NATO’nun payandalarından biri, potansiyel bir AB üyesi ve Batı’nın Ortadoğu’daki stratejik müttefiki Türkiye bugün bir felaketin eşiğinde.
Eğer Tayyip Erdoğan’ın ılımlı İslamcı hükümetiyle ordu arasındaki mevcut gerilim bir darbeyi tetikler ya da siyasi ve dini şiddeti teşvik ederse, Batı’nın, bölgesel istikrarın ve bu yükselmekte olan ekonomik güce dair umutların maruz kalacağı kayıp hesaplanamaz boyutlarda olur. Sadece Türkiye için değil, Müslüman dünyadaki ülkeler için de kritik önem taşıyan bir mesele tehlikede: Siyasal İslam, ılımlı bir örtü altında da olsa, demokrasi, devlet otoritesi ve laik kurumlarla uyumlu olabilir mi?
Gerilim, darbe planlama iddiasıyla sorgulanan üç üst düzey emekli komutanın serbest bırakılmasından sonra bir ölçüde azaldı. Fakat Erdoğan’ın Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’la yaptığı kriz görüşmelerine ve ikilinin gerilimi ‘anayasal çerçevede’ çözme yönündeki ortak vaadine rağmen, korkular ve söylentiler ülkeyi hâlâ kasıp kavuruyor. Borsa düştü. Toplumsal ve siyasi bölünmeler sertleşiyor.
14 kişinin daha gözaltına alınmasıyla askeri gözaltıların sayısı neredeyse 40’ı buldu. Ve Türkler, sivil yetkililerin bugüne dek fiilen dokunamadığı muvazzaf subayların camileri bombalamakla, şiddeti kışkırtmakla ve Yunanistan’la bir mücadele tezgâhlamakla suçlanması karşısında hayrete düştü. Hem tuhaf, hem de gülünç planlar bunlar.
AKP’yle silahlı kuvvetler arasındaki hesaplaşma, partinin 2003’te iktidara gelmesinden bu yana içten içe kaynıyor ve her iki taraftaki düşmanlıklarla ateşleniyor. Ordu kendisini uzun zamandır laik devletin koruyucusu olarak görüyor ve 1960’dan beri de, Kemalist geleneğe zarar verdiğini düşündüğü hükümetleri devirmek için dört defa müdahalede bulundu. Fakat AKP beklenenden daha çetin bir meydan okuma oluşturdu.
Kurnaz Erdoğan’ın yönetiminde açıkça ılımlılığı benimseyen parti, ekonomik açıdan becerikli, gecikmiş toplumsal reformları gerçekleştirme sözüne bağlı, AB’yle katılım müzakerelerini başlatmakta etkili ve seçmen nezdinde de geçmişin yolsuz ve başarısız hükümetlerine kıyasla çok daha popüler olduğunu kanıtladı. Fakat tüm bunlara rağmen, ordunun yanı sıra yargı ve çok sayıda Türk aydını AKP konusunda derin kuşkulara sahip; partinin gizlice İslami bir gündemi ilerlettiğini, lafını sakınmayan muhaliflerini ve gazeteleri bastırdığını, şimdi de ilk defa, tutucu ve milliyetçi silahlı kuvvetlerin rolünü ve gücünü sınırlamaya çalıştığını söylüyorlar.
AKP de ordunun hâlâ kendisini devirme planları yaptığına ikna olmuş durumda. İki yıl önce Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesi konusunda yaşanan mücadeleyi, AKP’yi kapatma, başbakanı ve diğer parti üyelerine siyasi yasak getirme girişimi izlemişti. Erdoğan da erken seçim çağrısı yaparak ve bu seçimde ses getiren bir destek elde ederek generalleri engellemişti. Ve eğer ordu şimdi bir kez daha demokratik yollarla seçilmiş bir hükümeti devirmeye kalkışırsa, kendisini ülke dışında yalnız, ülke içinde de kuşatma altında bulacaktır.
Bu, Erdoğan’ın kazanması gereken bir mücadele. AB üyeliğine aday bir ülkede ordunun sivil mahkemeler karşısında dokunulmaz olması, politika üzerinde vetosunun bulunması, Kıbrıs’ta bir çözümü engellemesi veya hükümete gözdağı vermesi kabul edilemez. Fakat Erdoğan’ın, öfkeli bir ordunun Türkiye’yi tam da darbe planlayıcılarının yaratmak istediği kargaşaya sürüklemesini engellemek için nabza göre şerbet vermesi, sabırlı ve kararlı davranması gerekiyor. (Başyazı, 1 Mart 2010)
Kaynak: Radikal