha şâyandır. Ankara 2008 yılında Suriye ve İsrail arasında dolaylı görüşmelere ev sahipliği ettiğinde Türkiye'nin Suriye'yle bağlarının faydası, kendisini Ortadoğuda çoktan göstermişti. O görüşmeler bir sonuca varmadı ve İsrail'in Aralık 2008'de Gazze'ye saldırması üzerine sona erdi ancak Suriyeliler ve İsrailliler Türkiye'nin aracılığı sayesinde herhâlükarda ilerleme kaydettiler.
Kudüs
Türkiye'nin Ortadoğudaki en karmaşık ilişkileri herhalde İsraille olanıdır. Bu iki ülke yakın askeri ve iktisâdi bağları muhafaza ederken ilişkiler kararlı bir şekilde sıkıntılı seyrediyor. Başlangıçta İsrailliler Türkiye'nin Ortadoğu yaklaşımında Filistine karşı bir meyil algıladılar ve Ankara'nın Tahran'la ilişkilerinden nem kaptılar. Aynı zamanda, İsrailliler dediklerine göre Başbakan Erdoğan'ın Suriye ve İsrail arasındaki aracılık çabasına tam bir güven duydular. Türkler, İsrail'in Iraklı Kürtler ve PKK'yla ilişkide olan ve İran'la çatışma içindeki PJAK'la bağ kurduğuna dair gelen haberlerden kaygı duymaya başladılar.
Ankara, İsrail'in Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ndeki hareketlerinin Türklerin ve barış için gayret gösteren diğerlerinin çabalarını baltaladığını savundular. İki ülke arasındaki ilişkiler İsrail'in Gazze saldırısı sırasında kötüleşti ama İsraillilerin üst düzey bir dış işleri yetkilisini Ankara'ya gönderdiği haberleri iki ülke hükümetlerinin güveni yeniden tesis etmenin yollarını aradıkları şekilde değerlendirilebilir. Şayet İsrail'in yeni Başbakanı Benjamin Netanyahu pek çoklarının umduğu şekilde Suriye'yle barış üzerinde vurgu geliştirirse Türkiye başlangıçta iki tarafı bir araya getirme ve görüşmelerine aracı olmada belirgin bir rol oynayacaktır
Son olarak, Türkiye'nin karşısındaki sorunların birincisi diğer önceliklerini zedelemeden bölgede faal bir rol oynama kapasitesine sahip olup olmadığı; ikincisi Ankara'nın oynamaya niyetlendiği rolü diğer bölgesel güçlerin nereye kadar isteyecekleridir. Türkler şimdiye değin Ortadoğuda nüfuzlu olma arzularıyla Kafkasya, Kıbrıs ve Avrupa'daki ulusal çıkarları arasındaki dengeyi gözetmiş duruyorlar.
Türk etkinliğiyle ilgili olarak S.Arabistan ve Mısır gibi geleneksel bölge güçlerinin çabalarını yine de baltalayacaktır şekilde Ortadoğuda âşikar bir his de var. Kahire ve Riyad, Filistin uzlaşmasının peşindeyken, Türk etkinliğinin, el Fetih'in şartlarını kabul etmesi için üzerindeki Arap baskısına Hamas'ın direneceği bir yol sağlayacağı şeklinde kaygı var. ama yine de Türkiye'nin Ortadoğuda yapıcı bir rol oynayabileceğine kuşku yok. Türkiye, çok önemli ana meselelerin birçoğunda bölgesel oyuncuların güvenini kazandı. Sonuç olarak, Türkiye, ABD'nin kaynaklarının azaldığı bir zaman diliminde, Ankara ve Washington çıkarlarının çakıştığı yerlerde can alıcı önemde bir müttefik olabilir.
Kaynak: Amerikan Dış İlişkiler Konseyi
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı