Sözlerime başlamadan evvel hepinizi saygıyla selamlıyorum!..
Adına "Ortadoğu" denen bölgeye ismini veren bu bölgede yaşayanlar değildir. Her isimlendirme bir tanımlama, her tanımlama bir müdahaledir. Batı, son 200 yıldır kendi dışındaki dünyayı tanımlar, müdahale eder ve sömürür.
"Ortadoğu" da, türedi (tarihi derinlikten yoksun), amaçlı (hegomonya maksatlı) ve bölgenin tarihi ve sosyo-kültürel gerçeklerini tahrif edici (oryantalist) bir isimlendirmedir. Bu terimi icat edenler Batı Avrupa'yı, ama özellikle İngilizler'i merkeze almışlardı. Öyle yapmışlardı, çünkü İlahi irade karşısında özerkleştirdiklerini düşündükleri tarihi kendileri yaptıklarını ve bütün beşeriyeti çeşitli unsurlarıyla diledikleri gibi suistimal edip (sömürüp) ebedi hakimiyet kuracaklarını düşünüyorlardı. Bu perspektiften dünya Avrupa'dan başlayarak 'doğu'ya ve 'daha ötedeki doğu'ya (Şark-ı Baid) doğru uzanmakta, belli beşeri ve coğrafi havzalarda inkıtaa uğramaktadır."Ortadoğu", doğunun ortasındaki bölgedir (Şarku'l-Evsat).
Denilecek ki söz konusu isimlendirmenin ne sakıncası var?
Bu ismi kabul ettiniz mi, size bu ismi verene itaat eder, onun tarihi emelleri doğrultusunda hareket edersiniz. İsmin Arapça'da kök anlamlarından biri bir tepeciğe işaret koymak (burası bana aittir) veya hayvanı dağlamaktır. Zirvesine bayrak dikilmiş yer veya dağlanmış hayvan birisine ait demektir, yani onun mülküdür. Her iki anlamda isimlendirme bir temellükü ifade eder.
Fakat kişinin isimle olan ilişkisi bundan ibaret de değildir. İsmiyle müsemma olan kişi, kendisine verilen ismin anlam düzeylerine göre hissetmeye, dünyayı ve hayatı öyle algılamaya başlar. Bu yüzden İslamiyet'te çocuğun ebeveyni üzerindeki haklarından biri, ona güzel bir ismi vermeleridir. Siz Ortadoğu'da iseniz, merkez olamazsınız, bir başkasının merkezine göre kurgulanır, yapılandırılır ve elbette manipüle edilirsiniz.
Mesela Türkiye Soğuk Savaş boyunca NATO'da Sovyetlere karşı Avrupa'yı koruyan "güney kanat ülkesi" olarak tanımlandı. Şimdi de bir "köprü" olarak tanımlanıyor. Peki, kendimize soralım: Bir "kanat ülkesi" veya "köprü", kendini bağımsız özne, merkez, kendine özgü strateji belirleme iradesine sahip bir aktör görebilir mi? Kuşkusuz hayır!
"Ortadoğu" terimi ilk defa 1902 yılında Amiral Sir Alfred Thayer Mahan tarafından kullanıldı; Nasıl çekiç önüne çıkan her şeyi çivi olarak görüyorsa, Batı da dünyayı askeri kontrol ve nüfuz alanı olarak görür; tabii ki askeri kontrolün amacı ekonomik sömürü ve kültürel yabancılaştırmadır. Mahan, bugünkünden farklı olarak Arap yarımadası ile Hindistan arasındaki bölgeyi kastediyordu. Davidson, Ortadoğu'yu "İslam dini çerçevesinde oluşan bir jeopolitik birim" olarak görmekten yanaydı. Hogart ve Churchill bu kavrama Osmanlı egemenliğindeki Arnavutluk ve Balkanları da katmayı uygun gördüler. Bu iki zatın "Ortadoğu"dan büyük ölçüde anladıkları jeopolitik ve jeokültürel bir bileşimdi.
1930'larda İngilizlerin kendi denetimlerinde tuttukları iki sömürge merkezine göre ayırdıkları Hava Kuvvetleri Komutanlıklarından biri Irak'taydı, buna "Ortadoğu", Mısır'da olana da "Yakındoğu (Şark-ı Karib)" komutanlığı adını verdiler. Böylece Kuzey Afrika, Sudan ve Somali bu sınırlara dahil edildi; savaştan sonra sınırlar Libya'dan Afganistan'a kadar uzatıldı. Haritalar masa üstünde genç subaylar çizdiği için bir yeri bölgeye dahil etmek veya çıkarmak kolaydı; nihayet yeni bir değerlendirme yapılıp Somali çıkarıldı.
Son yıllarda aktüel hale gelen BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) ve arkasından gelen KAGBOP (Kuzey Afrika ve Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi) Fas'tan Hindistan'a ve Çin sınırına, Türkiye'den Kafkaslar ve güneyde Büyük Sahra'ya ve Yemen'e kadarki ülkeleri içine almaktadır. Belli ki, aktüel tanımlama, 1932 ve 1939'da İngilizler'in yaptığı tanımlamaya sadık kalınarak yapılmıştır. Bununla beraber BOP biraz daha genişletilmiş bir coğrafyaya işaret etmektedir; burada gözden kaçırılmaması gereken husus, İsrail'i bu kapsama dahil edenler tabii ki gelişi güzel bir şey yapmış değillerdir.
