Önce İran, olmadı Cezayir, yersen Malezya…

Mavi gözlü dev adam Sait Yakut ve 'Sakallı Turan'a

Önce söz vardı

Söz namustu

Namusu ekber Cibril'di

Cibril sözü âdeme taşıdı

Visal muhammeddi

 

Gökte melekler kanlı gözyaşları ile ellerini duaya açmış ilenç oklarını boşaltıyorlar. Yaydan kurtulan oklar gökyüzünde uçuşarak savrulmakta ve isabet edilenin vay haline diyerek inlemektedir… Rahmet meltemleri gazap fırtınasına dönüşmekte…

 

Yeryüzünde hayat normal akışını sürdürmekte, hiçbir şey olmamacasına…

Zebaniler ellerindeki kırbacı öfkeyle sallarken çıkardığı sesten korkan cehennem ehli çil yavrusu gibi dağılmakta…

Eyvahlar olsun bu kırbacı yiyene…

Yerin altındaki ifritler, kızgınlıktan üst dudaklarını ısırırken çıkardıkları ses deprem hissi vermekte… Yeraltındaki diğer canlılar ise bu kızgınlığa bir anlam verememenin şaşkınlığını yaşıyor, bu kızgınlığa sebep olanlara olan öfkelerini bileyerek zamanın gelmesini sabırsızlıkla beklemeye durmuşlar…

Yeryüzünde hayat normal akışını sürdürürken afetlerle dengesinin bozulmasının nedenleri üzerine tartışmalar yapılıyor…

Tarihten fırlayan kahramanların şaşkınlıkları yüzlerinden okunurken meydana gelen durumu kavramada zorlandıkları gözbebeklerinden okunuyor… Ellerine geçirdikleri ilk fırsatta kılıçlarını kuşanarak müdahalenin şartlarının oluşmasını hasretle beklerken yeryüzünde hayat normal akışından bir sapma yaşamıyor…

Arkaik dev canavarlar, derin uykularından kendilerini uyandıran bu garip durumun izahını yapmaktan aciz, uyku mahmurluğu ile kendilerine gelmenin arzusu onları bir bekleyişe hazırlıyor…

Olympos dağından ateşi çalan Prometeus şaşkınlıktan küçük dilini yutuyor. Yaşanılanları havsalasının almadığını her fırsatta göstermekten kendisini men edemiyor… Ateşi çaldığına bin pişman nedamet duyguları eşliğinde kahrolan bakışlarla etrafa boş boş bakınmakta…

Hayatın akışında bir değişiklik yok…

Sisypos sürekli büyük bir kayayı taşımaktan yorulmadığını bu yaşananlardan sonra hissedebiliyor, ancak bu durumu anlamlandırmaktan alın damarları çatlıyor…

Yeryüzünde bir kıpırtı dahi yok…

Zeus kendi tanrısal döneminde böyle bir durumla karşılaşmadığı için sevincini diğer tanrılarla paylaşarak onlara Olympos dağında şölen veriyor. Bu garaib'ül acayip durumu tanrılar şölen sofrasında tartışmaktan bizar kaldıkları halde bir türlü temellendiremiyorlar…

Garip hala yeryüzünde bir durum yok…

Tragedya yazarları mezarlarından fırlayarak bu anı kaleme alarak yapabilecekleri en güzel yapıta imza atmak isterken, heyhat ki heyhat! Uzandıkları yere melul, me'bus ve pişman olarak düşmüşler…

Bu garip durumu anlayan fakat ses vermeyen istikbar güçleri, anlaşılmayan bu duruma güvenerek sömürü çarklarının tulu-u emelini sürdürmenin keyfi ile sarhoş olmaktadırlar… Sofrada sarhoş olmanın sağladığı çakırkeyif hallerini naralarla süslüyorlar… Anlamsızlık diyarında anlam arayışları boşa çırpınmaya devam ededursun… Hareket berekettir misali bereketsizlik devam ediyor…

Saçını başını yolan insanlar bu durumu anlayadursunlar fakat dertlerini anlatacak merci yokluğa ayarlı… Bütün çabalar boşa çıkmaya mahkûm! Deliler akıllı, akıllılar ise deli oluyor…

Robinhod yeni serüvenlere hazırlanırken Köroğlu yatağından fırlayarak 'tüfek icat oldu mertlik bozuldu' repliğini dikkatlere sunmakta…

Faust'un yazarı şaşkın, Albert Camu ve Sartre ise anlamsızlığın anlamı üzerine tartışmaya başlarken suçüstü yapılıyorlar…

Körler, sağırlar birbirlerini ağırlar…

Fuzuli, Leyla ile mecnun hikâyesini yazdığına pişman, Genç Osman 'kelle koltukta' savaştığı için döktüğü nedamet gözyaşları arasında kopan fırtınanın oluşturacağı havada yeni destanlar yazmalıyım der…

Mevlana yeni aşk şiirlerini ateşte kavururken yeni bir başyapıt mesnevinin hazırlığında yakalanır. Yunus Emre ise ayaklarında demir çarık yeni bir milleti inşa hamlesine hazırlık yapar…

Başörtüsü, türban, üniversite, kamusal alan, vıdı-vıdı, ıvır-zıvır hayat aynen berkemal…

Şairin dediği gibi: 'sen sus ki tanrı konuşsun'

İran olmadı mı, al sana Cezayir nur topu gibi, yersen sırada Malezya var… Utanma başka bir arzun…

 Âşık Veysel, Dadaloğlu; duruma uygun ağıtlar kaleme dolayarak ünlerine yeni ünler katmaya…

Sokaklar yeniden ağıtçılar tarafından şenlendirilir. Ellerinde hoparlör günün anlam ve önemine uygun yeni bir ağıtın hikâyesini icraya koyulurlar…

Daha ne istiyorsunuz ki, nasıl inanacağınızı, nasıl davranacağınızı ve nasıl yaşayacağınızı öğrettiğimiz gibi nasıl öleceğinizi de mi biz öğretelim…

Ne nankörsünüz!

İşte bu bizim hikâyemiz… Böyle saf, böyle temiz…

Bütün varlık şaşkın ve anlamada zorlanırken bizimkiler anlamın yüce vatanında mesut ve bahtiyar hayatlarına devam ediyor… Pürneşe ve zafer sarhoşluğu içinde…

" 'Keşke toprak olaydım' derler"…