Olmert'in Annapolis'te Filistinlilerin acısının ve İsrail nefretinin bir nedeni olduğunu söylemesi, pratik bir değişikliğe yol açmasa da tarihiydi
Hep bildiğimiz vaziyet: Annapolis'teki Ortadoğu barış görüşmelerinin kilit aktörleri, ortak noktaları zayıflık olan üç adam. Bush yerlerde sürünen destek oranları eşliğinde son yılına giriyor, Olmert'in oranları daha iyi sayılmaz, Abbas da halkının sadece yarısını yönetiyor. Ancak güç ve zayıflık göreceli nitelikler -bazıları diğerlerinden daha zayıftır.
Bu, iki hasım şahsiyetin konuşmalarındaki tezatta görüldü. Olmert'in konuşması, Filistinlilerin acısına dair çarpıcı bir bölüm içeriyordu: "On yıllardır pek çok Filistinli kamplarda yaşıyor, büyüdükleri çevreden kopuk durumdalar, yoksulluk çekiyorlar, yabancılaşma ve amansız bir umutsuzluk içindeler. Bu acı ve umutsuzluğun, bize yönelik nefret söylemini kışkırtan en ciddi temellerden biri olduğunu biliyorum."
Daha önce hiçbir İsrail başbakanı Filistinli mültecilerin yaşadıklarından bu kelimelerle söz etmemişti. Golda Meir Filistinlilerin varlığını bile reddediyordu. Fakat şimdi Olmert, Filistin ulusal kimliğinin tam kalbinde yatan tecrübeyi tanımanın eşiğinde. Filistinli mültecilerin 'büyüdükleri çevreden kopuk olduklarını' söylemek, köklerinin başka bir yere (yani sürüldükleri ve bugün İsrail denen topraklara) dayandığını da kabul etmek anlamına geliyor.
Bu belki dünyanın kalanına malum olanı beyan etmek gibi gelebilir, fakat bunu bir İsrail liderinin söylemesi önemli. Yıllardır resmi İsrail söyleminin parçası olan tarihsel gerçeğin inkârından bir adım uzaklaşıldığını işaret ediyor. Dahası Olmert, 'bu acı ve umutsuzluğun' İsrail'e yönelik nefreti 'kışkırttığını' teslim edip, sağın bildik anlatısından ayrılıyor. Geleneksel sağcı tutum şudur: Filistinlilerin İsrail nefreti, söküp atılamaz, hatta ırkçı bir reddiyeden kaynaklanır. Aksini düşünmek, solcu, Avrupalı 'kökendeki sebepler' yaklaşımını benimsemek demektir. Fakat gelinen noktada bizzat İsrail başbakanı, Filistinliler İsrail'den nefret ediyorsa bunun bir sebebi bulunduğunu söylüyor, hatta bu sebebin haklı olduğunu ima ediyor.
Dönüş hakkı hâlâ çıkmaz yaratıyor
Bu değişikliğe, temel meselelerde bir tutum değişikliğinin eşlik etmediğini kabullenmek gerek. Olmert, kaderlerine üzüldüğü Filistinli mültecilerin, 'geleceklerine dair uygun bir çerçeveyi, müstakbel Filistin devleti dahilinde' bulacaklarını ortaya koydu. Yani, İsrail'e dönüş hakları olmayacak. Ancak dönüş hakkı sorununu derinleştiren şey, kısmen Filistinlilerin nakba adını verdikleri 1948 felaketinin İsrail tarafından kabul edilmesi isteği. Ve bugün Olmert bu yönde bir adım attı.
Abbas'ın konuşmasındaysa gerçek bir muadil yoktu. 2003'te düzenlenen benzer bir toplantıda, o dönem başbakan olan Abbas, 'Yahudilerin tarihte çektiği acılardan' söz etmişti. Annapolis'te konuyu açmadı, Filistinlilerin acısını vurgulayıp taleplerini yineledi: İşgal, yerleşim veya suikasta son, duvar inşasının durdurulması, tutsakların bırakılması ve daha fazlası. Zira Abbas'ın Filistinlilere onları satmadığını kanıtlaması gerekiyordu. Olmert'in de aynı gereği hissettiği açıktı, ama o hasmına el uzatırken daha geniş manevra alanına sahipti. Zayıf taraf olduğu için Abbas daha güçlü kelimeler kullanmak zorundaydı. Olmert daha yumuşak konuşmayı kaldırabilirdi, güçlü olan kendisiydi. Barış yapmanın işte böyle paradoksları vardır
Kaynak: Radikal