Ürdünlü diplomat Hasan Ebunimah'a göre, BOP'un önemli amaçlarından biri, "İsrail'i bölge içine katma düşüncesine dayanır." Başka bir ifadeyle bölgeyi yeni bir patronajlık altına sokma projesi. Bu konuya saz sonra bir daha değinme fırsatım olacak.
Geçen asrın ilk çeyreğinde bugünkü Ortadoğu'nun sınırları çizildi; kim, hangi mezhep veya etnik grup, hangi bölgelerde siyasi hakimiyete sahip olacak konusu masa üzerinde karara bağlandı. Haritalar da cetvelle çizildi. Mesele şuydu ki, sınırları çizenler, taşları döşeyenler bu bölgenin halkları değildi; sömürgecilerdi. Osmanlı devleti dağılınca merkez de dağılmıştı.
Şimdi 21. asrın ilk çeyreğindeyiz, aradan 100 sene geçmiş bulunuyor. Taşlar yeniden döşeniyor. Geçen asırdan devraldığımız sorunlar bugün de karşımızda devasa duruyor. Aradaki tek fark, İsrail'in bir askeri ünite olarak dışarıdan getirtilip bölgenin tam kalbine monte edilmiş olması. Bölgeye yeniden şekil vermek isteyenler yine bölge halklarına fikirlerini sormuyorlar.
İsrail'in 2006'da Lübnan'a saldırdığı günlerde Telaviv'i ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rıce "Yeni Ortadoğu'nun zamanı geldi" diyordu. "Operasyon başlamıştır, bu bölgede yaşayan halklar isteyerek veya zorla bu değişime boyun eğeceklerdir. Şüphesi olan Beyrut'a baksın!" Ondan önce Dışişleri Bakanı Colin Paul "Değişmek istemeyenler üzerine birkaç bomba atılabilir" diyordu.
Anlaşılan şu ki, belki de eskisini aratacak "Yeni Ortadoğu"yu oluşturmak isteyenler üç ana enstrümana baş vuruyorlar:
a) Askeri güç ve işgaller (Afganistan, Irak, Filistin-Lübnan, Somali ve arkasından gelmesi muhtemel olan başka işgaller);
b) Siyasal rejim ve harita değişiklikleri;
c) İslamiyet'i, Neo-conların babası Norman Podhoretz'in deyimiyle 'Ortadoğu'dan kazımak' ve İslam dinini salt 'seküler ritüeller seviyesine indirgeyecek" projeleri eğitim, kadın hareketleri ve STK'lar (laik misyoner kuruluşlar ve Batılı fonlarca finanse edilen stratejik, ekonomik, sosyal, kültürel araştırma merkezleri) aracılığıyla gerçekleştirmeye çalışmak.
Şu veya bu kapsamda olsun, "Yeni Ortadoğu –artık Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) dememek lazım, çünkü bu isimlendirme tedavülden kaldırıldı; ama eskisi yürümeyeceğine göre 'yeni Ortadoğu' mutlaka olacaktır-" üç önemli kurucu fikre dayanmaktadır:
1) Söz konusu projede Batı merkez alınmış, adına "Ortadoğu" denen bölge buna göre tanımlanmıştır. Başka bir ifadeyle Batı sabite, Ortadoğu değişkendir;
2) Davidson'ın dediği gibi Ortadoğu Müslümanların yaşadığı ve Batılılar için "öteki" olan bir coğrafyadır;
3) Bölge her durumda denetim altında tutulmaya, yeniden düzenlenmeye açık bir alandır.
Ortadoğu bir deli gömleğidir! Bölge halklarına giydirilmiş bu gömlek mi değişecek, yoksa bütün yapılar köklü bir reformdan mı geçirilecek? Öyle veya böyle. Ortada can yakıcı bir gerçek var ve biz bu bölgenin insanları, birilerinin üzerimize bomba yağdırmasına artık daha fazla izin vermeden değişme iradesini göstermeliyiz:
1) Bölge büyük bir değişime gebe, bu değişim iç dinamikler harekete geçirilecek sağlanmalıdır,
2) Değişim yapılırken müzakereci siyaset yolunu kullanmak gerekir; güç kullanılarak bölgeye empoze edilecek bir değişim projesi demokratik değil, bölgeye demokrasi de getirmeyecek;
3) Din bu bölgenin sadece tarihi ve kültürel kodlarını değil, sosyo-politik ve uluslar arası ilişkilerdeki temel kodlarını da teşkil etmektedir. Bölgenin ihtiyacı olan değişim ve demokrasi İslamiyet'i marjinalleştirerek, özel alana sıkıştırarak ve izafileştirerek bölgeye gelmez;
4) 20. yüzyılda ne olduysa, 21. yüzyılda da aynısı olmamalı. Tarih tekerrür etmez, ama tarihteki yanlışlar ve doğrular tekerrür eder. Yapmamız gereken geçen asrın yaşanmış acı tecrübelerinden dersler çıkararak, yanlışları ve hataları tekrar etmemek olmalıdır
Bu bölgede yaşayan etnik gruplar, farklı mezhep ve inançtan olan insanlar birbirinin yakını ve akrabasıdır. Eğer bizler kendimizi, köhnemiş kurumlarımızı ve yapılarımızı kendi özgür irademizle değiştirme gücünü gösteremezsek, birileri elbette bizi dışarıdan gelip değiştirmeye kalkışacaktır. Yakın tarihte yaşanan büyük acılar hep bunu göstermektedir.
* Bu metin, 15 Şubat 2009 günü Erbil'de Abant'ın düzenlediği "Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak" toplantısında tebliğ olarak sunulmuştur.